Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa Harran Şanlıurfa’nın 44 km. güney doğusunda bulunan ve her yıl binlerce yerli ve
yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi kent Harran, kendi adıyla anılan
ovanın merkezinde kurulmuştur. Tevrat’ta “Haran” olarak geçen yerin burası olduğu söylenir. İslâm
tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber’in torunlarından Kaynan’a veya
İbrahim Peygamber’in kardeşi “Aran”a (Haran) bağlarlar. XIII. yüzyıl
tarihçilerinden İbn-i Şeddat, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce bu şehirde
oturduğunu, bu nedenle Harran’a Hz. İbrahim’in şehri de denildiğini, Harran’da
İbrahim Peygamber’in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O’nun otururken
yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır. Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen
buluntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari’de bulunan
M.Ö. II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde “Har-ra-na” veya “Ha-ra-na”
şeklinde rastlanmaktadır. Kuzey Suriye’de Ebla’da bulunan tabletlerde ise
Harran’dan “Ha-ra-an” olarak bahsedilmektedir. M.Ö. II. binin ortalarına ait
Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya
Harran’daki Ay Tanrısı’nın (Sin) ve Güneş Tanrısı’nın (Şamaş) şahit tutulduğu
belirtilmektedir. Tüm bu tarihi belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, Harran adı 4000 yıldan beri
değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran adı, Sümerce ve Akatça
“Seyahat-Kervan” anlamına gelen “Haranu”dan gelmektedir. Bazı kaynaklar bu
kelimenin “keşişen yollar” veya “şiddetli sıcak” anlamına geldiğini de
kaydetmektedirler. Gerçekten de Harran, Kuzey Mezopotamya’dan gelerek batı ve kuzey batıya
bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu
özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Assurlu
tüccarların önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu’dan Mezopotamya’ya,
Mezopotamya’dan Anadolu’ya olan ticaret akışının binlerce yıl Harran üzerinden
yapılmış olması bu tarihi kentte zengin bir kültür birikiminin oluşmasına neden
olmuştur. Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya’daki
Assur ve Babillerin politeist inancına dayanan Paganistliğin (Putperestlik)
önemli merkezlerinden olması yönüyle de ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran’da
Astronomi ilmi çok ilerlemiştir. Babiller döneminde “ilu sa ilani” (tanrıların tanrısı), “sar ilani”
(tanrıların kralı) ve “bel ilani” (tanrıların efendisi-rabbi) olarak
adlandırılan Ay Tanrısı “Sin” paganistlerin en büyük tanrısı olma özelliğini
asırlar boyu devam ettirmiş ve Romalılar döneminde “Mar alahe” olarak
adlandırılmıştır. İslâm kaynaklarında “Harrânîler” (putperestler) adıyla anılan bu dinin
mensuplarının bir kısmı, Abbâsi Halifesi Me’mun’un “Kur’an’da geçen bir dini
seçin” tavsiyesi üzerine bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı da Müslüman olmuş,
önemli bir kısmı ise “Hiç kötülük etmeyen yüce bir yaratıcı”nın varlığını kabul
eden ve Kur’an’da ehl-i kitapla beraber üç defa zikredilen, İslâm hukukçularına
göre Hıristiyan ve Musevilerle aynı hukuki haklara sahip olan güney
Mezopotamya’daki Sabiilerin monoteist inanç sistemini benimsemiştir. Ancak
Sabiizmi benimseyen bu grup eski Paganist inançlarından tam kopmayarak bu yüce
varlığın sadece yaratma gibi önemli işleri gördüğüne, yarattığı varlıklarla
ilgili diğer işleri ise aracı ilah olarak niteledikleri gezegenlerin ve bunlar
adına inşa edilen tapınaklarda onları temsil eden putların yaptığına
inançlarında yer vermiştir. Bu dönemde Sin hala tanrılar sisteminin zirvesinde
yerini koruyor. “İlahü’l-alilah” (tanrıların tanrısı) ve “”rabbü’l al-ilah”
(tanrıların rabbi) olarak adlandırılıyordu. Böylece güney Mezopotamya’daki esas
Sabiizm’den farklı bir çehreye bürünen bu dinin mensupları “Harranlı Sabiiler”
olarak anılagelmişlerdir. Urfa’nın Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelmesine
karşılık, Harran Sabiilerin merkezi olmuş ve Hıristiyanlar Harran’a putperest
şehri anlamına gelen “Hellenopolis” adını vermişlerdir. Varlıklarını M.S. XI.
yüzyıla kadar sürdüren Sabiilerin son mabedi h. 474 (m. 1081) de Nûmeyriler
adına şehrin valisi olan Yahya b. el-Şatr tarafından yıktırılmış ve böylece
Harran’daki Sabiizm sona ermiştir. Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi “Harran Ekolü”dür. İlkçağdan beri
varlığı bilinen Harran Üniversitesi’nde dünyaca ünlü bir çok bilgin yetişmiştir.
Devrinin en büyük matematikçilerinden, tabiplerinden ve Yunan filozoflarının
eserlerini Arapçaya çevirenlerinden 821 doğumlu Sabit bin Kurra, o tarihlerde
Dünyadan Ay’a olan uzaklığı doğru olarak hesaplayan Battani (Avrupalılar
Albetegni veya Albatanius derler), Yunan filozoflarının aksine maddenin
bölünebilen en küçük parçasının müthiş bir enerji ile parçalanarak Bağdat gibi
bir şehri yıkabileceğini söyleyen ve böylece atomun mucidi sayılan Cabir bin
Hayyan, din bilgini Şeyh-ül İslâm İbni Teymiyye Harran’daki okullarda yetişmiş
dünyaca ünlü alimlerden bazılarıdır. Emevi hükümdârlarından II. Mervan 744 yılında Harran’ı Emevi Devleti’nin
başkenti yapmıştır. Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbâsilere yenilerek
Harran’da sona ermiştir. Abbâsi hükümdârı Harun Reşit zamanında “Harran
Üniversitesi” dünyada büyük bir ün kazanmıştır. Cüllab ve Deysan ırmaklarının suladığı kuzey Mezopotamya düzlüğünde bulunan
Harran Ovası tarihte bir ağ gibi su kanalları ile örülmüş bir tarım sahası idi.
