İstanbul, tarihi boyunca Byzantion, Deutera Roma (İkinci Roma), Nea Roma
(Yeni Roma), Konstantinopolis, Dersaadet, Deraliye ve Konstantiniye adlarıyla
anılmıştır. Yaygın kanıya göre, İstanbul çevresindeki en eski yerleşim yeri,
Anadolu yakasındaki Fikirtepe'dir. Bu bölgenin, Kalkolitik Çağdan, İ.Ö. 3. binin
başlarından itibaren iskân edildiği bilinmektedir.
Bununla birlikte, İstanbul'un
20 km. batısındaki Küçükçekmece'nin kuzeyindeki kayalık bir tepe üzerinde yer
alan Yarımburgaz Mağarası'ndaki buluntular, Orta Paleolitik çağdan başlayarak
burada insanların yaşadığını göstermektedir. Nitekim, bu mağara Bizanslılar
zamanında kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir. Bu verilere karşın, ilk
kentin, doğal bir koy olan 7.5 km. uzunluğundaki Haliç (Keras)'in üst tarafında,
Alibey ve Kâğıthane dereleri arasındaki dağlık yüksek burunda, Silivritepe'de
kurulduğu öne sürülmektedir. Küçük kayıkların güvenli sığınağı olan bu bölgede
her mevsim bol miktarda balık bulunur, kıyıları tarım açısından verimli ve
elverişlidir, derelerinden tatlı su elde edilir. Ayrıca, bugün Sarayburnu olarak
bilinen ve kent surlarıyla kuşatılmış bölgenin de iskân edildiği bilinmektedir.
Nitekim, İ.S. 1. yüzyılda yaşamış ünlü Romalı yazar Plinius, bu kesimde Lygos
adı verilen bir köyün bulunduğundan söz etmektedir. Muhtemelen burası, İ.Ö. 1.
binde Boğaz'a yerleşen Iraklara aitti. İ.Ö. 8. ya da 7. yüzyılda ise Megaralılar
Ege ve Marmara
kıyılarından Boğaz'a gelerek Sarayburnu (Akra)'nda, muhtemelen
eski Trak yerleşmesinin üzerine kentlerini kurmadan önce Khalkedon
(Kadıköy) çevresine yerleşmişlerdi. Bu dönemde, Halic'in sonunda, Galata'nın
bulunduğu kesimde ve Hrisopolis (Üsküdar)/te de Yunan yerleşmeleri olduğu
belirtilir. Sarayburnu'ndaki yerleşme sonradan Byzantion olarak anılmaya
başlandı, diğer kesimler ise Konstantinopolis'in dış mahalleleri haline geldi.
Bu dönemden sonra, İ.Ö. 513'te Pers, İ.Ö. 479'da Sparta, İ.Ö. 477 sonrasında
Atinalıların egemenliğinden söz edilebilir. Kent, İ.Ö. 340-339'da da Makedonya
Kralı II. Philippus'un eline geçti. Helenistik Çağ Byzantionu'nun Sirkeci, Alemdar Tepesi ve Ahırkapı çevresinde
geliştiği; tüm yapıların Topkapı Sarayı'nın dış duvarları içinde yer aldığı
anlaşılmaktadır. Kent, taş bloklarla yapılmış sağlam duvarlarla kuşatılmıştı,
batıdaki Trakion Kapısı ile 27 kulesi bulunmaktaydı. Sarayburnu yakınındaki
tepede yer alan ve içinde saray, tapınaklar (Zeus, Athena, Artemis-Selene ve
Poseidon), hamamlar, gymnasion, stadion ve tiyatronun bulunduğu Akropolis ayrı
bir duvarla kuşatılmıştı. Nekropolis (mezarlık) de batıda, surların dışındaydı.
İ.Ö. 2. yüzyıl sonlarına kadar, yüksek duvarlarla çevrilmiş Byzantion zengin bir
kentti. Bu refah düzeyinin kaynağını balıkçılıktan elde edilen gelirler, Boğaz'ı
geçen gemilerden alınan vergiler ve toprağın verimliliği oluşturmaktaydı. Bu
varlıklı yaşam İ.S. 193 yılma, Roma İmparatorluğunda taht kavgalarının neden
olduğu kargaşalık dönemine kadar sürdü. Bu olayların sonucunda tahrip olan ve
küçülerek köy konumuna düşen yerleşim Perinthos(Marmara Ereğlisi)'a bağlandı.
Devletin yönetimim ele geçiren Septimus Severus zamanında (193-211) önce en
önemli yapıları ile birlikte büyük ölçüde yıkılan, daha sonra yeniden daha büyük
olarak kumlan kent, oğlu Aurelius Antoninus Caracalla'nın adına izafeten
Anatonina olarak tanındı. Sirkeci'den
Çemberlitaş'a, oradan da doğuda Marmara
Denizi'ne kadar uzanan, ancak günümüze gelememiş surlar Septimus Severus
tarafından yaptırıldı. Kent merkezi, hamamlar (heykelleriyle ünlü Zeuksippos da
bunların arasındaydı), tapınaklar (Apollon-Helios ve Aphrodite) ve tiyatro da
dahil olmak üzere anıtsal yapılarla donatılmıştı. Nekropolis (mezarlık),
Çemberlitaş'la Beyazıt arasındaki alanda yer almaktaydı. Zamanın ana yolları iki
yanda sütunlarla sınırlandırılmıştı ve bu caddelerin en ünlüsü, Divanyolu
(Yeniçeriler) Caddesi güzergâhım izleyen Meşe idi.
|