İki Halk Kahramanı M. Kemal Atatürk ve M. Ali Cinnah - Dr. N. Ahmet ASRAR

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

İki Halk Kahramanı M. Kemal Atatürk ve M. Ali Cinnah

Dr. N. Ahmet ASRAR ( Pakistan )

Biz burada iki halk kahramanından sözedeceğiz: 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve 140 milyonluk Pakistan'ın kurucu Muhammed Ali Cinnah. Ondokuzuncu yüzyılın çeyreğinde doğup yetişen ve yirminci yüzyılın hemen hemen yarısına kadar peşlerinden milyonları koşturan ve önderliklerini yaptıkları halk kitlelerinin güvenliği, refahı ve mutluluğu için yeni devletler kuran bu eşsiz liderleri gelin hep beraber değerlendirelim.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük ve en görkemli eseri Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan lâiklik karşıtı mihraklar ve bölücü güçlerin ve dünyayı saran gezici ve terörist akımların faaliyetleri ele alındığı zaman O'nun büyüklüğü, dehası ve uzak görüşlülüğü bir kez daha gözlerimizin önüne serilmiş oluyor.

Tarih boyuncu Türk milletiyle yakın ilişkiler içinde olan Pakistan milleti, M. Kemal Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı'na, dünyada belki de en büyük desteği vermiş ve Türkiye Cumhuriyetinin son 77 yılda ekonomi, sanayi, eğitim, bilim teknoloji, ulaştırma, iletişim, kültür ve sanatta kaydettiği gelişmeler ve halkının refahı ve mutluluğu için harcadığı çabaları takdir ve sevinçle karşılamıştır.

Hint-Pakistan Müslümanlarının Türk Kurtuluş Savaşı'ndan ilham aldığı ve Atatürk'ü örnek olarak kabul ettiği bilinen bir gerçektir. Türk Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin kuruluşunun her aşaması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bugüne kadar geçtiği bütün siyasî ve ekonomik evreler Güney Asya Müslümanlarının basın ve yayın organlarına ve literatürüne yansımıştır. Belli başlı tüm politikacı, gazeteci, yazar, şair ve düşünürler son 100 yılda Türkiye'yi, Türk Cumhuriyetini, Atatürk'ün kişiliği, ilke ve inkılaplarını ve Türkiye'nin değişik yönlerini konu olan onlarca İngilizce ve Urduca kitap ve binlerce makale, yazı dizisi, yorum, şiir ve denemeler kaleme almıştır ve yüzlerce dergi ve gazetede yayınlanmıştır. Bunların bir bölümü Hamdard Üniversity Press, Karaçi tarafından 1987'de yayımlanan 110 sayfalık "Türkiye Bibliyografyası"nda yer almıştır. Örneğin, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti üzere yayımlanan kitaplardan bazısı şunlardır:

Urduca:

"Atatürk", (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu tarafından yayımlanan eser, Tercüme: Nasir Hüseyin Zeydi, RCD Kültür Enstitüsü, Tahran, 1989, s.320.)

"İnkılab-ı Türki" (Türk Devrimi), Kamer Acnalvi, Lahor, 1969, s.432.

İngilizce:

"Turkey - Rebirth of a Nation" (Türkiye - Bir Ulusun Yeniden Doğuşu), Gulzar Ahmed, Karaçi, 1961, s.206.

"Mustafa Kemal Atatürk", Rawalpindi, Pakistan Enformasyon ve Yayınlar ile Avkaf ve Hac Bakanlığı, s.39

Türkiye ve Pakistan tarihin birçok dönemlerinde birbirine çok benzemiş ve bazan da ayrıldığı noktalar olmuştur. Yabancı egemenliklere karşı kazandıkları zafer değişik zamanlara rastlamıştır. Örneğin, Türk milleti Cumhuriyetini 1923'tu kurarken Pakistan Devleti 1947'de kurulmuştur. Ancak Türk ve Pakistan Millî Mücadelelerinin kahramanları birçok yönleriyle birbirine benzemektedir.

Bu hususta ilk akla gelen adlar Millî Şairlerimiz Dr. Muhammed İkbal ve Mehmet Akif Ersoy'unkidir. Doğum ve ölüm yılları birbirine yakın olan bu iki İslam Şairi, yüreğimizi iman, şevk ve heyecanla doldurmuş, bize istiklale giden yolu göstermiştir.

