Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa Turizm Şanlıurfa’nın Dünya İnanç Turizmindeki Yeri Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve
arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölge üzerinde yer
almaktadır. Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl
civarının günümüzden 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafından iskan
edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu’da mimarlık sanatının başlangıcı
sayılmaktadır. Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıura, günümüzde de mimari
eserlerinin zenginliği bakımından Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer
almakta ve bu özelliğinden dolayı “Müze Şehir” adıyla tanınmaktadır. Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli
bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe’de yapılan arkeolojik
kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüzden 11.000 yıl öncesine tarihlenen
dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa’nın inanan insanların
dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır. İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı
(politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden
biridir. Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı
politeist bir din olan Paganizm’in baştanrısı “Sin”in mabedi Harran’da bulunuyor
ve Soğmatar bu dinin önemli bir merkezi şehri sayılıyordu. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim
(A.S.) Şanlıurfa’da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mücâdele ettiği
için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim’in ateşe
atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa’dan Sodom’a doğru yola çıkmıştır.
İbrahim Peygamber’in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran’da
evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa’da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa’da vefat
etmiştir. Hz. Eyyub’u arayan Elyasa’ Peygamber O’nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü’ne
kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber,
Harran’a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri’nde yaşamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri
yakınındaki Soğmatar’da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. Bu nedene Urfa’nın bir
adı da “Peygamberler Şehri”dir. İsa Peygamber, Şanlıurfa’yı kutsadığına dair bir
mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini Şanlıurfa Kralı
Abgar Ukkama’ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu
dönemde Şanlıurfa’da kabul görmüştür. Bütün bunlardan, Şanlıurfa’nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke
ve Kudüs’ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu
anlaşılmaktadır. İlkel Dinler ve Şanlıurfa Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, Şanlıurfa şehir merkezindeki
Balıklıgöl civarının günümüzden 11.000 yıl önce (M.Ö. 9000) Neolitik Çağ
insanları tarafından iskan edildiğini kanıtlamıştır. İnsanlar bu çağda avcı ve
göçebe hayattan kurtulup yerleşik düzene geçerek ilk köyleri kurmuşlar ve ilk
defa tarım yaparak üretir hale gelmişlerdir. Ayrıca bu çağ, ilkel dinlerin
dünyada ilk defa ortaya çıktığı çağ olarak bilinmektedir. Bu nedenle Şanlıurfa
dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden dünya kültüründe önemli bir yere
sahiptir. İl merkezi yakınlarındaki Göbekli Tepe’de Şanlıurfa Müzesi Müdürü Eyyüp Bucak
başkanlığında yapılan arkeolojik kazılarda günümüzden 11.000 yıl öncesine
tarihlenen Cilalı Taş Devri (Neolitik Çağ)’nin Akeramik evresi insanlarına ait
dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve böylece Şanlıurfa’nın inanan insanların
dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır. Göbekli Tepe insanlarının tapındıkları boğa, arslan, kurt, domuz, turnakuşu,
ördek ve yılan başta olmak üzere çeşitli hayvan kabartmalarının yer aldığı “T”
biçimli taş steller 2000-2001 kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Neolitik Çağ’ın M.Ö. 8000-8500 evresine ait ikinci bir tapınak yeri Harran
Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü tarafından 1988 yılında Şanlıurfa
il sınırları içerisindeki Tektek Dağları mevkiinde yeralan Karahantepe
(Keçilitepe)’de keşfedilmiş ve burada yapılan yüzey araştırmasında toprağa
gömülü, ancak başları görülebilen çok sayıda stel tespit edilmiş, bunlardan
birinin üzerinde Cinsiyet Tanrısı’nı sembolize eden bir yılan figürüne
rastlanılmıştır. Harran Üniversitesi tarafından ilerki yıllarda burada yapılması
düşünülen arkeolojik kazılar dünya dinler tarihine önemli bulgular
kazandıracaktır. Göbekli Tepe ve Karahantepe tapınakları dışında, Hilvan İlçesi’ne bağlı
Nevali Çori’de yapılan arkeolojik kazılarda Neolitik Çağ’ın M.Ö. 7000 evresine
bağlanan kare planlı bir tapınak ve içerisinde stilize insan figürlü iki stel
bulunmuştur. Şanlıurfa bölgesinde yapılan birçok arkeolojik kazıda Kalkolitik Çağ ve Eski
Tunç Çağı halklarının tapındıkları şematik tanrı heykelciklerine (idol)
rastlanmıştır. Bozova İlçesi’ne bağlı Titriş Höyük nekropolünde ortaya
çıkartılan ve insan şeklinde tanrıları tasvir eden çok sayıda keman tipi idol
Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Çok Tanrılı Dinler ve Şanlıurfa İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı
dinlerin de dünyadaki önemli merkezlerinden biridir. Ay, güneş ve gezegenlerin
kutsal sayıldığı eski Mezopotamya’daki Assur ve Babilliler’in politeist
(çoktanrılı) inancına dayanan paganizm’in önemli merkez şehirleri Harran ve
Soğmatar Şanlıurfa il sınırları içersindedir. Harran ve Paganizm Babiller döneminde “ilu sa ilani” (tanrıların tanrısı), “sar ilani”
(tanrıların kralı) ve “bel ilani” (tanrıların efendisi-rabbi) olarak
adlandırılan ay tanrısı “Sin” paganistlerin en büyük tanrısı olma özelliğini
asırlar boyu devam ettirmiş ve Romalılar döneminde “marelaha” olarak
adlandırılmıştır. M.Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran’daki Sin
mabedinde bir antlaşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M.Ö.