1184 yılında Harran’ı ziyaret eden Seyyah İbni Cübeyr, burasının gölgelik ve
ağaçlık olduğunu, çeşitli meyve sebzelerin yetiştiği, uzun süren bir kuraklık
sonucunda ise harap olduğunu yazmaktadır. 1242 yılında Harran’a gelen İbni Şeddad şunları yazmaktadır: “Deysan ve
Cüllab nehirleri arasında kurulmuş olan şehirdeki imalathânelere Cüllab
nehrinden su gelirdi. Cüllab, Diphisar adlı bir köyden çıkar ve Harran’ı
sulardı. Nehrin suları şehrin bazı evlerine kadar ulaşırdı. Harran’da 14 hamam
vardı. Devlet ovadaki sulamadan 170.000 dirhem vergi alıyordu”. Fatımiler, Zengiler, Eyyûbiler ve Selçuklular gibi Türk-İslâm devletlerinin
yerleşmesine sahne olan Harran, 1260 yılı başlarında Moğollar tarafından işgal
edildi. 1270 yılında Moğollar burayı ellerinde tutamayacaklarını anlayınca
Camiini, surlarını ve kalesini yakıp yıkarak kenti tahrip ettiler. Halk Mardin,
Dimaşk (Şam) ve Halep’e kaçtı. Etraftaki göçebeler tarafından işgal edilen
tarihin bu altın şehri bir köy haline geldi ve o muhteşem günlerine bir daha
dönemedi. 1518 tarihli tapu tahrir defterlerinden, Harran’ın Osmanlı döneminde 250-280
nüfuslu bir köy olduğu anlaşılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Akçakale İlçesi’ne bağlanan Harran, GAP Projesinin
bölgeye getireceği canlılık göz önüne alınarak 1987 yılında çıkartılan bir
kanunla ilçe haline getirildi. Bugün Cüllab ve Deysan ırmakları kurumuş olduğundan Harran sudan ve yeşilden
mahrum bir ovanın ortasında 5000 yıllık tarihi ile ayakta durmaktadır. Tipik
evleri, höyüğü, kalesi, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları ile
turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Atatürk Barajı ve Urfa Tünelleri
vasıtasıyla Haran Ovası’na akıtılan Fırat Nehri, Harran’ı tarihteki yeşil ve
verimli günlerine tekrar kavuşturmuştur. Harran'daki Mimari Eserler I. Yazılı Kaynaklarda Geçen Mimari
Eserler Harran'daki mimari eserlerle ilgili en eski ve detaylı bilgileri İbni Cübeyr
h. 580 (m. 1184), İbni Şeddad h. 640 (m. 1242) ve Evliya Çelebi'den (17. yüzyıl
ortaları) öğrenmekteyiz. Ayrıca, R.C.Chesney (1850), G.P. Badger (1852),
E.Sachau (1883), C. Preusser (1950), D.S.Rice (1951-1956) ve Dr. Nurettin
Yardımcı (1983-devam ediyor) Harran'daki mimari eserlerle ilgili çeşitli
araştırmalarda bulunmuşlardır. Harran tarihi ile ilgili en geniş Türkçe eser
Prof. Dr. Ramazan Şeşen'in 1993 yılında Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında
çıkan "Harran Tarihi" adlı eseridir. Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığına göre, Hz. Ömer zamanında İyaz b. Ğanem
tarafından 640 yılında fethedilen Harran'da ilk islami eserler inşa edilmeye
başlanmıştır. Emevi başkentliği yaptığı dönemde (744-750 II. Mervan zamanı) imar
faaliyetleri hızlanarak şehir mimari eserlerle donatılmıştır. Mervan, 10 milyon
dirhem harcayarak Harran'a bir hükümdâr sarayı yaptırmış, Cami el-Firdevs'i
(Cennet Camii-Ulu Cami) yeniletmiş ve su kanalları açarak tarımı geliştirmiştir.
İmâdeddin Zengi'nin 1127 tarihinde Harran'ı almasından sonra, Zengi'nin oğlu
Nureddin Mahmud ve Selahaddin Eyyûbi zamanlarında şehirde medrese, hastane,
çarşı, hamam gibi çok sayıda mimari eserin inşa edildiği, miladi 1175 depreminde
zarar gören yapılar ile Ulu Cami'nin restorasyonunun yapıldığı yine çeşitli
kaynaklarda kayıtlıdır. H. 580 (m. 1184) tarihlerinde Harran'a gelen seyyah İbni Cübeyr, Ulu
Cami'den, şehrin surlarından ve kalesinden detaylı bir biçimde bahsetmektedir.
İbni Cübeyr bunlardan başka, Harran'ın camilerinin çok olduğunu söyleyerek
bunlardan Ebü'l-Berakat Hayat b. Abdülaziz Mescidi (Hayat el-Harrânî Camii) ve
güneyindeki zaviyesinden, Seleme'nin mescidinden bahseder ve ayrıca eski bir
mescidi ziyaret ettiğini söyler. Harran'da bir medrese (Üniversite) ve iki
hastanenin mevcut olduğunu anlatan İbni Cübeyr, şehrin çok düzenli kapalı
çarşılarının bulunduğunu söyleyerek bunları büyük yolları olan bir saraya
benzetir. İbni Cübeyr, çarşılardaki her dört yol kavşağının taşla örülmüş büyük
bir kubbe ile örtülü olduğunu ve bu kubbelerin sokakları ayıran bir nokta
konumunda bulunduğunu ve Ulu Caminin bu çarşılara bitişik olduğunu söyler. H. 640 (m. 1242) yılında (Eyyûbiler devri) Harran'a vergilerin teftişi için
gönderilen tarihçi İzzeddin b. Şeddad şehrin son mamur zamanını görmüş ve
bizlere Ulu Cami, kale ve surlar hakkında önemli bilgiler aktarmıştır. İbni Şeddad, şehirde Hz. İbrahim (a.s.) adına bir mescidden ve O'nun
otururken dayandığı söylenen bir kayadan ve diğer bir mescidden söz etmektedir.
Yine İbni Şeddad'ın verdiği bilgilerden Harran'da Nureddin Mahmud b. Zengi
(ölümü 1174), Şemseddin Şukayr, Hacı Naam Hanım, Şemseddin Ebu Muhammed b.
