Yeniden inşa edilen ve genişletilen, imparatorun adına izafeten
"Konstantinopolis" adı verilen kentin açılışı 11 Mayıs 330 yılında büyük bir
törenle yapılmış ve Roma'nın tüm ayrıcalıklarına sahip olmuş, "prokonsül" olarak
adlandırılan kent yöneticisi, vali ve belediye başkanının tüm yetkilerini
üstlenmişti. Bu yöneticilerin adları hâlâ bazı anıtlarda, kentin Mevlevihane
kapısındaki Dikilitaşla ve Kıztaşı'nda, karşımıza çıkmaktadır. Konstantinopolis, on ikisi surlar içinde, biri Galata'da, biri ise
Eğrikapı'daki Blakhernai olmak üzere on dört bölgeye ayrılmıştı. Başkente,
çoğunluğu Balkanlardan olmak üzere çok sayıda göçmen yerleştirilmişti. Kentin
sürekli artan nüfusunun daha 5. yüzyılda 300.000'i bulduğu ve böylelikle
Konstantinopolis'in Roma7dan daha kalabalık bir kent olduğu bilinmektedir. Bunun
sonucunda üretim ve ticaret alanında, Helenistik Dönemin ünlü kentleriyle
rekabet edebilecek duruma gelmişti. Kentin merkezinde İmparator Konstantinus'un
oval biçimli ve çift kat revaklarla kuşatılmış, alttaki büyük nişlere kaideleri
yazıtlı atlı heykellerin yerleştirilmiş olduğu Forumu, bunun ortasında,
günümüzde Çemberlitaş olarak bilinen sütun yer almaktaydı. Çok sayıda heykelle
süslenmiş ve Konstantinopolis'in yönetim merkezi konumundaki Forum, eski kentin
Nekropolisi üzerine inşa edilmişti. Konstantinai olarak adlandırılan bu kesim,
4. ve 5. yüzyıllarda başta saray, kiliseler ve hamamlar (en ünlüsü Konstantinai
Hamamı) olmak üzere çeşitli yapılarla donatılmıştı. Kentin iki ana yolundan biri
(Meşe; Balkanlardan gelen eski yol olan Via Egnatia'nın yerine) Konstantinus
Forumu'ndan Philadelphion'a, diğeri ise Philadelphion'dan Konstantinus
Mausoleum'una uzanmaktaydı. Batısına, haç planlı Aziz Havariler (Havaryun)
Kilisesi inşa edilmişti. Bu yapı, muhtemelen dönemin tek kilisesiydi. Zamanla
Mausoleum, Havariler martirionuna dönüşmüştü. Aziz Havariler Kilisesi de
İmparator lulianus zamanında (361-363) aynı adla yeniden inşa edildi. Yeni kent içinde kalan Byzantion, anıtları ile yönetim merkezi ve saray alam
olarak önemini korumuştur. Kent yeniden yapılandığında, At Meydanı'nda, Marmara
Denizi'ne egemen bir konuma sahip Büyük Saray (Palatium Magnum) inşa edilmişti.
İstanbul'un fethinde harap durumdaki yapı topluluğunun bir bölümü 16. yüzyılda
Osmanlılar tarafından yeniden inşa edilerek Nakkaşhane olarak işlev görmüştür.
Burası günümüzde Mozaik Müzesi olarak kullanılmaktadır. Bezemeleri, özellikle de
6. yüzyıla ait döşeme mozaikleri ile ünlü Saray, 11. yüzyıla kadar yapılan
çeşitli eklemelerle adeta küçük bir kent görünümüne kavuşmuştu. 11. yüzyılda,
Sarayburnu ile Ahırkapı arasında yer alan Mangana Sarayı'nın inşasıyla işlevini
yitirmiş ve harap olmuştur. Bu saray da yerini 12. yüzyılda, kentin
kuzeybatısındaki, duvarlarla çevrili Blakhernai mahallesindeki Blakhernai
Sarayına bırakmıştır. Saray topluluğundan günümüze gelebilen tek yapı, 13.
yüzyıl sonlarına tarihlenen üç katlı, cepheleri bezemeli Tekfur Sarayındır. Bu
mahallede ayrıca hamam, tiyatro, nimphaion (çeşme) ve evler bulunmaktaydı. Bu
dönemde Senato Binası ve Hipodrom da tamamlanmış, yeni yapılar inşa edilmişti.
En az 60.000 kişilik olduğu anlaşılan Hipodrom, kentin en önemli toplantı ve
eğlence yeriydi. Uzunluğunun 400 metreyi aşkın olduğu bu yapıdan, yalnız Marmara
yönünde yarım yuvarlak planlı Sfendon'un kalıntıları günümüze gelebilmiştir.