II. binin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında
yapılan bir antlaşmaya Harran’daki ay tanrısı Sin’in ve Güneş Tanrısı Şamas’ın
şahit tutulduğu belirtilmektedir. 1950 yılında Harran’da yapılan arkeolojik
kazılarda bulunan ve Babil kralı Nabonid dönemine (M.Ö. V. yy.) tarihlenen tanrı
Sin ve Şamas’ı temsil eden çivi yazılı steller Şanlıurfa Müzesi’nde
sergilenmektedir. Dr. Nurettin Yardımcı’nın 1985 yılı kazılarında Harran höyüğünde bulduğu
Babil Kralı Nabonid dönemine ait çivi yazılı iki tablette Sin mabedinden ve E.
HUL. HUL tapınağından söz edilmektedir. İslâm kaynaklarında “Harraniler” (putperestler) adıyla anılan paganistlerin
bir kısmı; Harran’a gelen Abbâsi Halifesi Me’mun’un “Kur’an’da geçen semavi
dinlerden birini seçin” tavsiyesi üzerine Hıristiyan, bir kısmı da Müslüman
olmuş, önemli bir kısmı ise “hiç kötülük etmeyen yüce bir yaratıcı”nın varlığını
kabul eden ve Kur’an’da ehli kitapla beraber üç yerde zikredilen güney
Mezopotamya’daki Sabiiler’in monoteist (tektanrıcı) inanç sistemini
benimsemiştir. Ancak bu grup eski paganist inançlarından tam kopmayarak bu yüce
varlığın sadece yaratma gibi önemli işleri gördüğüne, yarattığı varlıklarla
ilgili işleri ise aracı ilah olarak niteledikleri gezegenlerin ve bunlar adına
inşa edilen tapınaklarda onları temsil eden putların yaptığına inançlarında yer
vermişlerdir. Bu dönemde Sin halâ tanrılar sisteminin zirvesinde yerini koruyor,
“ilahü-l-alilah” (tanrıların tanrısı) ve “rabbü-l al-ilah” (tanrıların rabbi)
olarak adlandırılıyordu. Böylece güney Mezopotamya’(daki esas Sabiizm’den farklı
bir çehreye bürünen bu dinin mensupları “Harranlı Sabiiler” olarak
anılagelmişlerdir. Bütün bunların dışında küçük bir grup putperest inançlarını gizli sürdürmeye
çalışmıştır. Elcezire Valisi Tahir’in Harran’a tayin ettiği İbrahim adında
Kureyşli bir vali Harran’da o zamana kadar ancak gizlice ayin yapabilen
putperestlerden hediye alarak onlara ayinlerini serbestçe yapma müsaadesini
vermiş, bunlar da üzerleri kıymetli kumaşlarla kaplı, başları gül ve merşin
dallarından yapılmış çelenklerle süslü, boynuzlarına çıngırak takılmış öküzleri,
arkalarında şarkı söyleyip, zurnalar çalan çalgıcılar bulunduğu halde şehrin
sokaklarında gezdirdikten sonra götürüp tanrılarına kurban etmişlerdir. Harranlı Sabiiler’in son mabedleri 1081 yılında İslâm hânedanlarından
Nûmeyriler’in Harran Valisi Yahya b. el-Şatr tarafından yıktırılmış ve böylece
bu din sona ermiştir. Soğmatar ve Paganizm Soğmatar şehri; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Pagan dininin ve
bu dinin baştanrısı Marelahe’nin (tanrıların efendisi) merkezidir. Mare-lahe’yi
temsil eden açık hava mabedi “Kutsal Tepe” Soğmatar’ın odak noktasını teşkil
etmektedir. Bu Tepe’nin zirvesinde kaya yüzeyine oyulmuş ve M.S. 164-165’lere
tarihlenen Süryânice yazılar, bazı önemli kişilerin Marelahe adına bu tepeye
diktirdikleri anıt sütunlar ve sunaklarla ilgilidir. Tepenin kuzeye bakan yamacındaki kabartma portrenin Ay Tanrısı Sin, boydan
tasvir edilmiş insan kabartmasının ise Tanrı Ma’na şerefine aynı tarihlerde
yapıldığı yanlarındaki Süryânice kitabelerden anlaşılmaktadır. Kutsal Tepe’nin batısında, kuzeyinde ve kuzey batısındaki tepelerde yer alan
7 adet yapı kalıntısı Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür
tanrılarını temsil etmektedir. Kutsal Tepe’ye çıkan Somatar’lı Paganlar bu
tapınaklara yönelerek ibâdet ederler ve kurban keserlerdi. Harranlı Paganlar da
ay tanrısı Sin mabedindeki ibâdetleri sırasında baştanrı mar alahe’nin mabedinin
bulunduğu Soğmatar’daki Kutsal Tepe’ye yönelirdi. Soğmatar kalesinin 250 m.
kuzey batısında yer alan ve yüzyılımızın başında Fransız Konsolosu Pognon
tarafından keşfedilip yazıları okunan ve “Pognon (Ponyon) Mağarası” olarak
adlandırılan mağaranın duvarlarında M.S. 150-200 yıllarına ait tanrıları ve
önemli kişileri tasvir eden insan kabartmaları bulunmaktadır. Gök cisimlerinin tanrı sayıldığı Assur ve Babil topluluklarında ayrıca
“fırtına tanrısı” ve “kırların koruyucu tanrısı” gibi birçok tanrı kutsal
sayılıyordu. Şanlıurfa Müzesi’nde Assur ve Hitit dönemine ait bu tanrıları
tasvir eden bazalt steller bulunmaktadır. Politeist inanca sahip Romalıların zafer tanrıçası “Nike”yi temsil eden zarif
bir bazalt heykel Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Ayrıca Harran
içkalesinin doğu duvarında devşirme malzeme olarak kullanılmış kalker taşından
bir nike kabartması yer almaktadır. Tek Tanrılı Dinler (Semavi Dinler) ve Şanlıurfa Musevi, Hıristiyan ve İslâm peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim
Şanlıurfa’da doğmuş, Nemrud ve halkının taptığı putlarla mücâdele ettiği için
Şanlıurfa’da ateşe atılmıştır. Lut Peygamber amcası Hz. İbrahim’in ateşe
atılışını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa’dan ayrılmıştır. İbrahim Peygamber’in
torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran’da bulunmuş, Eyyub
Peygamber Şanlıurfa’da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa’da vefat etmiştir. Hz.