Selame b. el-Attar tarafından inşa ettirilmiş Hanbelilere ait dört medresenin,
birini Nureddin, diğerini Cemaleddin Şadbaht'ın yaptırdığı iki hanikâh'ın
(tekke), Gökböri tarafından inşa edilen (1182 Eyyûbi devri) bir hastanenin
mevcut olduğunu öğrenmekteyiz. İbni Şeddad ayrıca; Balat Hamamı, Kilise Hamamı,
Reis Hamamı, Şeyh Hamamı, Sebba Hamamı, Ali Hamamı, Veliyat Hamamı ile şehrin
dışında Büyük Kapı (Halep Kapısı) önünde iki, Yezid Kapısı önünde Hacib Ali
tarafından inşa ettirilen iki hamam olmak üzere Harran'da toplam 14 hamamın
bulunduğunu söylemektedir. Onyedinci yüzyılın ortalarında (1650 yılları) Harran'ın harap haline yetişen
ünlü seyyah Evliya Çelebi burasını, "Şehir harap, evler toprak olup kalesinde
insanoğlu kalmamıştır. Ancak kargir camileri, han ve hamamları kalıp diğer harap
evler içerisinde çöl arapları kışlamaktadır" cümleleriyle anlatmaktadır. Günümüzde şehir surları içerisinde kalan alan üzerinde adeta yerden fışkırır
durumda yüzlerce mimari eserin temel kalıntıları görülebilmektedir. Bunların en
önemlileri Ulu Cami'nin kuzey doğusunda yer alan ve Rice tarafından "Mervan Evi"
olarak adlandırılan temel kalıntıları ile bunun kuzey doğusundaki cami ve kilise
kalıntılarıdır. Ayrıca, eski fotoğraflardan yüzyılımızın başlarında kısmen
ayakta olduğu anlaşılan "Küçük Cami"nin temel kalıntıları Rakka Kapısı yakınında
bulunmaktadır. II. Harran Kazılarında Bulunan ve Günümüzde Ayakta Olan Mimari Eserler Parlak bir tarih ve ilim geçmişine sahip olan Harran, tarih boyunca bir çok
devletin hâkimiyetine girdiğinden kültürlerin kaynaştığı bir kent olmuş ve
zengin mimari eserlerle donatılmıştır. Ancak, hiçbir zaman Bizans ve Haçlı
hâkimiyetine girmeyen Harran'da bu devletlere ait eserler yer almamıştır. Kentin ortasında yer alan höyükte ve sur içerisindeki harabelerde Sin Mabedi
ve üniversite dahil en eski mimari eserlerin temel kalıntıları yer almaktadır.
Harran'ın zengin mimarisinden sadece surlar, iç kale, Ulu Cami, Şeyh Hayat
el-Harrânî türbe ve camii ile konik kubbeli evler günümüze kadar gelebilmiştir.
Harran Höyüğü Şehrin ortasında yer alan 22 m. yüksekliğindeki höyük oldukça geniş bir alana
yayılmıştır. M.Ö. III. binden M.S. XIII. yüzyıla kadar kesintisiz olarak iskan
edilen Harran Höyüğü, içerisinde çeşitli devirlere ait mimari kalıntıları ve
bölgenin tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri barındırmaktadır. Höyükte ilk araştırmalara 1951 yılında D.S.Rice tarafından başlanılmış ve bu
araştırmalar aralıklarla 1956 yılına kadar devam etmiştir. O tarihten bu yana
arkeologların gözünden ırak olan Harran höyüğünde 1983 yılında Dr. Nurettin
Yardımcı başkanlığında araştırma ve kazılara yeniden başlanılmış ve M.Ö. III.
binden XIII. yüzyıla kadar devreleri içerisine alan çeşitli buluntulara
rastlanılmıştır. Üst tabakada geniş bir alana yayılmış olarak ortaya çıkartılan
XIII. yüzyıl İslâmi devir şehir kalıntısı; su kuyularının bulunduğu avluları
olan kare ve dikdörtgen planlı bitişik nizamlı evler, bu evlerin oluşturduğu dar
sokaklar ve ortasında büyük bir kuyunun yer aldığı meydanlar, o dönemin İslam
şehirleri ve konut mimarisi hakkında önemli ipuçları vermektedir. Kazılardan elde edilen çok sayıdaki İslâmi devir sikke, sırlı ve sırsız
seramik kaplar, taş aletler, çeşitli süs eşyaları, madeni eserler, idol ve
hayvan figürinleri Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir. Sin Mabedi Babil dönemine ait ünlü Sin Mabedi Harran'da inşa edildiği bilinen en eski
anıtsal eserdir. M.Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde
Harran'daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi'nde bir antlaşma imza edildiğine dair
bilgiler bulunmaktadır. Yine M.Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit
tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran'daki
Ay Tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi'nin, höyükte, iç kalede ya da
Ulu Camii'nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sürülmektedir.
Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami'nin yerinde olduğunu, Harran'ın 640
yılında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye
dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer
verildiğini söylemektedir. Rice'nin yaptığı kazılarda, Ulu Cami'nin doğu, batı ve kuzey avlu kapılarının
girişinde ters vaziyette döşeme taşı olarak kullanılmış üç bazalt stel
bulunmuştur. Babil Kralı Nabonid dönemine tarihlenen (M.Ö. V. asır) bu
stellerden birinin Güneş Tanrısı Şamas'ı temsil ettiği tespit edilmiş, üçüncü
stelin mahiyeti anlaşılamamıştır. Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmekte olan bu
steller Ulu Cami'ye başka bir yerden getirilmiş olabileceği gibi, caminin
yerinde bulunması muhtemel olan Sin Mabedi'ne ait de olabilirler. İkinci ihtimal
İbn-i Şeddad'ın söylediklerine ağırlık kazandırmaktadır. Dr. Nurettin Yardımcı 1985 yılı kazılarında höyüğün 36 DD ve 36 GG plan
karelerinde bulduğu, Babil Kralı Nabunaid dönemine ait çivi yazılı iki tablette
Sin Mabedi'nden ve E.HUL.HUL tapınağından söz edilmiş olmasına dayanarak mabedin
höyükte olabileceğini ileri sürmektedir. Harran'da XI. yüzyıla kadar varlıklarını sürdüren Sabiilerin h. 474 (m.
