Sıra Oyunları

TÜRK HALK OYUNLARI KATALOĞU

SIRA OYUNLARI:

Bir toteme veya tanrıçaya topluca tapınmak üzere çevresinde halkalanılıp vecd anları geçirilmek yahut bir zaferin veya ferah herhangi bir günün sevincini paylaşıp kutlamak üzere, vesilenin duyurduğu ihtiyaçtan en başta sıra oyunları doğmuştur. En geri kabileler arasında hala çeşitleri görüldüğü gibi, daha ileri kültlerde de emsali (benzeri) devamdadır. Tekli ve çiftli oyunlarımız yanında kamil (olgun, gelişmiş) sıra oyunları o arada bizde de elbette ki gün görmektedir. Bazan karanlığa uğrasa da aydınlık yeniden doğabilmektedir. Moda sönme ve ayılmaları (uyanmaları, dirilmeleri) olmaktadır. Bir kısmının mistik menşeden (kaynaktan) kalmalığı besbellidir. Bu ciheti (yönü), kimi adlarından sezinliyor kimi de varlığını cezbe unsurunda yaşıyor.

Zil anlamındaki eski türlere "Çang" kelimesinin Şark'ta (Doğu Dünyasında) "Zang" şeklinde de kullanılmışlığı dolayısıyla metindeki "zankı" kelimesinden maksadın "çangı" (Çengi) olacağı akla yatkın geliyor.

Toblak dediğine gelince; bununla toplu oyun kastedildiği büsbütün açıktır.

Toplu oyunlara yan bakma zihniyeti belirli bir zümre arasında yüzyıllar boyu yaşamıştır. Ferhenk (Farsça sözlük) mütercimlerimizi (tercüman, çevirmen) arasında bu çeşitlerin tümünü "antik ve paiyen (çok tanrılı) toplu oyunlar" demek olan Horea (Xorus) ile karşılaştırmak, onları ancak onlara yakışır görüp göstermek tecellisiyle kitaptan kitaba aktarılıp durmuştur. Osmanlı sözlüklerine ve Tanzimat edebiyatından tek tük metinlere geçen bu görüşe göre; Türk'ün kendi Asyai sıra oyunları yoktu ve oynadıkları çeşitler Hristiyanlarca da yürütülen antik horusların kalıntılarından ibarettir. Medreseli mütercimlerimiz bu oyunları Türk'ün erkeğinden bile uzak göstermişlerdi. İranlı sıra oyunu yürütür fakat Türk erkeği oynamaz demeye sözü getirirler, tarif tercümelerine bu manada katımcıklar yapmadan edemezler. Farkına varılmadan adeta şu yolda acip (tuhaf, şaşılacak) bir kaziyye (teorem) kurulmuştu: "Kuşlar uçar. Teyyare de uçar. O halde uçak da bir kuştur". Oyun konusuna çevirirsek şöylesine bir garabet (tuhaflık) ortaya çıkar; "Horalar toplu oynanır. Sıra oyunlarımız da birlikte yürütülür. Şu halde sıra oyunu Horus'un ta kendisi veya kalıntılarından ibarettir. "

Antepli lûgatçımız Asım Efendi, Burhan-ı Kaatı tercümesinde aynı maddenin tarifine kendi kattığı cümlede aynı karşılaştırmayı lafa karıştırmakla beraber, hiç olmazsa çeşit farkı işaretlenmiş, yani mukayeseden ileri gidilmemiştir; "Destbend, sıra raksı dedikleridir (dediklerimizdir demek istiyor veya istemiyor!), bir neviine (çeşidine) Hora tabir ederler." Asıl ferhenklerin Farsçalarında hora kelimesi hiç geçmez, çünkü bu kelime Farsçaya koymamıştı.

Fehrenk tercümelerinin en eskilerinden sayılarından Bahr'ül Gar'ib'in katım (ekleme) cümlesine gelince, orada; "Destbend; horan teperler, Rum avratları anna derler" deniliyor. (Horan dedikleri oyun ki Rum kadınları oynarlar, demek istiyor.) İran'da horan adlı, Anadolu'da da destbend adlı sıra oyunu işitilmediğine göre, tercümedeki; "Sadece Rum kadınlarının horanı" ifadesi bir benzetmeden ibaret kalıyor. Rum tabirinden maksat XV. yüzyıl anlayışınca Anadolu'dur. Horan imlasının kullanılıp hora denilmeyişi ayrıca dikkate değer. Demek ki Doğu Karadeniz yakımızın fethinden önceki bizim Anadolu'da da horan adı ve oyunu vardı. Fakat mütercim "Horan teperler" birleşimini "Hora teperler" alışkanlığından daha eski bilmiştir. Karadenizlilerimiz "Horan çevirmek, Horan düzmek" derler. Şu halde mütercimin demek istediği şuydu: "Sadece Anadolu kadınlarının yürüttüğü sıra oyunudur. "