Eyyub’u arayan Elyasa’ Peygamber O’nun yaşadığı köye kadar gelmiş, ancak
göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber Harran’a 37 km. mesafedeki Şuayb
Şehri’nde yaşamış, Musa Peygamber Şuayb Şehri yakınlarındaki Soğmatar’da Şuayb
Peygamberle buluşmuştur. İsa Peygamber Şanlıurfa’yı kutsadığına dair bir
mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini (Hagion Mandilion)
Şanlıurfa Kralı Abgar Ukkama’ya göndermiştir. Bütün bunlardan dolayı Şanlıurfa “Peygamberler Şehri” ve “Kutsanmış Şehir”
adlarıyla tanınmaktadır. İbrahim Peygamber ve Şanlıurfa Efsaneye göre, Nemrud bir gece rüyasında tahtının yıkıldığını ve
hükümdârlığının sona erdiğini görür. Müneccimleri O’nun bu rüyasını “bu yıl bir
çocuk doğacak, senin krallığına ve putperest dinine son verecek ve tek tanrılı
dini getirecek” şeklinde yorumlar. Bunun üzerine Nemrud, o yıl bütün hamile kadınların ve doğan çocukların
öldürülmesini emreder. İbrahim’e hamile olan Nuna hamileliğini gizlemeyi
başararak İbrahim’i bir mağarada gizlice doğurur. Bir rivayete göre 15 ay, diğer
bir rivayete göre 7 sene bu mağarada gizlice yaşayan İbrahim baba evine döndü.
Ancak, Allah’ın bir mucizesi olarak İbrahim yaşının çok üzerinde bir delikanlı
görünümünde idi. Hiç kimse O’nun Nemrud’un çocukları öldürdüğü yıllarda doğmuş
olabileceğini düşünmüyordu. Politeist inanca sahip Babillerde gök cisimlerinin tanrısal gücü olduğuna
inanılıyor ve gök cisimlerini sembolize eden insan şeklindeki heykellere
tapınılıyordu. İbrahim, Nemrud ve halkının taptığı bu putlara bakarak “Ey
kavmim, bu gördükleriniz ve taptığınız putlar hep yok olan varlıklardır. Ben
bunlara Allah diyemem. Allah; yerleri, gökleri ve kainatta var olan her şeyi
yaratandır” diyerek insanları gerçek Allah’a ibâdet etmeye çağırdı. Putları
kırıp parçalamaya başladı. (1994 yılında Balıklıgöl çevre düzenleme projesi
harfiyatında bulunan ve Şanlıurfa Müzesi’ne götürülen gözleri obsidiyenli kalker
heykelin Neolitik Çağ ya da Hz. İbrahim dönemine ait bir tanrı heykeli olduğu
tahmin edilmektedir). Bunun üzerine Kral Nemrud İbrahim’i yakalatarak bugünkü
Şanlıurfa Kalesi’nin bulunduğu tepeden aşağıda yaktırdığı büyük ateşe attı. O
sırada Allah tarafından ateşe “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol”
emri verildi. Bunun üzerine ateş su (Halil-ür Rahman Gölü-Balıklıgöl), odunlar
da balık oldu. Hz. İbrahim salimen bir gül bahçesinin içerisine düştü. Allah
sevgili kulu ve peygamberi Hz. İbrahim’i bir mûcize olarak korumuş ve
yakmamıştı. Rivayete göre Nemrud’un kızı Zeliha’da İbrahim’e inandığı için kendini O’nun
peşinden ateşe attı ve düştüğü yerde “Ayn-ı Zeliha” gölü oluştu. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, O’nun ve Zeliha’nın düştüğü yerde oluşan
Halil-ür Rahman (Balıklıgöl) ve Aynzeliha gölleri şehir merkezinde olup her yıl
onbinlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir. Her iki
göldeki balıklar kutsal kabul edildiğinden yenilmemekte ve korunmaktadır. Misafirleri çok seven ve misafirsiz sofraya oturmayan Hz. İbrahim’in bu
özelliği adeta günümüzdeki Şanlıurfalılara da yansımıştır. Zira, Şanlıurfalılar
misafir ve ikram sevme özellikleriyle turistlerin büyük ölçüde takdirini
kazanmışlardır. Hz. İbrahim Şanlıurfa’dan Hicaz’a giderken bir süre Harran’da kalmış, bu
nedenle Harran’a “İbrahim’in Şehri” denilmektedir. Bazı tarihi kaynaklar
Harran’da İbrahim Peygamber’in evinin ve mescidinin bulunduğu, O’nun otururken
yaslandığı bir taşın mevcut olduğunu yazmaktadır. Hz. İbrahim birinci evliliğini Sara ile Akçakale İlçesi yakınlarındaki su
kaynağında yapmış ve bu evlilikten İshak adında bir oğlu olmuştur. Bu nedenle
günümüzde bu su kaynağına “Düğün Gözü-Düğün Pınarı” anlamına gelen Ayn El-Arus
denilmektedir. İkinci evliliğini Hacer ile yapan Hz. İbrahim’in bu evlilikten de
İsmail adında bir erkek çocuğu olmuştur. Hz. İshak’ın soyundan Hz. Yakub ve
İsrailoğullarına gönderilen birçok peygamber (Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Harun)
gelmiştir. Hz. Hacer’den doğan Hz. İsmail’in soyundan ise İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed (a.s.) gelmiştir. Bunun içindir ki Hz. İbrahim peygamberlerin atası
olarak bilinmektedir. Lut Peygamber ve Şanlıurfa İbrahim Peygamber’in kardeşi Haran’ın oğlu olan Hz. Lut amcası Hz. İbrahim’in
ateşe atıldığını görmüş ve ateşin O’nu yakmadığına şahit olmuştur. Hz. Lut,
amcası İbrahim Peygamber’le birlikte hayvancılıkla uğraşıyordu. Her ikisinin de
malı mülkü pek çoğaldığı için kaldıkları yer birlikte yaşamalarına yetmiyordu.