1081)'de Nûmeyrilerin valisi Yahya b. el-Şatr tarafından yıktırılan son
mabedlerinin yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir. Harran Üniversitesi İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi
dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm
öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit
edilememiştir. Halk arasında ve kaynaklara dayanmayan bazı yayınlarda büyük bir
yanlışlıkla Emevi dönemine ait Ulu Cami'nin kalıntıları Üniversitesi olarak
gösterilmekte ve caminin minaresi rasat kulesi olarak tanıtılmaktadır. Ancak
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1976 yılı kazılarında, caminin doğu ve kuzey
cephelerinde bitişik olarak ortaya çıkan küçük hücrelerin İslâmi dönem
üniversitesinde (medrese) ait olduğu tahmin edilmektedir. Devam etmekte olan kazılardan elde edilecek bulgular, bu konuyu açıklığa
kavuşturacaktır. Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hakkında elimizde yeterli kaynak
bulunmamaktadır. Assur ve Babil dönemlerinden (M.Ö. II. bin) İslâmi döneme kadar
(M.S. VII. yy) devam eden ve gezegenleri temsil eden gelişmiş bir Tanrılar
Kültü'nün Harran'da yaşamış olması, M.Ö. II. binde buradan astronomi biliminin
ileri bir düzeyde olduğunu göstermekte ve bu bilimin ancak bir okulda sistematik
bir şekilde öğretilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Bu görüşe dayanarak,
Harran Okulu'nun temellerinin Assur ve Babil dönemlerinde atıldığını söylemek
mümkündür. M.S. II. ve III. yüzyıllarda Antik dünyanın eğitim merkezi sayılan
İskenderiye ve Atina okullarından ikincisinin 529 yılında Justinianus tarafından
kapatılması üzerine, bu okulun hocalarının Roma-İran arasında yer alan Elcezire
bölgesindeki okullara dağıldıkları ve bu hocalardan Simplicius'un Harran'da
kalarak Harran Okulu'na çeki düzen verdiği bilinmektedir. Ancak Harran Okulu'nun
bu tarihten önceki durumu ve alimleri hakkındaki bilgiler henüz karanlıktadır.
Ömer b. Abdülaziz'in 634-644 yılları arasındaki halifeliği döneminde, Antakya
ve Harran okulları ilmi araştırmaların merkezi yapılmıştır. M.S. 718 yılında İskenderiye Okulu da kapatılınca, buradaki hocalar Antakya
ve Harran okullarına gitmişlerdir. Emeviler devrinde (660-750) Elcezire
bölgesindeki okullar ve bilhassa Harran Okulu, büyük bir gelişme göstermiş ve
VII. yüzyılın ortaları ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran'da çeviri
çalışmaları hızlanmıştır. Bu dönemde Harran Okulu'nda Paganist, Sabii,
Hıristiyan ve Müslüman alimler rahat bir ortamda serbestçe çalışıyorlar ve
ilkçağ Yunan aydınlarının çoğu Anadolu'da bulunan eski yazmalarını ve Süryani
yazmalarını Arapça'ya çeviriyorlardı. Bu çeviriler arasında ilkçağ bilgin ve
bilgelerinden Öklid, Thales, Pisagor ve Arşimed'in eserleri de yer alıyordu. Bilindiği kadarıyla düşünce ve bilim tarihinde önemli bir dönemi ve evreyi
teşkil eden İskenderiye'den Harran'a uzanan öğretim merkezleri zinciri
içerisinde öncelik İskenderiye'ye aitti. Öğretim merkezi olma durumu
İskenderiye'den Antakya'ya, oradan Harran'a, Harran'dan Bağdat'a geçmiştir.
Harran Okulu'nda yetişmiş alimlerle ilgili bilgiler, VIII. yüzyıldan itibaren
bize ulaşmakta, daha öncekiler hakkında yeterli kaynak bulunmamaktadır. Harran Şehir Surları Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre 6
adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstahkem bir sur
ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan
hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güney-doğu köşesinde
kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları
günümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepeçevre izlenebilmektedir.
Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır. İbni Cübeyr, büyük bir şehir olduğunu belirttiği Harran'ın yontma taşlardan
yapılmış son derece sağlam bir surunun bulunduğunu söylemektedir. İbni Şeddat bu konuda daha ayrıntılı bilgi vererek şöyle demektedir. "Çok
müstahkem bir suru vardı. Surların 8 kapısı bulunuyordu. Bunlar, saatin yelkovan
yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı (kapalıydı), Büyük Kapı (Halep Kapısı),
Niyar Kapısı, Yezid Kapısı, Feddan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su
Kapısı'dır. Rivayete göre son kapının üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan
tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı". İbni
Şeddad'ın anlattığına göre şehrin dış mahallesi de şehir suruna bitişik bir
surla çevriliydi. Halep Kapısı'nın bir gravürü ilk defa R.A.Chesney tarafından 1850 yılında
yayınlanmıştır. Harap bir durumda olan bu kapı, son yıllarda Kültür
Bakanlığı'nca restore edilmiştir. Chesney'in gravüründen haberdar olmayan
restoratör mimarlar, büyük hatalar yaparak kapıyı orijinal şeklinden
uzaklaştırmışlardır. Kapı alınlığındaki h. 588 (m. 1192) tarihli kitabede
Selahaddin Eyyûbi'nin kardeşi el-Melik el-Adil'in adı geçmektedir. Seton Lloyd ve W.C.Brice 1951 yılında yayınladıkları şehir planında, doğuda
Bağdat Kapısı, Musul Kapısı, Aslanlı Kapı, batıda Halep Kapısı, kuzeyde Anadolu
(Rum) Kapısı ve güneyde Rakka Kapısı olmak üzere, Harran şehir surlarının 6
kapısını işaretlemişlerdir. D.S.Rice ise yayınladığı planda, bu kapılara ilave olarak kalenin güneyine
bitişik gösterdiği Niyar Kapısı'nın da adını vererek surların 7 kapısı olduğunu
belirtmiştir. Harran Kalesi Şehrin güney doğusunda yer alan İçkale, surların o kesimdeki parçasını
oluşturmaktadır. Hemen hemen bütün kaynaklar, kalenin yerinde bir Sabii mabedinin
bulunduğundan söz etmektedirler. İslâm kaynaklarında kaleden ilk kez bahseden el
Mukaddesi (h. 4.-m. 10. asır) burasının Kudüs kalesi gibi taştan yapıldığını,
güzel ve sağlam olduğunu söylemektedir. Emevi Halifesi II. Mervan'ın 10 milyon dirhem harcayarak Harran'da yaptırdığı
bilinen sarayın kale olması ihtimali vardır. İbni Cübeyr, Harran kalesinden "Şehrin doğusunda boş bir arsa ile ayrılmış
müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış
derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehrin suru ve kaleyi birbirinden
ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır" cümleleriyle bahsetmektedir. İbni Şeddad ise, şehrin doğusunda bulunan kaleye eskiden El-Müdevver
denildiğini, burasının Harran Sabiilerinin mabedlerinden biri olduğunu, 1192
başlarında kaleyi ağabeyi Selahaddin Eyyûbi'den devralan Melik el-Adil'in o
tarihte kaleyi yenilettiğini söylemektedir. (Melik Adil'in adı Halep kapısı
üzerindeki 1192 tarihli kitabede geçmektedir.) XVII. yüzyılın ortalarında Harran'ı ziyaret eden Evliya Çelebi Harran Kalesi
için, "Urfa'dan güney tarafında 9 saat giderek Harran Kalesi'ne geldik. Burayı
da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup
sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir" demektedir. Düzensiz dikdörtgen planındaki Harran Kalesi'nin dört köşesinde onikigen
birer kule bulunmaktadır. Bunlardan kuzey batıdaki kule tamamen yıkılmıştır.
