17. yüzyılda, tüm kargaşalıklara, siyasal ve askerî yenilgilere, yangınlara
karşın İstanbul’un nüfusu eskiye oranla daha az da olsa artmaya devam etmiş ve
sur dışı yerleşmeler çoğalmış, buna karşılık yeni anıtsal ve küçük ölçekli
yapıların sayısında belirgin bir azalma ortaya çıkmıştır. Kentin nüfusu yaklaşık
700.000 olarak tahmin edilmekte, bunun 2/3’sini Müslümanların oluşturduğu
belirtilmektedir. Hıristiyanların çoğunluğunu oluşturan Rumlar Samatya, Kumkapı,
Galata, Fener, Cibali’nin yanı sıra, Kasımpaşa, Hasköy ve Tophane’de
yerleşmişlerdi. 1601 yılında Rum Patrikhanesi de Fener’e taşınmıştı. Fetihten
başlayarak Marmara kıyılarında iskân edilmiş Ermeniler, Sulumanastır’daki
patrikhanelerini 1641’de Kumkapı’ya nakletmişlerdi. Ticareti Rumlarla birlikte
büyük ölçüde ellerinde tutan Yahudilerin büyük bir bölümü Sirkeci ve çevresinde,
Balat, Hasköy ve Bahçekapı’da yaşıyorlardı. Galata ve Pera çevresinde ise
“Frenk” olarak adlandırılan İtalyanlar oturuyordu. 18. yüzyıl İstanbulu’nun kent dokusunda önceki iki yüzyılın özellikleri
sürdürülmekle birlikte, sur dışındaki kesimlerin öneminin arttığı, özellikle
Boğaziçi’nin çok geliştiği bilinmektedir. Aynı durum Haliç kıyıları ve Üsküdar
için de geçerlidir. Su yollarının tümü, çeşmelerin yarısından çoğu, mescitlerin
yarısına yakını surların dışında yapılmıştır. Bu dönemin önemli yapı
topluluklarından biri, Sultan III. Ahmed’in (1703-30) annesi Gülnuş Sultan’ın
1708-10 yıllarında Üsküdar’da yaptırdığı Yeni Valide Külliyesi idi. Rüstem Paşa
Camii’nin sekiz destekli plân şemasının uzantısı olan cami, oranlarda ve
bezemede klasik üsluptan ayrılmanın başladığı bir evreye işaret eder.
|