Bu nedenle Hz. İbrahim’in çobanlarıyla Hz. Lut’un çobanları arasında kavga
çıktı. İbrahim Lut’a kardeşçe ayrılmasını ve başka bir yer seçerek gidip oraya
yerleşmesini söyledi. Bunu anlayışla karşılayan Lut, Şanlıurfa’dan Sodom’a doğru
yola çıkmıştır. İsrailoğulları Peygamberleri ve Şanlıurfa İsrailoğulları peygamberlerinden Hz. Yakub’un dayısı kızları ile Harran’da
evlendiğine, Mısır’da Firavun’dan kaçan Hz. Musa’nın Şuayb Şehri yakınındaki
Soğmatar’a gelerek Şuayb Peygamber’in kızı ile evlendiğine ve mûcizevi asasını
Şuayb Peygamber’den burada aldığına inanılmaktadır. Yakub Peygamber ve Şanlıurfa İbrahim Peygamber’in torunu olan Yakub Peygamber’in babası İshak Peygamber,
annesi Rebeka’dır. Yakub’a kin besleyen kardeşi İys (Esav) O’nu öldürmeyi
tasarlıyordu. Esav’ın bu niyetini duyan anne Rebeka, oğlu Yakub’a kaçmasını
söyledi. Yakub, dayısı Laban’ın kaldığı Harran’a geldi. Burada bir kuyunun
başında çobanlarla sohbet ederken dayısı kızı Rahel babasının koyunlarını
suvarmaya getirmişti. Yakub dayısı kızı Rahel’i görünce, kuyunun ağzındaki taşı
kaldırdı ve dayısının koyunlarını suvardı. Sonra Rahel’i öptü ve O’na halası
Rebeka’nın oğlu olduğunu söyledi. Yakub Harran’da bir ay dayısının yanında kaldı. Laban Yakub’a, ücretsiz
hizmet olmayacağını, hizmetine karşılık ne istediğini sordu. Yakub Laban’ın
küçük kızı Rahel’i istedi. Ancak Laban, bunun için 7 yıl hizmet etmesi
gerektiğini söyledi. Yakub, Rahel’i o kadar çok seviyordu ki, bu yedi yıl göz
açıp kapanıncaya kadar geçti. Bu süre sonunda Laban, bütün halkın davet edildiği
bir ziyafet (düğün) verdi, ancak gece Rahel yerine O’nun ablası Lea’yı verdi.
Yakub sabah olunca bunun farkına vardı. Laban bu davranışına gerekçe olarak
büyük dururken küçük kızın evlendirilemeyeceğini gösterdi ve Yakub’a Rahel’i
alabilmesi için 7 yıl daha hizmet etmesi şartını koştu. O dönemde henüz iki
kardeşle evlenmek yasaklanmamıştı. Yakub bu şartı da yerine getirdi ve dayısına
ikinci 7 yıl hizmetten sonra Rahel’i de eş olarak aldı. Yakub’un Lea ve
Rahel’den ve onların cariyelerinden çok sayıda çocuğu oldu. Çocuklarından biri
olan Yusuf en çok sevdiği eşi Rahel’den olmuştur. Hz. Yakub’un Rahel ile karşılaştığında kaldırdığı kuyu taşının tılsımlı
olduğuna inanılıyor ve bu taş Harran’da Hz. İbrahim Manastırı’nda saklanıyordu.
Hz. Yakub kuyusunun tılsımlı taşı için İslâm öncesine ait Süryânice bir
kaynakta şöyle bir öykü anlatılmaktadır: “Çocuğu olmayan İstanbullu bir hanım Harran’a gidecek bir tüccara Hz. Yakub
kuyusunun tılsımlı taşından bir parça getirmesi ricasında bulunur. Harran’a
gelip İstanbul’a dönen bu tüccara tılsımlı taş parçası sorulur. Fakat tüccar söz
verdiği bu görevi unutmuştu. Hemen şehrin dışına giden tüccar bulduğu taştan bir
parça kopararak onu ipek mendile sarıp kadına getirdi. Kadın hamile kaldı ve bir
kız çocuğu oldu. Ancak kadın buna üzüldü ve tüccara “Eğer bana daha büyük bir
parça getirseydin oğlum olurdu” diye sitemde bulundu. Tüccâr, “Kadına rasgele
verdiğim bu taşın yerine gerçekten Yakub kuyusunun taşından bir parça getirmiş
olsaydım belki de kadının birkaç çocuğu olacaktı” diye düşündü. XVIII. yüzyıl sonlarında yayınlanmış bir seyahatnamede Harran’daki Hz. Yakub
kuyusunun gravürüne yer verilmiştir. Bu kuyu, günümüzde, Harran şehir surlarının
kuzey batı dışarısında ve Hayat el-Harrânî Türbesi’nin kuzeyinde yer almaktadır.