Güney doğudaki kulenin dış kısmı yıkılmış olup iç kısmı ayaktadır. Güney
batıdaki ve kuzey doğudaki kuleler ise kısmen ayaktadır. Harran Kalesi ile ilgili en detaylı incelemeyi Lloyd ve Brice yapmıştır.
Kalenin rölöve ve kesitlerini çizerek 1951 yılında yayınlayan bu iki
araştırmacıya göre 90x130 m. boyutlarındaki kale üç katlı olup, bazıları tonozlu
150 odaya sahiptir. Her iki araştırmacıya göre; kale İslâm öncesi, İslâmi
devirler ve güneybatı kulesinin arkasındaki süslü bir geçit dolayısiyle el-Melik
el-Adil zamanı (1192) olmak üzere üç dönemde inşa edilmiş olmalıdır. Melik
el-Adil dönemi olarak tarihlenen bölüm, kalenin batı kesiminde olup burada beşik
tonozlu büyük bir mescid, bir galeri ve çeşme olduğu tahmin edilen zikzak
kemerli ve köşe sütunçeli bir niş bulunmaktadır. 1951 yılı kazılarında, kalenin doğuya bakan cephesinin güney kesiminde bazalt
taşından yapılmış at nalı kemerli bir kapı ortaya çıkartılmıştır. Bu kazıda
bulunan ve kapıya ait olan kitabe parçalarında Nûmeyrilerin üçüncü hükümdârı
Meni'in (Kav-vam) adı ve h. 451 (m. 1059) tarihi geçmektedir. Rice, bu kitabeyi
kalenin ikinci devre inşaatına bağlamaktadır. Kapının her iki yanında, başlarını
arkaya çevirmiş vaziyette, tasmaları zincirli birer çift köpek kabartması
bulunmaktadır. Rice, yıkılmış olan bu kapının restitüsyonunu yayınlamıştır. Rice, kalenin güney cephesinin batı kesimindeki duvarda yer alan Memluk
stilindeki tarihsiz kitabe şeridinin h. 715 (m. 1315) yılında Malatya üzerine
ordu gönderen el-Nasır'a ait olduğunu söylemektedir. 1951 yılında kale içerisinde yapılan kazılarda, İslâmi döneme ait 90 küsur
parça nadide madeni kap (havan, sini, kazan) bulunmuştur. O tarihlerde Urfa'da
müze olmadığı için bu eserler Ankara Etnoğrafya Müzesi'ne gönderilmiştir. Son
yıllarda Harran Kazıları Başkanı Dr. Nurettin Yardımcı'nın girişimleriyle bu
eserlerin bir kısmı Urfa Müzesi'ne geri getirilmiştir. Tavanları çökmüş, içerisi
toprakla dolmuş çok sayıdaki oda ve koridor, yapılacak kazılarla temizlendiği
takdirde, daha birçok eser ve belgenin gün ışığına çıkarılacağı muhakkaktır. Harran Ulu Cami Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu'nun ilk
anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli
camii olma gibi daha birçok önemli özelliklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda
"Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adlarıyla geçen Harran Ulu
Camii ile ilgili en eski bilgileri, İbni Cübeyr bizlere şu cümlelerle
aktarmaktadır. "Cami ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır. Direklerin
uzunluğu 15 adım tutar ve mermer döşemenin üstünde boydan boya uzanır. Bu
camiden daha geniş kemerli olan cami görmedim. Camiye giriş sahnının
duvarlarının her tarafından kapılar açılmıştır. Bunlardan dokuzu ana kapının
sağında, dokuzu solundadır. Ondokuzuncu kapı olan ana kapı ortada olup büyük
kemerlidir. Bu kapı sanki şehir kapıları gibi heybetli ve güzeldir. Bu caminin
kapılarının hepsi ağaçtan olup son derece süslü ve ustaca yapılmış kilitleri
vardır. Bu caminin yapısında ve ona bitişen çarşıların planlanmasında şehirde
nadir görülen bir güzellik ve intizam gördük". İbni Şeddad, caminin esasının Sabiilerin büyük Ay Mabedi (Sin Tapınağı)
olduğunu, Hz. Ömer zamanında İslâm orduları komutanlarından İyaz b. Ganem 640
yılında şehri alınca bu mabedi camiye çevirdiğini, Sabiilere kendi mabedlerini
yapmaları için başka bir yer verdiğini söylemektedir. Rice tarafından caminin üç
avlu kapısının girişinde bulunan ve Babil Kralı Nabonid dönemine tarihlenen
(M.Ö. V. yüzyıl) biri Ay Tanrısı Sin, diğeri Güneş Tanrısı Şamaş'ı temsil eden
(üçüncünün mahiyeti bilinmiyor) üç stele dayanarak İbni Şeddad'ın bu görüşüne
itibar etmek mümkündür. İbni Şeddad ayrıca, caminin Nureddin Mahmud b. Zengi
tarafından XII. asrın ortalarında restore edilip genişletildiğini ve
süslendiğini bildirmektedir. Bu tamirle ilgili olarak, caminin doğu cephesinde
yer alan kitabe, İbni Şeddad'ı doğrular mahiyettedir. H. 114 (m. 732) yılında Halife olan Hişam b. Abdülmelik; el-Cezire, Doğu
Anadolu ve Azerbaycan bölgesine vali olarak II. Mervan'ı tayin edince Harran
Mervan'ın vilayet merkezi oldu. Mervan daha sonra halife olduğunda (744-750)
Harran'ı Emevi Devleti'nin başkenti yaptı ve İbni Şeddad'ın İyaz b. Ganem
zamanında inşa edildiğini belirttiği caminin yerine, daha büyük ölçüde bugün
kalıntıları mevcut olan Ulu Cami'yi inşa ettirdi. Başta Rice ve Dr. Nurettin
Yardımcı olmak üzere birçok araştırmacı Harran Ulu Cami'nin II. Mervan
tarafından inşa edildiğini kabul etmektedir. Başta da belirttiğimiz üzere Anadolu'da inşa edilen ilk anıtsal cami, en
büyük cami, ilk revaklı avlulu cami ve en zengin taş süslemeli cami olma ve daha
birçok mimari özelliğe sahip olan Harran Ulu Camii'nin Anadolu cami mimarisi
içerisinde çok önemli bir yeri vardır. Tüm bu önemli özelliklere rağmen Türkçe
sanat tarihi kitaplarında yer verilmeyen bu camiden K.A.C.Creswell (1932), Seton
Lloyd-W.C.Brice (1951), Vakıflar Genel Müdürlüğü (1976'da küçük bir sondaj) ve
Dr. Nurettin Yardımcı (1983'de başlamış, halen devam ediyor) dışında ilgilenen
olmamıştır. Harran Ulu Camii ile ilgili ilk ciddi araştırma, Creswell tarafından yapılmış
ve bu araştırma onun "Early Muslim Architecture" adlı eserinde geniş biçimde
yayınlanmıştır. Cami, Rice'nin yaptığı ölçümlere göre 103x103 m., Dr. Nurettin Yardımcı'nın
ölçümlerine göre 104x107 m. boyutlarındadır. Her iki ölçümde de cami harimi ve