Şimdi, az yukarda Antepli Asım'ın bir maddelik tercüme tarzını gördüğümüz Burhan-ı Kaati ferhenginden metnin aslını, Farsça'sını bularak, konuyla ilgili maddeler şöyledir:

1. "Destbend: Kadınların kol bağına denir. Lal ve yakut gibi cevherlerden dizip kollarına geçirirler. Hem de, insan ve sair (diğer) hayvanların çerge(çadır) kurup halka ve daire olmasına denir. Ve, el ele tutuşarak raksetmeye derler."

2. "Pençah: ... Köçekler arasında sıra raksı tabir olunan raksa dahi ıtlak (söylenmiş) olunur; el ele yapışarak raksederler." Asım Efendi, kendi tercümesine buna şu cümleyi de katıyor;

"Fenzeç (fenzek), muarrebidir (Arapçalaşmışıdır)." (Arapça'da p ve ç sesleri olmayışı eserleridir.)

Oğuzlarla Anadolu'ya geçen "sağu salmak"(Ölüleri ağıtla anmak) yahut "Sarı Satuk günlerinde semağ yürütmek" gibi eski görenekler Orta Asya kaynağından gelmeydiler. Batı îlliğin istihale (başkalaşma, gelişme) menşelerinde görüldüğü gibi.

Evliya Çelebi'nin defaatla yazdığı ve az aşağıda tekrar göreceğimiz Sağu tabiri Yenisey'in Orhun Yazıtlarında geçer. Saru Saltuk ile Horasan Erenleri bahis konusu olur.

Ferhenklerden öğrendiğimiz Farsça sıra oyunu adları arasında bir de Serbend tabiri zımnen (dolaylı olarak ) vardır.

Şimdi de, lûgatçılar dışındaki eski ve yeni metinlerden birer açıklama örneği olarak, sıra oyunu karşısındaki bir sınıf halk zihniyetinin yorumculuğa aynı indiyatla (kişisel görüşle) nasıl karıştığı görülür. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Batı Rumeli'deki Ergiri Alevilerinin şu iki göreneğine dikkati çekmiştir:

1. Ölüleri anarak sağu salmak.
2. Sarı Saltuk günlerinde ve emsal (benzeri) vesilelerde semağa kalkarak oynamak. Diyor ki: "Ekser halkı muhibb-i hanedan (tarikat sever) olup "Ya Ali" der oturur, "Ya Ali" der kalkar. Cümle farisîhvan (Acem Dostu) olup muhibb-i hanedan olduklarından bir fırkası nih'nîce (gizlice) Muaviye'ye sebb (söğüp edip) Yezid'e 'şikare ederlermiş amma istima (işitmedim) etmedim. Halk gayet ehl-i zevk ve îş ü işrete (yemeye ve içmeye) mail olup bade-i n'b (halis şarap) ve rahaniye (şarap) nam mukavvî şeyleri nûş edip (içip) serhoş olurlar.

Ergiri 'hâlisinin diğer ayinleri:

Bunlar düğünlerde, Hıdırellez'de, Nevrûz'da, kasım günlerinde, Sarı Saltık gününde ve bayramlarda şarap içip pençe-i afitab dilberan (güzel yüzlü dilberleri) ile aşıkları el ele verip ayin-i kafir (Müslüman olmayanların ayini) gibi koç kucak olup Horus tepip, kuşak kuşağa yapışıp hora tepme ile semağ ederler. Bu dahi, bed (kötü) ayindir ki kim ayin-i keferedir.