Bundan sonra birinci derece önemli olan liderler Mustafa Kemal Atatürk ve Muhammed Ali Cinnah'tır. Türk ve Pakistan milletlerinin bu eşsiz önder, kurucu ve kurtarıcılarının arasındaki benzerlikler, farklılıklardan daha çoktur.

İki liderin doğum tarihi birbirine yakın sayılabilir. Kaid-i Azam (Büyük Önder) Muhammed Ali Cinnah 1876'da doğdu. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ise ondan beş yıl sonra dünyaya geldi. Atatürk 1938'de vefat etti. Cinnah ise yaklaşık 10 yıl sonra, 1948'de hayata gözlerini yumdu.

Atatürk esas itibarıyla bir asker olup Sakarya ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri'nin muzaffer komutanıyken, Türk milletinin zor anında liderliğini üstlendi. Cinnah ise, Batı kültürüyle yetişmiş, keskin zekalı, gözüpek ve parlak bir avukatken siyasete atılmış, ince uzun yapılı bir liderdi.

Atatürk, Osmanlı Devleti'nin enkazından Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, harebe halindeki bir ülkeden güçlü bir devlet meydana getiren bir siyasetçiydi. Cinnah ise parçalanmış, esaret içindeki Hintli Müslümanları birleştiren, çağın en güçlü sömürgeci gücü İngiliz İmparatorluğu'na karşı savaşan ve zamanın en büyük İslam Devletini kuran bir devlet adamıydı.

Atatürk, Cumhuriyetin kurulmasından sonra 15 yıl reformlar yapıp, temelini ilke ve inkılaplarıyla sağlamlaştırdı. Cinnah ise yeni kurulan Pakistan Devleti toparlanamadan ebediyete intikal etti.

İki liderin din ve devlet ile ilgili görüşleri farklıydı. Atatürk, lâik, demokratik bir Cumhuriyet kurmuşken, Cinnah, Pakistan'ın bir İslam Devleti olarak dünya haritasında yer almasını istiyordu. Çünkü kuruluşundaki amaç buydu.

Bu farklılıkları bir yana bırakırsak, Atatürk ve Cinnah arasındaki benzerliklerin hayli fazla olduğunu göreceğiz.

Bir kere M. Ali Cinnah, Atatürk'ün büyük bir hayranıydı. Cinnah, Türk milletinin Kurtuluş Mücadelesini ve Atatürk'ü kendine bir rehber ve örnek olarak seçmişti. İngiliz yazar Hector Bolitho, Cinnah'ın, Atatürk'ün hayatı ve yaptıklarından nasıl etkilendiğini, "Pakistan'ın Yaratıcısı Cinnah" adlı biyografisinde dile getirmiştir. Anlattıklarına göre, Cinnah bir ara siyasetten elini eteğini çekip Londra'da oturduğu 1930'ların başında (kasım 1932'de), kısa bir süre önce Türkçeye de çevrilen ve büyük tartışmalara yolaçan H.C. Armstrogn'un Atatürk'ü konu olan "Grey Wolf" (Bozkurt) adlı kitabını iki gün elinden hiç bırakmadan okudu; daha sonra çok sevdiği kızına, "Bunu oku, güzel bir kitap" diye verdi. Bu kitabın Cihan'ı müthiş etkilediği ortadaydı. Cinnah günlerce kitabın kahramanı Kemal Atatürk'ten söz etti. O kadar ki, küçük kız babasına, bu konuyu fazlasıyla daldığı için "Bozkurt" diye sitem etmeye başladı. İngiliz bir yazar tarafından M. Kemal Atatürk'e yakıştırılan "Bozkurt" lakabının kızı tarafından Cinnah için kullanılması ilginç değil midir?

Evet, "Bozkurt" gibi, Cinnah da dağınık, kararsız, şaşkın Müslüman yığınlarından yepyeni bir millet yaratacaktı. Mustafa Kemal, az çok Cinnah'ın çağdaşıydı. İkisinin de anaları muhafazakar ve dindardı. Cinnah da, Mustafa Kemal gibi, okulun diğer öğrencileriyle fazla samimi olmayan bir öğrenciydi. Kemal Atatürk'ün yabancı hegemonyadan kurtulmak, değişiklik ve reform isteyen halkın hislerine tercüman ve dikkatinin odağı olduğu gibi, Cinnah da Hint Katısa Müslümanların umudu haline gelecekti.