avlusu birlikte ele alınmıştır. Caminin harim kısmı 104x40 m., avlu kısmı ise
100x65 m. boyutundadır. Creswell tarafından 1930'larda ilk defa çizilen plan, Dr. Nurettin
Yardımcı'nın son yıllarda yaptığı kazılar neticesinde daha da netlik kazanmış ve
caminin mihrap duvarı boyunca uzanan dört sahınlı bir plana sahip olduğu
anlaşılmıştır. Mihrap önünden başlamak üzere, birinci ve ikinci sahınlar paye ve
sütun sıralarıyla üslûp bütünlüğü göstermektedir. Üçüncü sahın sadece payelerle,
giriş cephesindeki dördüncü sahın, dikdörtgen payeler önüne konulmuş sütunların
oluşturduğu paye-sütun sıralarıyla ayrılmış, böylece caminin ön cephesinde
oluşan 19 kemer aralığının her birine, İbni Şeddad'ın sözünü ettiği kapı
fonksiyonu verilmiştir. Bu kapılardan sadece en geniş olan orta kapının kemeri,
günümüze kadar gelebilmiştir. Sahınları ayıran paye ve sütunların mihrap önündeki ilk iki sahında üslûp
bütünlüğü, diğer iki sahnın her birinde farklılıklar göstermesi, 1950'li
yıllarda burada kazılar yapan Rice'nin kafasında bazı sorular doğurmuş ve bu
araştırmacı caminin ilk şeklinin iki sahınlı olduğunu, diğer iki sahnın daha geç
devirlerde eklendiği fikrini edinmiştir. Creswell'in caminin doğu cephesini gösteren 1930 tarihli rölövesi dikkatle
incelendiğinde, gerçekten de caminin üç aşamada inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Bu rölevedeki duvar örgü izleri incelendiğinde caminin önce II. Mervan zamanında
mihrap duvarına paralel iki sahınlı olarak inşa edildiği daha sonraki bir
dönemde buna üçüncü sahnın, daha geç bir dönemde ise dördüncü sahnın ilave
edildiği anlaşılmaktadır. Yine Creswell'in rölövesine bakıldığında, ilk iki
sahnın çatılarının yüksek tutulduğu görülmektedir. Birinci ve ikinci sahnı
ayıran bölümde, Emevi süsleme sanatının özelliklerini yansıtan asma dalı ve üzüm
salkımlarıyla süslü sütunlara rastlanılmış olması, bu sahınların Emevi devrinde
inşa edilmiş olabileceği fikrini güçlendirmektedir. Asma dalı süslemeli bu
sütunlar Urfa Müzesi'nde teşhir edilmektedir. Dördüncü sahın, doğu cephedeki kitabede geçen ve İbni Şeddad'ın da sözünü
ettiği h. 570 (m. 1174) tarihinde Nureddin Mahmut b. Zengi tarafından ilave
edilmiş olmalıdır. Bu sahnın yıkıntıları arasında yer alan insitu durumundaki
kemerler ve sütun başlıklarındaki zengin süslemelerin XII. yüzyıl Türk süsleme
sanatı özelliklerini yansıtması, bu görüşü doğrulamaktadır. Camide gerek Emevi
devrinden kalma ve gerekse XII. yüzyıldan kalma taş süslemeler Türk-İslâm taş
süsleme sanatının şaheser örnekleri arasındadır. Caminin mihrabı orta eksenden batıya kaymış durumdadır. Harran Ulu Camii'nde
en ilgi çeken hususlardan biri, kıble duvarı arkasındaki sokaktan mihraba inen
merdivenli yol ve bu yol ile bağlantılı içiçe geçen iki küçük odadır. Creswell,
Lloyd ve Brice'ın görmediği, Dr. Nurettin Yardımcı'nın kazılarında ortaya
çıkartılan bu merdiven ve odalar, Anadolu camilerinde tek örnek olması açısından
önem taşımaktadır. İmamın bu kısa yoldan mihraba inerek namaz kıldırdığı ve
mihrap üzerindeki iki küçük odayı elbise değiştirme amacıyla kullandığı tahmin
edilmektedir. Sokaktan gelen bu kısa yolun cami planına dahil edilmesinin diğer
önemli bir nedeni de, Sultanı'ın kısa ve emniyetli bir yoldan camiye inmesini
sağlamak olmalıdır. Ayrıca mihrap üzerindeki küçük odanın mimber olarak
kullanılma ihtimalini de gözardı etmemek gerekir. Cami harimine giriş, İbni Şeddad'ın belirttiği avlu cephesindeki 19 kapıdan,
güneydeki sokaktan mihraba inen merdivenli kapıdan, doğu duvardaki küçük kapıdan
ve yine Dr. Nurettin Yardımcı'nın kazılarda ortaya çıkardığı güney batı köşedeki
"görkemli kapı"dan olmaktadır. Bu kapıdan harime giriş, kuzeye doğru inen ve
camiye yarım dönüş yapan 15 basamaklı merdivenle olmaktadır. Bu merdivenin
yapımında, sütun kaideleri ve antik bazalt taşlar devşirme olarak
kullanılmıştır. Harran Ulu Camiinin örtü sisteminin nasıl olduğu sorusuna İbni Şeddad: "Cami,
15 adım uzunluğunda ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır" cümlesiyle
açıklık getirmektedir. Dr. Nurettin Yardımcı'nın kazılarında, kubbe ya da tonoz
örtüsünde kullanılan taş-tuğla malzemeye rastlanılmayışına karşılık, yanmış
vaziyette süslemeli ağaç elemanlara rastlanılmış olması İbni Şeddad'ı
doğrulamaktadır. Yaklaşık 100x65 m. boyutlarındaki revaklı avlunun ortasında kesme taşlardan
içe doğru basamaklı olarak yapılmış, fıskiyesi zarif işçilikli bir havuz
(şadırvan) yer almaktadır. Şadırvana su getiren kanallar ile tahliye kanalları
günümüze kadar gelmiştir. Avlunun kuzey batı tarafında, geniş ve derin bir kuyu
bulunmaktadır. Avluya giriş; doğu, batı ve kuzey cephelerindeki kapılardan olmaktadır. Bu
kapılardan at nalı kemerli ve Nureddin Mahmud'un h. 570 (m. 1174) tarihli
onarımı ile ilgili kitabeli doğu kapısı sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Diğer
iki kapının sadece basamakları günümüze ulaşmıştır. Avlunun doğu ve kuzey duvarı
dışında yeralan ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1976 yılı kazılarında; ortaya
çıkartılan tuğla duvarlı küçük hücrelerin, medresenin öğrenci odaları olduğu
tahmin edilmektedir. Avlunun kuzey duvarının doğu kesiminde minare yer almaktadır. Dr. Nurettin
Yardımcı'nın ölçümlerine göre 5.20x5.20 m. boyutundaki kare gövdeli minarenin
yüksekliği 33.30 m.dir. Bunun 22 m.'lik kısmı düzgün kesme taşlardan, geri kalan
kısmı tuğladan inşa edilmiştir. Tuğlalı kısmın h. 508 (m. 1114) ve h. 522 (m.