Musa Peygamber ve Şanlıurfa Hz. Musa, kardeşlerinden birinin bir Mısırlı tarafından dövüldüğünü görünce
dayanamayıp araya girer ve Mısırlıyı öldürerek kuma gömer. Bunu duyan Firavun,
öldürmek için Musa’nın peşine düşer. Firavun’dan kaçan Musa, Şuayb Peygamber’in
ülkesine gelir. Orada bir kuyunun başına oturur. Şuayb Peygamber’in 7 kızı
vardır. Kızlar, babalarının sürüsünü suvarmak için kuyuya gelirler. Fakat
oradaki çobanlar kızları kovar. Kızları savunan Musa, sürüleri suvarır. Bunu
duyan Şuayb Peygamber Musa’yı yanına alır ve O’na kızlarından birini verir. Bu
olayın Şuayb Şehri’ne 16 km. mesafedeki Soğmatar’da geçtiğine ve Hz. Musa’nın
mûcizevi asasını burada Şuayb Peygamber’den aldığına inanılmaktadır.
Soğmatar’daki bir kuyu Musa’nın Şuayb Peygamber’in kızları ile karşılaştığı kuyu
olarak ziyaret edilmektedir. Eyyub Peygamber ve Şanlıurfa Eyyub Peygamber, Hz. Yakub’un kardeşi Iys’ın (Esav) oğludur. Dedesi İshak
Peygamber’dir. Annesi Hz. İbrahim ailesinden Hz. Lut’un kızıdır. Bir rivayete
göre, hanımı Yakub Peygamber’in kızı Rahime, diğer bir rivayete göre ise Hz.
Yusuf’un oğlu Menşa’nın kızı Rahime’dir. Şanlıurfa’da yaşayan Eyyub Peygamber çok zengin olup, çiftçilik ve
hayvancılıkla uğraşıyordu. Yüce Allah kendisini imtihan etmek için önce
mallarını, sonra çocuklarını elinden alır ve daha sonra kendisine ağır bir
hastalık verir. Günlerce hasta yatağında yatar, vücudunu yaralar ve kurtlar
sarar. Tüm bu musibetlere sabır ve şükür gösteren Eyyub Peygamber, Cebrail
(a.s.)’in getirdiği vahiy gereği ayağını yere vurur ve yerden su fışkırır. Bu su
ile yıkanan Hz. Eyyub vücudunu kaplayan yaralardan hemen kurtulur. Daha sonra
içtiği bu şifalı su içindeki bütün dertleri de yok eder. Bunun üzerine Allah
kendisine hem çocuklarının, hem de mallarının iki katını verir. Bunun için Eyyub
Peygamber “Sabır timsali” olarak tanınır ve musibete uğramış kimselere “Allah
Hz. Eyyub sabrı versin” duasında bulunulur. Eyyub Peygamber’in hastalık çektiği mağara, yıkanarak ve suyundan içerek şifa
bulduğu kuyu Şanlıurfa’nın Eyyûbiye mahallesinde bulunmaktadır. Bizans döneminde M.S. 460 yılında Piskopos Nona bu kuyunun suyunun cüzzam,
fil ve gut hastalıklarını iyileştirdiğini keşfedince, buraya bir hastane ve
hamam yaptırmıştır. Yine Bizans döneminde buraya inşa edilen şifacı azizler
Cosmas ve Damianus manastırlarında kuyunun şifalı sularıyla hastalar tedavi
edilmekteydi. 1145 yılında Şanlıurfa’yı Haçlılardan alan İslâm komutanı İmâdeddin Zengi,
Eyyup Peygamber kuyusunun şifalı suyu ile yıkanarak romatizma hastalığından
kurtulmuştur. İmâdeddin Zengi bu bölgede büyük bir hayır evi yapılması için emir
vermiş ve çevredeki tarlaları bu hayır evine vakfetmiştir. Ancak kısa bir süre
sonra Zengi’nin ölümü üzerine bu proje gerçekleştirilememiştir. İmâdeddin Zengi ayrıca sayıları üçyüzün üzerinde Yahudi ailesini eşleri ve
çocukları ile birlikte Şanlıurfa’ya getirerek yerleştirmiştir. İsa Peygamber’in Mendili ve Eyyub Peygamber Kuyusu: 1145 yılında Şanlıurfa Süryâni kilisesinin reisi Basil Bar Şumana, dost
olduğu İmâdeddin Zengi’ye şunları anlatmıştır: “Şanlıurfa’yı ziyarete
gelenlerden birisi Hz. İsa’nın mûcizevi portresinin bulunduğu mendili, saklı
olduğu Kosmas Manastırı’ndan çalar ve cebine koyar. Manastırda geceleyen
ziyaretçinin cebindeki mendil karanlıkta ışık ve nur saçmaya başlar. Yanmaktan
korkan hırsız, mendili yakındaki Eyyub Peygamber kuyusuna atar. Kuyudan güneş
misali bir ışık çıkar. Böylece mendil kuyudan çıkartılarak manastırdaki yerine
konur.” Eyyub Peygamber’in hanımı Rahime Hatun’un mezarları (türbe) Şanlıurfa’nın
Viranşehir ilçesine bağlı Eyyub Nebi Köyü’ndedir. Bu köyde ayrıca Elyesa’
Peygamber’in mezarı da bulunmaktadır. Bağdat Seferi sırasında bu köye uğrayarak
mezarları ziyaret eden Osmanlı Padişahı IV. Murad Han, çevredeki 17 köyün
gelirini bu türbelerin bakımı için vakfetmiştir. Yüzlerce yıldır bilhassa dini
bayramlarda ve arife günlerinde bu mezarlar binlerce kişi tarafından ziyaret
edilmektedir. Eyyub Nebi Köyü’nün 5 km. güneyindeki Tılgoran (Mezarlar Tepesi) Köyü’nde
bulunan bir mezarın Hz. Eyyub’un oğlu Sivan’a ait olduğu kuzeyindeki Gırlavık
Köyü’ndeki bir mezarın ise Hz. Eyyub’un diğer bir oğluna ait olduğu
söylenmektedir. Elyesa' Peygamber ve Şanlıurfa Eyyub Peygamber’i ziyaret etmek isteyen Elyesa’ Peygamber uzun yıllar sonunda
O’nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü’ne ulaşır. Ancak kendisi bunu bilmemektedir.