Seyyahımızın Dobruca tekkelerinden bazısında Sarı Saltuk erkanından bakiye semağ oyununu ayrıca gördüğü biliniyor. Engiri'deki aynı tarikat sıra oyununu nasıl olup da Horus ile bir tuttuğu şaşılacak şeydir. Şükür ki; "Semağdakiler bu oyuna Hora adını verirler" demediği gibi "Semağ ederler" fiilini duyup yazmaya da dikkat etmiştir. Hora kelimesine yine Türkçe tepmek yardımcı fillinin meşhur surette katılmışlığını pek eski alışkanlık halinde biliyor. Türk sıra oyununun paiyen Horus üzerindeki etkisi 'Horus tepme' birleşimine münhasır (sınırlı) kalmış da değildir: Davul- zurna, nice tartım ve figürlerin de onlarca Türk oyun motiflerinden alınmış olmak gerekti. Sarı Saltuk'un, Barak Baba'nın "ta-bılhaneleri vardı semağ da çalardı.

Hüseyin Hüsameddin Efendi'nin Akd'ül Ceman'dan naklen verdiği etraflı bilgiye göre Barak Baba'nın iri gövdeli ve gayet pis bir adem olup şehirden şehire gezdiği belirtiliyor: Belinden yukarısı çıplak olup aşağısına kırmızı bezden bir futa (peştemal) bağlamış, başına hefil bir kırmızı sarık şeklinde tülbend sarmış ve iki tarafına manda boynuzları raptedmişti (takmıştı). Elinde gayet uzun ve büyük bir nefir, kabaktan mamûl büyük ve siyah bir keşkül (tas) olup ayı gibi oynar, maymun gibi söyler, gayet murdar (pis, iğrenç) idi. Aynı hal ve kıyafette daha sekiz-on refiki (arkadaşı) olup bunların elinde zilli tefler olduğu halde gittikleri yerlerde bir daire şeklinde durup bunlar çalar, Barak Baba oynardı." Hicri 706(1328) de Şam'da öldü.

İspanyol seyyahı Klavijo'nun bir Erzurum köyü aşıkları hakkındaki müşahadesi de bu yoldadır.

Evliya Çelebi'nin kullandığı, "Refere" sözü farkında olmadan paiyen (çok tanrılı) karşılığı düşüyor. Çünkü Manastırlar, çalgı ve Horus'a oralarda da sımsıkı kapalı ve papazlar cümlesinin (tamamının) aleyhindeydi. Seyyahımız 'sağu salmak' sözünün Türkçeliğini tabiî biliyordu. Folkloru bu derecede Türk işi görünen bir yerdeki Sarı Saltuk semağında Horus'u hatırlaması mezhebî zihniyet farkından başka bir duyguya hamlolunamaz (bağlanamaz). "Böyle göregelmişler, bunu da ayıplamayız" deyişi açıktır. İndî (subjektif, şahsi, kişisel) mukayesesine rağmen bize Sarı Saltuk ayinindeki Horasan erenlerine has sıra oyununa dair verdiği birkaç tarifçi bilgi aydınlık ve eldeki en eski ipucudur.

Sıra oyunlarımızı Horus'a benzetmek yoluyla Türk kültürüne layık görmemek ve göstermemeye çabalamak hususunda belirli bir zümrenin zihniyeti ne mümkünse yapmış, hatta eski bir atasözü olan "Çoban çalar, kız oynar" ibaresi "Çingene çalar, Kürt oynar" düşüklüğüne bile sokulmuştur...

Halayı, köylü cezbe iniltileriyle çekerken, şehirli gaflet ünlemleriyle çekiştirmişti: Öyle ki, bu türlüden çekiştirme edebiyatının eski kayıtlarıyla belki bütün bir kitapçık bile doldurulabilirdi.

Asyai sıra oyunlarını paiyen çağ kalıntısı Horus'a bağlamak zihniyeti, tabılhaneyi Büyük İskender'e atıf rivayetinin Türkistan'da İslamiyet çağında yaşatılmışlığına benzer ki, o da tamamıyla efsaneden ibaretti: Grek-Roma arkeolojisinde tabılhanenin en ufak bir izi yoktur.

Makedonya Ordusu Asya'da İndus Suyu'na dayandığı zaman bazı yerli ayinlerini kendi Grek ayinleriyle benzer bularak bunların bir zamanlar Küçük Asya'dan ta oralara kadar yayıldığını, bizzat Yunanlılar da sanmışlardı. Mesela, Antiohus (Antiochus)un Hindistan elçisi Megasthene, hatıralarında, zamanında kuzey Hint topraklarında iki mezhep bulunduğunu, birinin dağlılarca benimsenmiş Dionissos çığırı, öbürü yüzdekilerin bağlı kaldığı Herkül yolu olduğunu yazmıştı. Arrien, Hintlilerin Makedonyalı İskender'i Hydaspe suyu yakasında barbar musikîleri ile karşılayıp ağırlamaya çalıştıklarını anlatırken: "Bunlar istisnasız olarak musikî hevesk'rlarıdır. Baküs ile arkadaşları bakanelleri Hint topraklarına götürdükleri çağdan beri raksı aşkla tatbik ederler."