1128) depremlerinden sonra inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir.
Minarenin ahşap merdivenleri günümüze ulaşmamıştır. Merdivenler; Dr.
Yardımcı'nın restorasyon çalışmaları sırasında, orijinaline uygun bir biçimde ve
çok güzel bir şekilde yeniden yapılmıştır. Üst kısmı yıkılmış olan minarenin şerefesinin ne şekil olduğu konusunda bilgi
bulunmamaktadır. Şeyh Yahya Hayat El-Harrani (Hayat B. Kays-Hayat B. Abdülaziz) Türbesi ve
Camii Şeyh Yahya Hayat el-Harrânî, XII. yüzyılda Harran'da yaşamış ve 1185
tarihinde burada vefat etmiş büyük bir İslâm alimi ve mutasavvufudur. 1184
yılında Şeyhin sağlığına yetişen ve O'nu ziyaret eden İbni Cübeyr bizlere şu
bilgileri vermektedir. "Allah bu şehri (Harran) dindar, iyi kişilerin oturduğu,
kendini Allah'a adamış seyyahların uğradığı bir yer yapmış. Bu kişilerden Ebü'l
Berakat Hayat b. Abdülaziz'i kendi adını taşıyan mescidin kıblesine inşa ettiği
zaviyede ziyaret ettik. Bu zaviyenin yanında oğlu Omar'ın zaviyesi de bulunur.
Babasının yolunu tutmuştu. Onda zahitlerde gördüğümüz halleri gördüm. Şeyh Ebü'l
Berakat'ın yanına vardık. Seksen yaşını aşmıştı. Bizimle el sıkıştı, bize
hayırlı dualarda bulunup oğlu Ömer'i görmemizi tavsiye etti. Onun yanına
vardık." İbn Cübeyr'in verdiği bu bilgilerden, şeyhin vefatından önce burada
kendisine ait bir mescid ve zaviyenin bulunduğu anlaşılmaktadır. XVII. yüzyılın ortalarında Harran'ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat'ın
türbesinden şu şekilde bahsetmektedir. "Şeyh Yahya (Hayat) ziyaret yeri Harran
dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesi'nin yanında çöl
tarafında büyük bir kubbe içinde medfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece
bağlıdırlar. Hatta Araplar arasında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap
etse ta Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna'dan gelip bu sultanın üzerine "Yahya
Hayati'nin başı için" deyip duvara el sürse Allah'a yemin etmiş gibi sayarlar.
Bu sultana Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve
hayatta oturur gibi oturduğundandır." Şeyh Hayat'ın türbesi ve bunu güneyine bitişik olan camisi, Harran şehir
surlarının kuzey batı dışarısındaki mezarlık alanındadır. Türbe ve caminin
günümüze kadar önemli değişiklikler geçirdiği duvar ve payelerdeki izlerden
anlaşılmaktadır. Dört paye ve kemerler üzerine oturmuş tromplu bir kubbenin örttüğü türbede
Şeyh Hayat'ın sandukası bulunmaktadır. Türbenin doğu tarafında, giriş kısmı
olarak kullanılan kubbeli ikinci bir mekân inşa edilmiştir. Rice, sandukanın
bulunduğu kubbeli mekânın Eyyûbiler devrinde yapıldığını söylemektedir. Türbe ve girişinin güney tarafına bitişik olarak ikişerli sıra halinde, dört
kubbenin örttüğü cami bulunmaktadır. Kubbeler, yanlarda duvar payelerine, ortada
bağımsız bir payeye oturur. Orta eksenden batıya kaymış durumdaki mihrabın
sonradan yapılmış olması, duvar ve payelerdeki bazı mimari izler bu caminin
esasının İbni Cübeyr'in sözünü ettiği mescit ve zaviye olduğunu, sonradan önemli
değişiklikler geçirerek bugünkü şekli aldığını göstermektedir. Camiye giriş, doğu cephedeki taç kapıdan olmaktadır. Kapı üzerindeki
kitabede; bu meşhed'in (türbe) Hayat İbni Kays'ın (İbni Cübeyr, İbni Abdülaziz
diyor) oğlu Ömer'in emri ve kız kardeşine oğlunun eliyle h. 592 (m. 1195)
tarihinde yaptırdığı yazılıdır. Tabakat el-Kübra'da Şeyh'in vefat tarihi olarak
h. 581 (m. 1185) verilmiştir. Buradan, türbenin şeyhin vefatından 10 yıl sonra
inşa edildiği ortaya çıkmaktadır. Cami ile türbeyi ayıran duvarın camiye bakan tarafında iki tamir kitabesi
bulunmaktadır. Bunlardan solda olanında Şeyh Hayat İbni Kays'ın adı ve ebced
hesabi ile h. 882 (m. 1399) tarihi kayıtlıdır. Sağdaki iki satırlık kitabede
ise, bu cami ve makamın h. 1168 (m.1755) tarihinde tamir edildiği yazılıdır. Caminin güney doğusuna bitişik olarak, doğu-batı istikametinde, dört kubbeli
kuzeye açık bir revak eklenmiştir. Cephesindeki kitabeden bu revakın h. 1275 (m.