Yeni yapılar arasında, Hormisdas Sarayı, üzerine sarayın inşa edildiği
Binbirdirek Sarnıcı, kalıntıları Divanyolu-Adliye Binası arasında görülen
Antiokhus ile doğusundaki Lausus sarayları sayılabilir. 7. yüzyılda Antiokhus
Sarayı'nın bir bölümü ile kuzeyine, yonca planlı ve 13. yüzyıla tarihlenen
freskoları ile tanınmış Aya (Hagia) Euphemia Kilisesi inşa edilmişti. Konstantinopolis'in önde gelen tören alanlarından biri olan Augustaion
(Ayasofya Meydam)'un ilk yapımı Konstantinus öncesine gitmekle birlikte,
imparator zamanında yeniden yapılarak annesi Augusta Helena'ya adanmıştı. Bugün
Sultanahmet Meydanı olarak bilinen alan İstanbul'un en tanınmış mekânlarından
biridir. Batısında, Rea Tapınağı ve heykelinin bulunduğu meydana yapılmış Büyük
Bazilika, güneyinde Regia Revakı, doğusunda Büyük Saray'ın girişi olan ve 632
yılındaki Nika ayaklanması sırasındaki yangında yok olan anıtsal Chalke Kapısı
(Tunç Ev), Senato ve Magnaura Sarayı; Revak'm arkasında ise, 8. yüzyılda önemini
yitiren ve yerine 16. yüzyılda Ayasofya Hamamı yapılan Zeuksippos Hamamı ile
Hipodrom yer almaktaydı. Augustaion ile Ayasofya arasında ise Patrikhane Sarayı
bulunmaktaydı. lustinianus Sütunu, 1316 yılındaki büyük fırtınada yıkılmıştı.
Büyük Bazilikadaki heykeller İkonoklasmus (ikon/tasvir kırıcıları) döneminde
(726-842) yok edilmiş ya da yerlerinden kaldırılmıştı. II. Konstantius ise
bazilikada, 476 yılında yanan bir kütüphane kurdurmuştu. Bazilika'mn yakınında,
önemini İkonoklasmus dönemine kadar korumuş Tetradesion Oktagonon adlı ünlü okul
bulunuyordu. Kentin önde gelen yapılarının yanı sıra, en önemli olaylarının da
yaşandığı bu kesimde, tüm önemli yolların başlangıcı olan Milion yer almaktaydı.
395 yılında, bugünkü Beyazıt Meydanının yerine Theodosius/Taurus Meydanı inşa
edilmiştir. 200 m. genişliğindeki bu meydana girişi sağlayan büyük bir kapı ile
çevresinde birçok yapı bulunmaktaydı. Bunların başında, kalıntıları 1956 yılında
açığa çıkarılan dört mermer sütunlu Anıtsal Giriş gelmektedir. Ayrıca, I.
Theodosius (379-395) adına yapılan ve 1509'daki büyük yer sarsıntısına kadar
ayakta kalan Anıt, imparatorun savaşlarını ve zaferlerini betimleyen
kabartmaları ile ünlüydü. Meydanın sınırladığı alanda, Roma İmparatoru Severus'un Sarayı ve Tapınağının
da bulunduğu belirtilir. Fatih Sultan Mehmed'in de Eski Saray'ı bu alanda inşa
ettirmiş olması dikkat çekicidir. Tüm bu gelişime rağmen, kentin daha da genişletilmesi gereksinimi ortaya
çıkmış ve 5. yüzyıl başlarında, İmparator II. Theodosius zamanında (408-450)
bugünkü kent surları inşa edilmiştir. Yaklaşık 19 km. uzunluğundaki surlar
Haliç'ten Marmara Denizi kıyısındaki Mermer Kule'ye kadar uzanmaktaydı. İki
kalın ve yüksek duvar, aralarında ve dışta birer teras ile hendekten
oluşmaktaydı. Kule'nin 900 m. uzağındaki Porta Aurea, adeta anıtsal bir kale
görünümündeydi. Kapının üzerinde, L Theodosius'unki de dahil olmak üzere birçok
heykel bulunmaktaydı. Via Egnatia, bu kapıdan batıya doğru uzanmaktaydı.
Surların batı sınırı 20. yüzyıla kadar korunmuştur. Konstantinus surları ile bu
surlar arasında kalan alanda, Konstantinopolis'in tarihi boyunca hiçbir zaman
pek yapılaşma dikkati çekmez. Bu kesimde yapılan tek anıtsal yapı, 12. yüzyılda
yenilenmiş Chora (Kariye) Manastıradır. Haliç boyundaki bugün çoğu yıkılmış olan deniz surları, batıda Ksiloporta'dan
başlayıp, doğuda Akropolis'in altındaki Sarayburnu yakınında, limanın
girişindeki Eugenius (Yalı Köşkü) Kapısı'na kadar uzanmaktaydı. Theodosius dönemi sonrasının en önemli yapısı, İmparator Markianus zamanında
bir konsülü tarafından 463 yılında inşa edilmiş ve günümüze iyi durumda
kalabilmiş olan Samatya'daki loannes Prodromos Kilisesi (İmrahor Camii) ile
kiliseye bağlı Studios Manas tın'dır. Samatya'daki diğer önemli bir yapı,
sonradan kadınlar manastırı eklenerek genişletilen Karpos ve Papylos
Martiryumu'dur. lustinianus (Yerebatan) Sarnıcı, Binbirdirek Sarnıcı, şehrin su
ihtiyacını karşılamak için İmparator Valens (364-378) tarafından inşa ettirilen
ve bugün Bozdoğan Su Kemeri olarak bilinen eserler bugün de ayaktadır.
|