"Bozkurt" adlı kitap ve dolayısıyla, Mustafa Kemal'ın parlak başarıları da Cinnah'ı Hint siyaset sahnesine tekrar çıkmasını teşvik etmiş olabilir. Hector Bolitho'ya göre bu kitapta yer alan Atatür'ün bazı sözleri, özellikle Türkiye'nin birliği, beraberliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü vurgulamak amacıyla iç ve dış düşmanlara yaptığı şu uyarısı Cinnah'ı en çok etkilemiş olabilir:

"Efendiler, ne hisler, ne hayaller siyasetimize tesir edebilir. Rüyalar ve gölgeleri bir yana bırakalım. Bunlar bize çok pahalıya mal olmuştur."

Cinnah da hayallere paydos diyerek Londra'daki rahat yaşantısına son verecek, Hint Yarımadası'ndaki gerçeklere göğüs germeye ve Müslümanların düşmanlarıyla boğuşmaya karar verecekti. Tabii, bu kararın çabuklaştırılmasında Muhammed İkbal ve Liyakat Ali Han gibi liderlerin telkinleri de etkili olacaktı.

Cinnah, Atatürk gibi, milletine yeni bir dünya görüşü verdi. Onun gibi, devletin temelini demokrasi ve sosyal adalet üzerine kurmak istedi. Onun gibi gerçekçi olup Pakistan milliyetçiliğinin temelini attı. Her ikisi de din, dil, ırk, sınıf gözetmeksizin vatandaşlara eşit haklar verilmesine özen gösterdi. Her ikisi Batı Emperiyalizmine karşı idi, ama buna rağmen Batının bilim ve teknolojisinin benimsenmesini istedi. Ayrıca, milletlerinin ekonomik kalkınma ve refah yolunda yürümeleri için çaba harcadılar. İkisi de iç ve dış dünyada yankılanıyordu: "Amacımız yurtta ve dünyada barış olmalıdır." Atatürk'ün "Övün, çalış güven" sözü, M. Ali Cinnah'ın şu meşhur sözüne dönüşmüştü: "İnanç, birlik, disiplin". Ayrıca, çok çalışmak ve çabalamakla ilgili Cinnah'ın "çalış, çalış, çalış" sözü de Büyük Atatürk'ün bu anlamdaki vecizelerini andırmaktadır.

Şimdi, biraz geriye gidip tarihî gelişmeler içinde Muhammed Ali Cinnah ile Mustafa Kemal Atatürk arasındaki duygusal bağlar ve görüş birliğine rağmen bu iki büyük lider arasında doğrudan temasların kurulduğunu gösteren herhangi bir delile sahip değiliz.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş, Osmanlı padişahı ise işgal kuvvetlerinin kuklası haline gelmişti. 1920'lerin başında Avam Kamarası'nda İstanbul'un gelecek statüsü tartışılırken Tüm Hindistan Hilafet Hareketinin korkusuz lideri Mevlâna Muhammed Ali Cevher'in başkanlığındaki bir heyet Londra'ya varıp Yunanlılar ve Ermenilerin propagandasına karşı koyup Türklerin davasını kamuoyuna açıklamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Heyet Britanya Başbakanı Llyod George ile görüşüp "Türklere haksız muamele yapılması halinde Hintli Müslümanların buna seyirci kalmayacağı"nı kendisine açıkça ifade etti. Ne var ki, Türkiye'ye Sevr Antlaşması gibi haksız bir anlaşma empoze edildi. Ve bununla birlikte, Yunanlılar İzmir'e çıkıp büyük bir katliâm yaptı.

Türk Kurtuluş Savaşı'nın en umutsuz anlarının yaşandığı 1921 yılında Yunanlılar Ankara yakınlarına kadar gelmişlerdi. Yunanlıların bu saldırıları karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin bazıları başkentin Kayseri'ye hatta Sivas'a nakledilmesini isterken Mustafa Kemal bütün İslam dünyasını ayağa kaldıran bir beyanname kaleme aldı.

"Bütün İslam yüreklerinin bir kalp halinde çarpması için kendisini perişan eden Türk milletine muzahir olsun" çağrısını içeren bu beyannamenin ardından ikinci beyannamede şu satır yer oluyordu. "İslam'ın her tarafta düçar-i hezimet olan sancakları Anadolu'da toplanmıştır."