Karşısına insan kılığına girmiş Şeytan çıkar ve Eyyub Peygamber’in daha çok
uzaklarda olduğunu söyler. Yaşlanmış ve yorulmuş olan Elyesa’ peygamber bunu
öğrenince umuzsuzluğa düşer ve Eyyub Peygamber’i göremeden orada vefat eder ve
Eyyub Nebi Köyü’ne gömülür. Şuayb Peygamber ve Şanlıurfa Şuayb Peygamber’in Harran’a 27 km. mesafede ki Şuayb Şehri adıyla tanınan
antik kentte yaşadığına inanılmaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan ve
etrafı surlarla çevrili bu tarihi kent içerisinde çok sayıda kaya mezarı ve
üzerlerine inşa edilmiş yapı kalıntıları vardır. Harabeler arasındaki bir mağara
Şuayb Peygamber’in makamı olarak ziyaret edilmektedir. Bu şehire 16 km. mesafedeki Soğmatar’da, Şuayb Peygamber ile Musa
Peygamber’in buluştuğuna, Musa Peygamber’in, Şuayb Peygamber’in kızı ile burada
evlendiğine ve mûcizevi asasını Şuayb Peygamberden bu şehirde aldığına
inanılmaktadır. İsa Peygamber, Hıristiyanlık ve Şanlıurfa M.Ö. 132-M.S.244 yılları arasında Şanlıurfa’da bir şehir krallığı olarak
hüküm süren Osrhoene Krallığı dönemi Hıristiyanlık tarihi açısından büyük önem
taşımaktadır. Bu dönemin krallarından V. Abgar Ukkama, M.S. 13-50 yılları
arasındaki ikinci saltanatı sırasında, Hz. İsa’ya mektup yazarak halkıyla
birlikte dinini kabul ettiğini belirtmiş ve O’nu hem kendisini tedavi etmek, hem
de dinini öğrenmek üzere Şanlıurfa’ya davet etmiştir. Hz. İsa Şanlıurfa’ya gelemeyeceğini, ancak Şanlıurfa’yı takdis ettiğine dair
bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini havarilerinden
Thomas da denilen Adday ile birlikte Kral Abgar’a göndermiştir. Kral Abgar, bu
mendili yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuştur. Bu mektubun Grekçesi Şanlıurfa’nın Kırkmağara mevkiindeki bir mağaranın
girişinde kaya zeminine işlenmiştir. Son yıllarda gecekondular altında kalarak
kaybolan bu mağara cephesindeki mektup 1914 yılında H. Von Oppenheim tarafından
tespit edilerek yayınlanmıştır. Mektupta şunlar yazılıdır: “Ne mutlu sana Abgar
ve Edessa adındaki kentine. Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana. Çünkü
sana devamlı sağlıklılık bahşedecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana
yazdıklarına gelince; bilesin ki görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada
tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem
gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalığını) iyileştirmek, sana ve seninle
olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin şehrine dünyanın sonuna
kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden
birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin, efendimiz İsa’nın
mektubu.” Şanlıurfa’nın Hz. İsa tarafından kutsanmış olması, Hıristiyanlığı dünyada ilk
kabul eden krallığın Şanlıurfa krallığı olması bu ilin “kutsanmış şehir (The
Blessed City)” adıyla tanınmasına neden olmuştur. “Hagion Mandilion” adı verilen kutsal mendil üzerindeki portre daha sonra
Bizans ressamlarına ve Hıristiyan sanatçılarına konu olmuş, binlerce ikona
üzerine işlenmiştir. M.S. 944 yılında Bizans imparatorunun doğudaki
kuvvetlerinin komutanı Ioannes Kurkuas, Şanlıurfa üzerine yürüyerek bu mendili
almayı başarmış ve onu büyük bir törenle İstanbul’a götürmüştür. Hıristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Edessa’da (Şanlıurfa) dünyanın ilk
ve en görkemli kiliseleri inşa edilmiştir. Bizans döneminde Hz. İbrahim’in
doğduğu mağara yakınına inşa edilen ve İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’nin adını
taşıyan kilise için zamanında yazılan methiyete şunlar yazılıdır: “Bu bina ölçü
ve denge bakımından bir dünya misalidir. Deryalar dünyanın etrafını çevirdiği
gibi binanın etrafını da sular çevirmektedir. Kubbesi sütunsuz gök gibi
yükselmekte ve içinde altın mozaikler yıldızlar gibi parlamaktadır” Bu kilise yıkılınca, sütunlarının Harran Camisine ve Urfa Kalesine taşındığı
bazı kaynaklarda kayıtlıdır. VII. yüzyıl İslâm Tarihçisi El-Mukaddesi Kudüs’te El-Aksa Camisi yapılıncaya
kadar bu kilisenin mozaikli kubbesinin dünyanın üç harikasından biri olduğunu
söylemektedir. El-Mukaddesi ayrıca, İslâmda israf ve lüksün haram olmasına
rağmen Şam Emeviye ve Harran Ulu Camilerinin hiçbir masraftan kaçınılmayarak
ihtişamlı yapılmasının nedeninin “İslâmın camileri Edessa kiliselerinin
ihtişamından geri kalmasın” düşüncesine bağlamaktadır. Buradan da Edessa’daki
kiliselerin çok ihtişamlı olduğu anlaşılmaktadır. Beşinci yüzyılda Edessa bir Hıristiyan şehri idi. Bu şehrin manastırları
akademilerindeki öğrenciler ilâhiyat bilgileri ve dindarlıkları ile ünlü idi.
Şehrin dışındaki dağlardaki manastırlarda ve mağaralarda 90.000 keşiş yaşıyordu.