Megasthene: "Dionysos, Hintlilere ziller ve dümbelekler çalarak öbür ilahları kutlamasını bizzat öğretti. Yunanlıların kordax dediği hicivci raksı da öğretti." diyor!

Strabon ise; "Bütün Asya'yı Hint ülkesine kadar Dionysos'un kutsallık sahası veya toprakları yapan şairler, musikîye bilakis Asyaî bir menşe göstermek davasındadırlar" diyor.

Antik Yunan medeniyetinde dans özellikle İyonya ve Pontus'ta gün görmüştü deniliyor. Baküs'ün Hindistan'a yaptığı efsanevî geziden dönüşünü temsil eden gösteri pek övülmüştür; Bu, bir cin ve peri dansıymış. Faunlar, satirler, Titanlar, Korihantlar biçiminde kılık değiştirmiş olarak memleketin en ünlü kişileri bu gösterilere katılıyorlardı. Dans, seyirliktekilere öylesine bir ilgi aşılıyordu ki, bütün bir günü temaşanın haz ve huzuru içinde geçirmeden edemiyorlardı, deniliyor.

Dans tarihinin antik Yunan metinlerinden örnek olarak aldığımız üstteki fıkraları arasında bir de sıra oyunu müşahedesine dair en eski tarih metni vardır. Müşahit (gözlemci) Yunanlılar, fakat sahne Hindistan'dandır. Arrien, Hintlilerin filleri zapturapt (disiplin) altında tutup ram etmekte (isteklerine boyun eğdirmekte) baş vurdukları usuller arasında şunu da İlkçağ sonlarında yazmıştı: "Hintliler fillerin çevresinde halka kurup çergelenerek şarkılarla davul ve ziller çala çala huylarını yumuşatmaya bakarlar." Tarihteki en eski sıra oyunu kaydı işte budur. İkinci derecedeki kıdemli kayıt Turan ilinden, Hunlardan, yani yine Asya'dandır. Rivayetlerin en akla yakın olanları sonuncu sıra oyunlarına mütedair (ait, ilişkin) müşahadelerdir.

İlkçağ Yunan kaynaklarından seçilmiş üstteki fıkralar çoğunlukla aynı mahiyet ve kuvvetteki efsanelerdir. Bizdeki sıra oyununa karşı nefret duygusu beslemiş zümreden çağlar önce; "Asya oyunlarının Yunan menşeinden olduğuna" inanmış bir Yunanlı itikadının (inanışının) hüküm sürmüşlüğüne delildirler. Bu bir efsane idi.

Gerçekte, her ülkenin sıra oyunları duyguların topluca ifadesinden yerli yerinde doğmuş; çeşitlenişlerde yerli zevklerin türetme kabiliyeti nispetinde artmıştı. Kızılderililerin bile sıra oyunları vardır. Kavmî sekene yoğluğunun azınlık oyunlarını zevk etkisine almış olacakları her şeyden önce mantıkça açıktır.

1. Afgan'ın aten tabirinin raks anlamında kullanılışına gelince; bu kelime Afgan'ın Farsça bünyeli Puşti diline ait olup, bir yandan Türkçe oyun sözüne, öte yandan da Farsça ayin tabirine yakın görünüştedir.

2. Yaşula sözü, Türkçe'nin tarihi "aşula" kelimesini ve o şölenlerin kadın oyuncularını akla getirmektedir.

Asya'dan sıra oyunu hatırları hem eski asırlara hem de iç ülkelere kadar derindir. Mesela XV. yüzyıl Çağatay edebiyatına ora Türk kızlarının düğünlerde tef çalarak ve el ele tutuşarak yürüttükleri sıra oyunu Çenge adıyla anılı kalmıştır. Eski bir şahın tasallut (sataşma, taciz) ısrarlarından kurtuluşun şenliği olarak her yıl genç kızlarca kutlanan ayrı bir bayramın adı "îd-i çenge" (Çinge Bayramı ki, hep bilindiği üzere İd Farsça değildir) olarak bazı muahhar (sonraki) ferhenklere de geçmiştir. Çengi (zilbaz) kelimemiz bu "çenge" den kalmış olsa gerekir.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 3307 kez gösterilmiştir.