Bu beyannameleri Kurban Bayramı namazı için 250 bin kişinin toplandığı Lahor'daki tarihî Badşahi Camiinde okuyan Büyük Şair ve Filozof Dr. Muhammed ikbal uzun bir konuşma yaptı ve söyle dedi:

"Dua edelim kardeşler, o bayrak o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslâm'ın güneşi kararmasın. Allah, Müslümanları Hıristiyanlara karşı savunan Büyük Lider Mustafa Kemal'e yardım etsin. İslâm'ın son askerlerini muzaffer kılsın." İkbal'ın bu çok ünlü konuşmasından sonradır ki, Hint yarımadası Müslümanları Türk kardeşlerine büyük bir maddî destek sağladılar.

Bu, Türk Millî Mücadele liderleri ile Hint Müslümanları arasındaki ilk muhaberat değildi. Bu dönemde Ankara hükumeti ile Hint Müslümanları arasında pekçok mektuplaşmanın olduğunu görüyoruz.

Örneğin, Mustafa Kemal, Mevlana Muhammed Ali Cevher'e yazdığı bir mektupta İngiltere'nin Türk Kurtuluş mücadelesini ana karnında boğmak amacıyla muhtemelen Hindistan'dan askerî birlikler gönderebileceğini belirtiyor ve bu girişimi engellemesini istiyordu. Muhammed Ali ise cevabında şöyle diyordu:

"Gerekirse, Hint Ordusu'ndaki Müslümanlar toplu halde isyan edecektir. Bir defa, herhangi bir Hintli Müslüman, bir Türk'e silah çekme gafletinde bulunmayacaktır."

Velhasıl, Hintli Müslümanlar, Türk kardeşleri için kan ağlıyordu. Hindistan'ın her köşesinde şu haykırış duyulabiliyordu: "İslam tıpkı bir duvar gibidir. Herhangi bir tuğlasını yerinden oynatırsanız, bütün duvar çöker. Mustafa Kemal'i destekleyin."

9 Kasım 1922'de ise M. Kemal Atatürk'ün Hindistan Merkez Hilafet Komitesi Reisi Hacı Mian Muhammed Çotani'ye yazdığı bir mektupta şu satırlar dikkate değerdir:

"Tarafımıza icra olunan zaferde Hindistan'da için de mühim bir hisse-yi tafavvuk vardır (..) Yunanlıların gayrikabil-i tasvir vahşetler ve tahripkarlığı yüzünden bu vaziyete düşen Türkiye Müslümanları, Hindistan'daki gibi din kardeşlerinin vasi surette muvanetlerine muhtaçtır."

Bu arada, Hindistan'da yer yerinden oynuyordu. Son derece üzüntülü ve öfkeli olan Müslümanlar Sevr Antlaşmasının iptal edilmesi ve Yunanlıların İzmir ve diğer vatan topraklarından atılmasını istiyorlardı. Bu sıralarda Mustafa Kemal komutasındaki kuvvetler Anadolu'da Yunanlılarla çarpışmaktaydı. Ve Hintli Müslümanlar Türk Kurtuluş Savaşı'nı tam olarak destekliyorlardı. Ülke çapındaki ayaklanmadan huzursuz olan İngiliz Hükûmet'i 21 Mart'ta Müslümanların bir heyetini Londra'ya davet etti. Ağa Han başkanlığındaki heyet Lloyd Gegorge ve kabine üyeleriyle bir görüşme yaptı ve isteklerini kendilerine iletti. Heyet üyeleri 14 Mart 1921'de Ankara Hükûmeti'nin Dışişleri Bakanı Bekir Sami ile bir toplantı yaptı. Toplantıda Bekir Sami, Hintli Müslümanların kendilerine sağladığı destekten dolayı minnet ve şükranlarını belirtmek için kelime bulamadığını bildirdi.

23 Haziran 1921'de Londra'da Yunanlılar'ın Anadolu'daki baskı ve katliamı protesto etmek amacıyla bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda söz alan Muhammed Ali Cinnah, İngilizlere Türkiye hakkında Hintli Müslümanlara verdiği sözü hatırlattı, bunu unuttuklarından dolayı kendilerini kınadı ve politikalarının iflas ettiğini söyledi. Cinnah bu sözlerle de İngilizleri vicdan muhasebesine davet etti.