1858) tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Caminin doğuya bakan taş kapısının üzerinde, dört sütuna oturan taş kubbeli
minber minare bulunmaktadır. Cami ve türbe 1999-2001 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore
edilmiştir. Harran'ın Tarihi Mezarlığı Harran'da biri surların batı dışarısında Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu
yerde, diğeri surların doğu dışarısında olmak üzere iki mezarlık bulunmaktadır.
Bunlardan Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu mezarlıkta süslemeli şahideler
dikkat çekmektedir. Harran'ın tarihteki esas İslâm mezarlığı surların doğu
dışarısında yer almaktadır. Ancak, bu mezarlık tamamen kaybolmuş, sanat değeri
olan, süslemeli ve kitabeli şahideler toprak altında kalmıştır. Son yıllarda bu
bölgede yapılan ev inşaatlarının temel kazılarında, bu mezar taşlarına sıkça
rastlanılmaktadır. Prof. Dr. Ramazan Şeşen "Harran Tarihi" (1993) adlı eserinde,
Yakut'un "ayakta duran adamlar gibi uzun mezar taşlı" mezarlıklardan
bahsettiğini belirtmektedir. Yakut'un sözünü ettiği bu mezarlık, surların doğu
dışarısında toprak altında kalan ve üzerine evler yapılan mezarlık olmalıdır.
Geleneksel Harran Evleri Harran'ın en çok ilgi çeken yanı, bindirme tekniğinde yapılmış, külah
biçimindeki konik kubbeli evleridir. Kubbeli evler tarihinin, düz damlı evler kadar eski olduğu bilinmektedir.
Musul yakınında Arpachiyan'da, Tiflis yakınındaki Schulaveri'de ve Kıbrıs'ta
yapılan kazılarda rastlanılan kubbeli ev bulguları M.Ö. VI. bine
tarihlenmektedir. Bu gelenek Mezopotamya, Transkafkasya ve Ege'de M.Ö. III. bine
kadar yoğun bir biçimde devam etmiştir. Günümüzde Akdeniz çevresinde, bilhassa güney İtalya'nın Apulya bölgesinde hem
kentsel hem de kırsal alanda, Harran evlerine benzeyen ve "Trullo" denilen
bindirme kubbeli çok sayıda yapı bulunmaktadır. Ancak Apulya yapıları, 80-200
cm. arasında değişen duvar kalınlıkları ve çift çubuklu kubbeleri ile
Harran'daki benzerlerinden daha sağlam bir durumdadır. Çoğu XIX. yüzyıldan
kalmış olan bu evlerin arasında XV. yüzyıla tarihlenenler de vardır. Ayrıca, bu
yüzyılın başında yapılmış olanlarına da rastlanmaktadır. İskoçya adalarında "beehive houses" adı verilen bu tür yapıların XVIII.
yüzyılda canlı bir gelenek oluşturduğu bilinmektedir. İspanya'nın Aragonya
bölgesinde, İran, Afganistan, Çin, Bolivya ve Peru'da kerpiçten, Etna
eteklerinde lavlardan yapılma kubbeli evler vardır. İçinde bulunduğunuz yüzyılın başında yapılan bir araştırmada, Anadolu'da
kubbeli evlerin yoğun olduğu iki bölge tespit edilmiştir. Urfa-Birecik
arasındaki birinci bölgede, bugün yalnız Suruç ve çevresinde bulunan birkaç köy
kubbeli evleri içermektedir. İkinci bölge olan Urfa-Akçakale arasında ise,
Harran ve çevresindeki birkaç köyde kubbeli evler bulunmaktadır. Ancak, kerpiç
kubbe ile örtülmüş bu evlerden farklı olarak Harran evleri tuğla kubbelerle
örtülmüştür. Harran evlerinin tuğla kubbe ile örtülmesinin en önemli iki nedeninden
birincisi, bölgenin çöl olması münasebetiyle örtüde kullanılacak ağaç malzemenin
bulunmayışıdır. İkinci neden ise, Harran harabelerinde bol miktarda bulunan
tuğla malzemedir. İlginç bir doku oluşturan bu evler, ören yerinden toplanan
tuğlalarla eski kentin kalıntıları üzerine son 150-200 yıl içersinde inşa
edilmişlerdir. 1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilen ve kubbe
evleri korumaya alınan Harran'da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit
inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmıştır. O tarihlerde 960 adet kubbe
sayılan Harran'da bu sayı dondurulmuştur. Harran evleri, kare ya da kareye yakın prizmatik bir alt yapı üzerine
bindirme tekniğinde örülen tuğlaların gittikçe daralan konik bir külah şeklini
almasından oluşan kubbelerle örtülmüştür. Kubbelere geçiş basit tromplar ve
pandantiflerle (bingi) olmaktadır. Yüksekliği içerden en çok 5 m.'ye varan
kubbeler, 30-40 tuğla dizisi ile örülmüştür. İkili, üçlü ve altılıya kadar varan
kubbe grupları, içerden kemerlerle birbirlerine bağlanarak geniş mekânlar elde
edilmiştir. Kubbeler örülürken yanlara belli aralıklarla tuğla çıkıntılar
yerleştirilmiş ve kubbenin tepesi açık bırakılmıştır. Tuğla çıkıntılar kubbenin
tamiri ve gerektiğinde yağışlı-soğuk havalarda tepedeki deliğin kısmen veya
tamamen kapatılabilmesi için tırmanmaya yaramaktadır. Kubbenin tepesindeki
açıklık, içerideki dumanın dışarı çıkmasını sağlayan baca ve ışıklık fonksiyonu
görmektedir. Örgüleri düzensiz bir şekilde balçık harçla bağlanan kubbe ve duvarlar,
içerden ve dışarıdan yine bu harçla sıvanmıştır. Bölge iklimine uyumlu, yazın serin, kışın sıcak olan kubbeli Harran
evlerinde, tavukların daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal
olduğu, kuru soğanların çabuk filizlendiği köylüler tarafından söylenmektedir.
Bu evlerden bir örnek 1999 yılında Harran Kaymakamı İbrahim Halil Akşit'in
gayretleriyle restore edilerek "Kültür Evi" fonksiyonuna kavuşturulmuş ve
turizmin hizmetine sunulmuştur. Ayrıca Kültür Bakanlığı, restore etmek ve kültürel fonksiyon vermek üzere bu
evlerden 4 adedini satın almıştır.
|