20. yüzyıl İstanbulu bağlamında, Lütfi Kırdar’ın belediye başkanlığı yaptığı
1938-49 yılları arası, kentin yeniden inşa dönemi olarak görülebilir. Bu süreçte
çok sayıda meydan düzenlemesi gerçekleştirilmiş; başta Açık Hava Tiyatrosu,
Stadyum, Radyo Evi, Sergi Sarayı, Taksim Gazinosu (yerine Sheraton Oteli
yapılmıştı), hastahaneler ve okullar ile Zincirlikuyu Mezarlığı yapılmıştır.
Ayrıca, Fen-Edebiyat Fakültesi tamamlanmış, Taşkışla İstanbul Teknik
Üniversitesine dönüştürülmüş, kanalizasyon sistemi yenilenmiş ve eski yapılar
onarılmıştır.
1950 yılında demokratik hayata geçilmesiyle İstanbul da büyük kalkınma
projelerine açıldı. 19. yüzyıl sultanları gibi, modern İstanbul’u yaratma adına
yeni caddeler ve bulvarlar yapılmış, kentin göçlere açık hale getirilmesi
sonucunda ortaya çıkan nüfus patlamasıyla yüksek yapılar ve gecekondular inşa
edilmiş, yeni mahalleler oluşturulmuş, denizin bir bölümü doldurulmuş, tramvay
yerini elektrikli troleybüse bırakmış, araba sayısının hızlı artışıyla trafik
sorunu başgöstermeye başlamış, yer altı alışveriş merkezleri kurulmuş, kısacası
eski doku yeni yapılaşma ile önemli ölçüde tahribe uğramıştır. Tüm bu değişime
karşın, 1951 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun
oluşturulması, anıtların korunmasına yönelik atılmış ilk önemli adım olarak
değerlendirilebilir. Bu bağlamda, 1951-83 yılları arasında pek çok eser yok
olmaktan kurtulmuştur.
1950’lerden günümüze değin, aynı yaklaşımın daha hızlı gelişen uzantılarıyla
kentin mimarî dokusu büyük ölçüde değişime uğramıştır. Kent nüfusu da katlanarak
artmış, gecekondular geniş alanlara yayılmış, çok katlı yapılar kentin birçok
yerini sarmış ve 1980’lerde beş milyonluk, günümüzde ise on milyonluk bir
metropol yaratılmıştır. 1972 yılındaki Eski Eserler Yasası ile de anıtların ve
evlerin koruma altına alınması, kentin sur içi alanının arkeolojik sit olarak
ilân edilmesiyle, kentteki eski eserlerin o güne kalabilen örneklerinin
korunması yönünde önemli bir adım daha atılmıştır. 1983 yılındaki Boğaziçi
Yasası, bu alanda yeni yapılaşmayı tümüyle yasaklamış, yalnız eski anıtların ve
konutların onarımına izin vermiştir. Ancak, bakımsızlık ve yangınlarla özellikle
konutların büyük bir bölümü yok olmuştur. Yeni kurulan ve birçoğu alt yapı
tesislerinden yoksun olan bölgeler de kentin sorunlarına yenilerini eklemiştir.
Trafiğin büyük bir sorun haline gelmesiyle, 1973’te Boğaziçi Köprüsü, 1988’de
ise Fatih Köprüsü yapılmış, yine de İstanbul’un trafik sorunu her geçen gün
hızla artmaya devam etmiştir. Tarihi boyunca iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’un tarihî
alanları için söylenecekler tabii ki bu kadar değildir. Ancak, kısa olması
amaçlanan bir yazı içinde ancak böyle bir çerçeve oluşabildi. Başta da
belirttiğim gibi, İstanbul yalnız Ayasofya, Süleymaniye, Sultan Ahmet gibi en
anıtsal eserleriyle değil, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarından günümüze gelen
büyük-küçük tüm anıtları ve konut mimarîsi örnekleri, meydanları, buraları
süsleyen çeşme ve sebilleri, günümüze sınırlı örnekleri gelebilmiş Anadolu ve
Avrupa yakasındaki eski sokak dokuları ile bütünüyle koruma altına alınmalı;
gerekli bilimsel onarımlar yapılarak ve özelliklerine uygun işlevler
kazandırılarak sonraki kuşaklara tarihimizin en değerli hazineleri olarak
aktarılabilmeleri hepimizin görevi olmalıdır.
|