"Bir Müslüman'ın canından çok sevdiği o Türk topraklarının Yunanistan'a peşkeş çekilmesine tepkisi ne olur sanıyorsunuz? Hele İstanbul'un İngiltere ve yandaşlarının silahlarının gölgesinde, müttefiklerin bir çıkar ve güvence aracı haline getirilmesine ne demeli? Şunu iyi bilmelisiniz ki, hiçbir zaman siz Hindistan halkı veya Müslümanların iyi niyetine nail olamazsınız. Ve hiçbir zaman rahat ve huzur bulamayacaksınız."

Hintli Müslümanların bu haykırışı mağrur İngilizleri dize getirmedi. Ancak, Hintli Müslümanların yapamadığını Mustafa Kemal'in kılıcı yaptı. Türk Ordusu, Yunanlıları Sakarya'da bozguna uğrattı ve bir yıl sonra 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde yenip denize döktü. Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Anlaşması ile de Türk ve Hint Müslümanlarının bütün istekleri kabul edildi.

30 Aralık 1921'de Muhammed Ali Cinnah'ın başkanı bulunduğu tüm Hindistan Müslüman Birliği'nin Ahmedabad'daki 14. Kurultayı'nda kabul edilen karar tasarısında Yunanlılar'a karşı kazandığı görkemli zaferden dolayı Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk tebrik edilmiş ve İslam dünyasına büyük hizmetlerde bulunduğu ifade edilmiştir. Kurultayda sözalan ünlü şair ve politikacı Hasret Mohani, Trakya ve İzmir'in Türklere iade edilmesini, İstanbul, Boğazlar ve Marmara'dan bütün yabancı askerlerin çekilmesini istemişti. Yine Temmuz 1921'de Karaçi'de toplanın Hindistan Hilafet Konferansında kabul edilen karar tasarısında Gazi Mustafa Kemal ve Ankara Hükûmeti'nin düşmanlara karşı kazandığı zaferler en güzel sözlerle övülmüştü. Bu sıralarda bazı Hint Müslüman liderleri Atatürk'e Seyf-ül İslâm (Islâm'ın Kılıcı) ünvanı verilmesini de kararlaştırdı.

Şibli Nu'mani, Mevlâna Ebül Kelam Azad, Mevlâna Zafer Ali Han gibi siyasetçi ve yazarlar da Türkiye'yi ve Türkler'i konu alın yazılar yazıyor ve konuşmalar yapıyordu.

Şair Muhammed İkbal de çeşitli manzumelerinde Türklerin zor günleri ve daha sonra başarı ve zafere kavuşmalarını terennüm ediyordu. İzmir'in 9 Eylül 1922'de işgalci Yunanlılar'ın bir pençesinden kurtuluşuna büyük bir sevinçle Hicri-Kameri hesapla bir tarih düştü ki, tarih mısrası şöyle idi: "Goft İkbal, İsm-i Azam Mustafa" (ikbal, Büyük isim Mustafa dedi). Bundan kısa bir süre önce yani, Temmuz 1922'de yazdığı ve tanınmış Farsça eseri, "Doğu'dan Mesaj"da yer alan "Mustafa Kemal Paşa'ya Sesleniş" şiirinde de Ulu Önder'e övgülerini sunmuştu. Şu mısralara bakın:

Bir millet var, biz onun varlığıyla ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir bakışla yön verdi bizlere, dağları aştı
Dünya güneşi olduk bir kıvılcım yerine
Koş Mustafa Kemal koş atın çatlayana dek
Bize tedbir mat etti, sana tedbir ne gerek?

M. Ali Cinnah başta olmak üzere Hint Müslümanlarının diğer liderleri ve halkın kendisi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve M. Kemal Atatürk'ün önderliğindeki hükûmetin icraatı ve başlattığı ekonomik ve sosyal kalkınma hamlelerini yakından izledi. Ve 10 Kasım 1938'de Büyük Atatürk'ün hayata gözlerini yumması üzerine üzüntüye ve yasa boğuldu.

Ulu Önder Atatürk'ün ölüm haberi bir kara bulut gibi İslam Dünyasına çöktü ve Hintli Müslümanları perişan etti. Hint Yarımadasının her köşesinde cenaze namazı kılınıyor, gazete ve dergiler Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu için yazı ve fotoğraflar yayınlıyor ve M. Ali Cinnah'ın talimatı üzerine taziyet ve anma toplantıları düzenleniyordu.

