 Truva VI (İ.Ö. 1800-1275), sekiz yapı katından ve üç ana dönemden oluşur. Bu
evrede yapılan evler ve surlar yetkin bir işçiliğin ve zevkin ürünleridir.
Günümüzde ayakta olan Sur Duvarları, beş kapıyla bağlanan altı bölümden
oluşmaktadır. En iyi korunmuş olanı, kuzeydoğudaki 1. Bölümdür. Bu bölüm,
anıtsal kulesiyle 18 m. uzunluğunda ve 8 m. genişliğindedir. Özgününde 9 m.
yüksekliğindeki Kulenin, Akropolisin yanı sıra tüm platoya hakim bir Gözetleme
Kulesi olduğu saptanmıştır. Kulenin ortasında, kayaya oyulmuş 8 m.
derinliğindeki kuyuyu kuşatan bir Sarnıç bulunmaktadır. Güneyindeki, 41,50 m.
uzunluğunda, 4,50 m. kalınlığında ve 4,00 m. yüksekliğindeki kısmı günümüze
gelebilmiş 2. Bölüm de, kaliteli işçiliği ile dikkati çeker. Bu duvar, büyük
ölçüde Roma dönemi surunun arkasında kalmıştır. Güneye kadar uzanan yaklaşık 90
m. uzunluğundaki 3. Bölüm, güneyde Roma dönemi Bouleterion’u ve Schliemann’ın
yarığı ile kısmen tahrip olmuştur. Buna karşılık, doğu bölümü oldukça iyi
durumdadır. Güneydeki 4. Bölüm, 121 m. uzunluğundadır. Truva VI’daki en önemli
buluntulardan biri, 4. Bölümün yaklaşık 450 m. kuzeybatısındaki geniş hendektir.
Özgün durumunu korumuş 5. Bölüm küçük taşlarla inşa edilmiştir ve teknik
özellikleri açısından farklılık gösterir. Ayrıca, diğer bölümlerin yarısı
kalınlığındadır. Kuzeyindeki 6. Bölümün yalnız alt kısmı açığa çıkarılmıştır;
üstü Helenistik ve Roma dönemlerinde tahrip edilmiştir. Truva VI’nın sarayları
ve diğer önemli yapıları tepenin üst kısmındadır. Akropolisteki yapılar
Helenistik dönemde, Athena Tapınağı ile stoalar yapılırken ve Roma Döneminde
genişletilirken tahrip olmuştur. Zarar görmeyen kısımlar da Schliemann
tarafından yok edilmiştir. Bununla birlikte, kazılarda ortaya çıkarılan yapılar
ilgi çekicidir. Truva VI, özenli bir işçilik gösteren surları, ustalıkla
yapılmış kent plânlaması ve yapılarıyla, tüm antik dünyadaki çağdaşları arasında
en güzel ve sıra dışı kentlerden biri olarak kabul edilmiştir. Bu dönem,
Truvalıların yüksek düzeyde bir kültürel yaşantıyı gerçekleştirdikleri bir zaman
dilimidir. Kentin altın çağı olan Truva VI, büyük bir depremle tahrip olmuştur.

Truva VIIa (İ.Ö. 1275-1240) yerleşimiyle ilgili olarak kazılarda ortaya çıkan
buluntular, Truva’nın kültürel yaşamında bir kesintinin olmadığını göstermiştir.
Nitekim, Truva VI’da bulunmuş Gri Minyan keramiklerinin VIIa’da da aynı kalitede
ve bollukta olduğu belirtilmektedir. Hatta, Tan keramikleri de, daha önceki
tabakada görülen yoğunluktadır. Bununla birlikte, Truva VI’ya ait işlenmemiş
taşların kullanıldığı duvarlara da rastlanmıştır. Amerikan kazı heyetine göre,
VIIa Priamus’un kentidir ve Homeros’un “İlyada”sında anlatılan Ilion da bu
döneme aittir. Ancak E. Akurgal, bu tabakanın mimarî verileri çerçevesinde bu
görüşe katılmanın pek mümkün olmadığını, VIIa’nın sakinlerinin sur duvarlarını
ve harap evleri onardıklarını, ancak yaptıkları evlerin daha düşük kalitede
olduğunu belirtir. Hatta, mimarî plânlama ve düzenleme anlayışı açısından kentin
değişime uğradığını, Truva VIf-h’de gördüğümüz yüksek sanatsal ölçütlerin ve
ayrıntısına kadar düşünülerek tasarlanmış kent plânlamasının da Truva VIIa’da
görülmediğini ekler. Özellikle Truva VI’nın doğu ve güneydoğu kapıları
arasındaki kesimde yer alan evlerin, farklı sosyal tabakalaşmanın varlığını
gösteren, “megaron” tipinin uygulanmadığı düzensiz ve tamamlanmamış evler
olduğunu, bunların VI. tabakadaki evlerle kıyaslanamayacağını vurgular. Kısa
ömürlü Truva VIIa, Akalılar tarafından tahrip edilmiştir. Truva VIIb1 (İ.Ö. 1240-1190) döneminde, Akaların tahribatından sonra
Truvalıların kentlerine geri döndükleri, evlerini ve sur duvarlarını onardıkları
kalıntılardan anlaşılmaktadır. Gri Minyan ve Tan keramiklerini üretmeyi
sürdürmüşler, bunun sonucunda da önceki parlak kültürel yaşam pek kesintiye
uğramamıştır. Bu dönemin kalıntıları kentin güneyinde görülmektedir. Truva VIIb2 (İ.Ö. 1190-1100) döneminde ise, Truva VI’dan beri ilk kez
kültürel değişime tanık olunmaktadır. Bu dönemde, “düğmeli çanak-çömlek” ve
benzeri keramikler görülmeye başlanmıştır. Bu döneme kadar yalnız Balkanlar’da
karşımıza çıkan bu çömlekler grimsi renkleri, yüzeylerindeki boynuz benzeri
çıkıntıları ve köşeli sapları ile ayırdedilirler. Yapım tekniklerinde de önemli
değişiklikler ortaya çıkmıştır; duvarların alt sıraları ortostatlarla (büyük
boyutlu, bezemeli taşlar) desteklenmiştir. Bu verilerden, Truva VIIb2’de Balkan
kökenli bir halkın yaşadığı anlaşılmaktadır. Yüzyıllardır işgallere karşı
korumalı bir iç kale işleviyle kullanılmış Akropolisin ise, bu evrede eski
önemini yitirdiği anlaşılmaktadır.
|