Tektek Dağları’ndaki Kasr-ül Benat, Senem Mağara, Çatalat, şehir merkezinin
güneyindeki tepelerde yer alan Deyr Yakub, güney batısındaki Çardak Manastırları
ve antik taş ocağı mağaralardan dönüştürülen kiliseler günümüze ulaşmış keşiş
merkezleridir. Et, ekmek yemeyen, şarap içmeyen bu keşişler ot ile beslenirler,
dağlarda otururlar ve Allah’a dua edip ilâhiler söylerlerdi. Tüm Hıristiyanlık dünyasından kalabalık hacı toplulukları kutsal Edessa’yı ve
burada bulunan havvari Thomas’ın (Adday) ve Abgar’ın, şehitlerden Şmona, Aziz
Efraim, Aziz Toma, Aziz Kosmas ve Aziz Damianus’un kutsal mezarlarını ziyaret
ederlerdi. Hıristiyan dünyasının ünlü azizlerinden olan ve henüz üç yaşında iken
kerametler gösteren Suruçlu Aziz Yakub, Şanlıurfa’ya 45 km. mesafedeki Suruç’ta
451 yılında doğmuş, Şanlıurfa’nın ünlü üniversitesinde edebiyat, musiki ve tarih
okumuştur. Sonraları kendi adıyla “Yakubiler” olarak anılan Monofizitler’i toparlayan,
Burda’na veya Zanzalos lakablarıyla ünlü Aziz Yakub, 500 yıllarında Edessa’nın
90 km. doğusundaki Tella’da (bugünkü Viranşehir) doğmuş, 578’de Mısır’da
ölmüştür. Cesedi 622’de Viranşehir’e getirilerek kendisi adına daha önce inşa
edilmiş olan Fisilta Manastırı’na gömülmüştür. Şanlıurfalı filozof ve müzisyen Bardaysan dini ayin ile müziği dünyada ilk
kez Şanlıurfa kiliselerinde icra etmiş ve kilise müziği geleneği Şanlıurfa’dan
bütün Hıristiyan alemine yayılmıştır. Şanlıurfa'daki Hıristiyan Yapıları Hıristiyanlığın devlet dini olarak dünyada ilk kabul gördüğü yer olan
Şanlıurfa’da dünyanın en görkemli kiliseleri inşa edilmiş, ancak bunlardan V.
yüzyıla ait olanların bir kısımın kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir. Deyr Yakub (Yakub Manastırı) İl merkezindeki Eyyub Peygamber makamının 4 km. batısında bulunan Deyr Yakub,
halk arasında “Nemrud’un Tahtı” ya da “Cin Değirmeni” olarak anılmaktadır.
Buradaki yüksek bir dağın tepesinde M.Ö. I. yüzyılda (putperest dönem) Edessa
Kralı Abgar Manu’nun oğlu Aryu’nun aile fertleri için inşa edilmiş anıt mezar
kalıntıları yer almaktadır. Bazı kaynaklarda manastır olarak adlandırılan, doğu
batı istikametinde dikdörtgen planlı iki katlı büyük yapı kalıntısının zemin
katının doğu kesimi üç katlı anıt mezardır. Edessa krallarının yattığı tahmin
edilen ve esas girişi zemin kattan olan mezar odası; kuzey, güney ve doğuda
kemerli birer arkosoliumdan oluşmaktadır. Arkosoliumların üzerleri büyük lento
taşlarla örtülüdür. Bu bölümün zemin kattaki giriş kapısının sol tarafında
çizikleme tekniğinde (grafitto) sağa bakar vaziyette profilden bir kuş figürü
işlenmiştir. Ruhun bir kuş gibi uçup gitmesini sembolize eden bu figür İslâmi
dönemlerde de bir çok mezara işlenmiştir. Büyük yapının anıt mezar dışında kalan
esas kısmının zemin katı kemerli koridorlarla üç arkosoliumlu mezar odasına ve
ayrıca kuzeydeki Manu oğlu Şaredu’nun karısı Ameşşemeş’in anıt mezarına
bağlanmaktadır. Zemin kata giriş, kuzeydeki yıkık kapıdan olmaktadır. Bu kapıdan
düştüğü anlaşılan blok bir taş üzerine, uzanmış vaziyette bir erkek figürü
kabartması işlenmiştir. Başını yastığa koymuş bu figürün yanında daha küçük
boyutta cepheden, bir sandalyede oturur vaziyette biri kadın diğeri erkek iki
figür bulunmaktadır. Büyük yapının kuzeyindeki dikdörtgen planlı üç katlı anıt mezarın doğu
cephesindeki pencerenin altında yer alan iki satır kitabenin üst satırı Grekçe,
alt satırı Süryânicedir. Her iki kitabede “Ma’nu oğlu Şaredu’nun karısı
Ameşşemeş” yazılıdır. Aryu Hânedanının M.Ö. I. yüzyılda yaşadığı dikkate
alınacak olursa mezarların Hıristiyanlık öncesi paganist (putperest) döneme ait
olduğu ve büyük yapının mezar odalarına bağlanan zemin katı üzerinin putperest
tapınağı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu tapınağın M.S. V.