Aslında 1938 Hintli Müslümanlar için kederli bir yıl olmuştu. İki değerli evlatları ve Türk milletinin büyük aşıkları Şair Muhammed İkbal ve Hilafet Hareketinin ikinci lideri Mevlana Şevket Ali ebediyete intikal ediyordu. Bu da kaderin bir cilvesi değil miydi. Kıvançta bir olanlar tasada da bir olmuştu.

İşte bu kederli günlerde, yani Aralık 1938'de Müslüman Birliği'nin 26. Kurultayı Bihar'ın Patna kentinde toplanıyor, kürsüye Muhammed Ali Cinnah çıkıyor ve bu iki liderden sözettikten sonra şöyle diyordu:

"Aramızdan ayrılan başka bir şahsiyet, dünya çapında tanınan devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Onun ölümü, İslam Dünyası için büyük bir kayıptır. O, Müslüman Doğu'nun ileri gelen bir şahsiyetiydi. İran'da, Afganistan'da Mısır'da ve tabii ki, Türkiye'deki nüfuzu ile Müslümanların nelere kaadir olduğunu göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında İslâm Dünyası büyük bir kahramanı kaybetmiştir. Önlerinde böylesine ilham veren bir örnek dururken Hint Müslümanları bataklıkta kalmaya devam mı edeceklerdir?"

Cinnah'ın bu sorusuna Kurultaydaki delegelerin cevabı, "Hayır" oluyordu. Bundan sonra Kurultayda şöyle bir karar kabul edildi:

"Tüm Hindistan Müslüman Birliği'nin bu yıllık kurultayı İslam Dünyasının gerçekten büyük bir şahsiyeti, eşsiz bir general ve değerli bir devlet adamı olarak kabul ettiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün esef verici ölümünden duyduğu derin üzüntüsünü belirtiyor. Atatürk, Türk Milletin, yenilgisi ve bozgunluğundan sonra birleştirip şahlandırdı. Avrupalı güçlerin muhalefetine rağmen, Türkiye'nin düşmanlarını hezimete uğrattı ve kısa sürede ülkeyi ileri saftaki bir devlet yaptı. Aziz hatırı, dünyadaki Müslümanlar için büyük bir ilham kaynağı olacaktır."

Pakistan'ın Kurucusu ve ilk Genel Valisi, Kaâid-i Azam Muhammed Ali Cinnah tüm ülkeler, özellikle Müslüman ülkeler ile diplomatik ilişkilerin kurulmasına büyük özen gösterdi. Türkiye ile diplomatik ilişkilerin Pakistan ile Türk halkı arasında yüzyıllardan beri süregelen dostça ve kardeşçe ilişkilerin bir bir sembolüydü. Pakistan'a atanan ilk Türk Büyükelçisi, ünlü şair Yahya Kemal Bayatlı idi. Pakistan'ın da Türkiye'ye atadığı ilk Büyükelçi, Müslüman Birliğinin önde gelen bir politikacısı ve tanınmış bir edebiyatçı olan Miar Beşir Ahmet idi. 4 Mart 1948'de Yahya Kemal'in güven mektubunu kabul ederken Muhammed Ali Cinnah şunları söyledi:

"Tarihte devlet adamlarınızın birçok alanlardaki başarıları, komutanlarınızın savaş alanlarındaki zaferleri, inkılaplarınızın giderek rayına oturmaları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün doğuşu ve mücadelesi, eşsiz devlet adamlığı, cesareti ve basiretiyle milletinizi şahlandırması, bütün bu heyecan verici gelişmeleri Pakistan halkı iyi bilmektedir. Gerçekte bu Alt Kıtanın Müslümanlarında siyasi bilinç başladığı günden beri ülkenizin kaderi tarafından derin sempati ve ilgiyle izlenmiştir. Onun için, Ekselansları, sizi temin ederim ki, Pakistanlı Müslümanlar ülkenize karşı büyük bir hayranlık duymaktadır ve artık iki özgür, egemen ve bağımsız devlet olarak Türkiye ile Pakistan aralarındaki bağları daha da güçlendireceklerdir."

Türkiye ile Pakistan arasında artan dostluk ve işbirliği, Muhammed Ali Cinnah'ın bu sözlerinde haklı olduğunu göstermenin yanısıra hepimiz için bir gurur ve kıvanç vesilesidir.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 32240 kez gösterilmiştir.