Dolmabahçe Sarayı, Mabeyn'in giriş cephesi Dolmabahçe
yönünden görünüm. 1856 yılında tamamlanarak Sultan I. Abdülmecit (1839-61)
tarafından kullanılmaya başlanan saray, yüksek duvarlarla çevrili ve denize
paralel konumlanmış ana yapı ile buna bağlı ek yapılardan oluşur. Sofa ve buna
açılan odalardan oluşan Türk evi planı özellikleri batı bir anlayışla
birleştirilmiştir. 14.595 m2'lik bir alana yayılmış saray, 285 oda, 43 salon, 6
balkon ve 6 hamamı bünyesinde barındırır. 19. yüzyıl sonlarında, milliyetçilik hareketlerinin de etkisiyle, Neo-Klâsik
adı verilen bir üslûp ortaya çıkmıştır. Bu akımın ilk örnekleri, İstanbul’u
modern bir kent yapmaya çalışan İttihat ve Terakki Hükümeti zamanında (1909-18)
verilmiştir. Bu dönemde, Unkapanı-Yenikapı arasındaki yol açılmış, yangınlardan
zarar gören Sultanahmet, Aksaray ve Fatih ile kentin ticaret merkezi yenilenmiş,
caddeler genişletilmiş, yeni sokaklar açılmış, önemli meydanlar yeniden
düzenlemiş, yeni parklar yapılmış, eski yapılar onarılmış, yeni bir kanalizasyon
sistemi yapılmış ve tramvay hatları çoğaltılmıştır. Almanya’da eğitim görmüş
Kemaleddin Bey’in (1870- 1927) yapıları ile Neo-Klâsik üslûp yayılmaya
başlamıştır. Sirkeci’deki IV. Vakıf Hanı, Bostancı, Bebek ve Tarlabaşı Kamer
Hatun camileri, Eyüp’te Sultan V. Mehmed Reşad ve Hürriyet tepesinde Mahmud
Şevket Paşa türbeleri ile Lâleli Apartmanları, bu mimarın eserleri olarak
sayılabilir. Buna karşılık, Fransa’da eğitim görmüş Mimar Vedat Bey ise, 1911
tarihli Sirkeci Büyük Postahane, Defter-i Hakanî Nezareti (Tapu ve Kadastro),
Nişantaşı’nda kendi evini, Haydarpaşa ve Moda iskeleleri ile yıkılmış olan
Karaköy’deki Deniz Bank’ı inşa etmiştir. Bu mimarların yaratıcısı olduğu üslûp
bir süre daha sürdürülmüş, ancak 20. yüzyıl ortalarına doğru yerini betonarme
tekniğinin egemen olduğu modern mimarîye bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı, İtilâf Devletleri’nin İstanbul’u işgal etmesi
(1919-22), Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in kurulması, son Osmanlı sultanı
Vahdeddin’in 1922’de ülkeyi terk etmesi, Ankara’nın başkent olması gibi
nedenlerle İstanbul 20. yüzyılın ilk çeyreğinde artık eski önemini büyük ölçüde
yitirmiş bir kent haline geldi. 1930’lara kadar yapım etkinlikleri, Beyazıt
Meydanı’nın açılması ve Taksim Meydanı’nın planlânması dışında, sokakların
iyileştirilmesi, küçük parkların yapılması ve tramvay hattının uzatılması ile
sınırlı kalmıştır. Kent yaşamının yeniden canlandırılması için, İstanbul’a
çağrılan yabancı kent tasarımcıları tarafından çeşitli projeler yapılmış, ancak
bunların büyük bir bölümü uygulanmamıştır. H. Prost’un İstanbul’u işlevsel
bölgelere ayıran planları 1939’larda düzeltilerek uygulanmıştır. Prost’un
yaptığı en olumlu işler arasında eski kentin arkeolojik sit olarak ilân edilmesi
ve kentte yapı yüksekliğinin sınırlanmasıydı. Buna karşın Haliç’i sanayi bölgesi
haline getirme önerisi, eski kentin tahribine ve deniz kirliliğine yol açmıştır.
Ayrıca, Dolmabahçe Sarayı arkasındaki vadi için tasarlanan stadyum da kentin
sonraki gelişiminde önemli olumsuzluklara yol açmıştır. Anıtsal yapıların çevre
düzenlemeleriyle ilintili olarak Yeni Cami çevresindeki Eminönü ile Aksaray
meydanları oluşturuldu, Beyazıt Meydanı ise kentin kültür merkezi olarak
tasarlandı.
Yeni Cami, doğudan görünüm. İstanbul siluetinde önemli bir
yeri olan Cami ile bitişiğindeki Hünkar Kasrı, hünkar mahfili ile bağlantılıdır
ve Çinili Köşk ile birlikte İstanbul'da köşk mimarisinin en özgün eserlerinden
biridir. İç çini ve kalem işleriyle bezelidir.
|