yüzyılda kerametleri ve kehânetleri ile ünlü olan ve Suruç Episkoposluğu’na
kadar yükselmiş bulunan Suruçlu Aziz Yakub zamanında (M.S. 451-521) manastır
olarak kullanıldığı ve bundan ötürü Deyr Yakub (Yakub Manastırı) olarak anıldığı
tahmin edilmektedir. Manastırın doğusunda kayaya oyulmuş keşiş odaları bu
tahmini güçlendirmektedir. Büyük mezarın zemin kattaki güney arcosolium kemerinin kilit taşına işlenmiş
olan haç rozetinden burasının Hıristiyanlık döneminde de kraliyet ailesi
tarafından mezar olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır. Ayrıca halk arasında Yakub Peygamber’in burada kaldığına ve Deyr Yakub adının
bundan dolayı verildiğine inanılmaktadır. Tella (Viranşehir) Martyrionu Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının Şanlıurfa bölgesindeki en büyük
örneklerinden olan oktogonal (sekizgen) planlı bu yapının 34.5x32 m. çapındaki
kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz paye üzerine oturduğu mevcut
kalıntılardan anlaşılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesinin tamamı
ayakta olan bu yapının günümüze sadece bir payesi gelebilmiştir. Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği anlaşılan bu yapının önemli bir
aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş
olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak böylesine görkemli bir martyrion’un
Viranşehir’de doğan, sonraları kendi adıyla “Yakubilik” olarak anılan
“Monofizit” Süryâni cemaatini dağınık bir halden kurtarıp toparlayan ve
“Tibeloyo” (Evrensel Metropolit) ünvanına kadar yükselen, 578’de Mısır’da ölen,
cesedi 622’de Viranşehir’e getirilen Mar Yakub’un gömüldüğü Fisilta Manastırı
olma ihtimalini de düşünmek gerekmektedir. Kalıntılar arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden yapının zengin
mozaik süslemeli olduğu anlaşılmaktadır. Aziz Stefanos Kilisesi Bu kilise, miladi 435 veya 436’da ölen Piskopos Rabbula tarafından eski bir
Sinagog’dan dönüştürülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu
nedeniyle “Kızıl Kilise” olarak adlandırılan bu yapının yerine Zengiler
döneminde 1170-1175 tarihlerinde bugünkü Ulu Cami inşa edilmiş, kilisenin çan
kulesi minare olarak değerlendirilmiştir. Aziz Stefanos Kilisesi’nin avlu duvarları, Yıldız Meydanı ve Karanlık Kapı
Sokağı’na açılan avlu kapıları, cami avlusundaki bazı sütun ve sütun başlıkları
günümüze kadar ulaşmıştır. Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi Şehrin Ellisekiz Meydanı yakınındadır. VI. yüzyıla ait bir kilise
kalıntılarının üzerine 1861 yılında inşa edilmiştir. Kilise, Hz. İsa’nın iki
havarisinin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşır. Üç nefli bazilikal planlı yapının çapraz tonozlarla örtülü nefleri, sütun
dizileri ile ayrılmıştır. Bu tarihi yapı, Urfalı Süryâniler’in 1924 yılında Halep’e göç edişlerine
kadar, kilise ve okul olarak kullanılmıştır. İç mekâna giriş kapısı üzerindeki Süryânice inşa kitabesinin tercümesi
şöyledir: “Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin
girdikleri Allah’ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi,
Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü’min
Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan (1861) yılında inşa edildi. Rab,
katkısı olan herkesi mükâfatlandırsın.” 1924 yılında Tekel İdaresi’ne verilen, kilise, Tütün İşleme Fabrikasına
dönüştürülmüş, sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılmıştır.
Yapı, Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)’den dolayı “Reji
Kilisesi” olarak adlandırılmıştır. Kilisenin 1998 yılındaki kısmi restorasyonu
sırasında bahçesinden ve duvarlarından çıkartılan Süryânice yazıtlı 7-8 adet
mezar taşı Urfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Restorasyon sonrasında bir müddet Halıcılık Kursu Atölyesi olarak kullanılan
bu tarihi yapının Gençlik Kültür Merkezi’ne dönüştürülmesi için 2002 yılında İl
Özel İdaresi ve GAP İdaresi tarafından müşterek bir projeye başlanılmıştır. Rahibeler Kilisesi (Rahibeler Evi) Ellisekiz Meydanı, Şeyh Safvet Tekkesi’nin doğusundaki çıkmaz sokak
içerisinde yer alan bu kilise, plan itibariyle avlulu bir Urfa evini andırır.
1883 yılında Urfa’ya gelen Fransisken rahibeleri (gezici misyoner rahibeler)
için hem ev, hem de kilise olarak inşa edilmiştir. Avlunun güneyinde, doğu-batı
istikametinde dikine dikdörtgen planlı kilise kısmı, arka arkaya eş değerde üç
çapraz tonozla örtülüdür. Kilisenin avluya bakan ve kuzeye bakan giriş cephesi
önde iki sütuna oturan tonozlarla örtülü üç gözlü revaklıdır. Kilisenin
dikdörtgen niş şeklindeki apsisinin ön kısmı yanlardan merdivenle çıkılan sahne
şeklindedir. Apsis önündeki çapraz tonozun kollarının kesiştiği yerde dört melek
kabartması işlenmiştir. Ayrıca apsis çevresini dolaşan renkli freskler arasına
da figürler işlenmiştir. Çardak Manastırı Deyr Yakub’un kuş uçuşu 1 km. kuzeybatısındaki dağlar üzerinde kalıntıları
bulunan bu manastırın, V. yüzyılda inzivaya çekilen keşişler için yaptırıldığı
tahmin edilmektedir. Manastırın çevresinde çok sayıda sarnıçlar bulunmakta,
ayrıca çok sayıda kaya mezarı yer almaktadır. Norhut Kilisesi Halfeti ilçesi Norhut Köyü’ndeki bu kilise V. yüzyıl Bizans eseri olup, üç
nefli bazilikal planlıdır. Çatısı yıkılmış olup harap bir durumdadır. Şanlıurfa il merkezinde Aziz Petrus-Aziz Paulus Kilisesi ve Rahibeler
Kilisesi’nden başka; Aziz Havariler Kilisesi (Fırfırlı Kilise), Aziz George
Kilisesi ve Büyük Kilise olmak üzere Osmanlı döneminden kalma 3 kilise daha
günümüze ulaşmıştır. Bunlardan Aziz Havariler Kilisesi Fırfırlı Camii’ne, Aziz
George Kilisesi Circis Peygamber Camii’ne ve Büyük Kilise Selahaddin Eyyûbi
Camii’ne dönüştürülmüştür.
|