|
Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa
İlkçağdan Günümüze Urfa'da Sanat ve Edebiyat
İslamın Fethinden Osmanlıya Kadar (639-1516) 639 yılında İyâd b. Ğanem
tarafından fethedilen Urfa, dini, sosyal, kültürel ve düşünce yönünden oldukça
köklü ve zengin bir birikime sahipti. Müslümanların fethiyle birlikte mevcut
kültürel ortam daha bir çeşitlilik ve zenginlik kazanmış, farklı kültür ve
dinlerin etkilenmesi sonucu yeni sanat ve düşüncelerin doğmasına zemin
hazırlanmıştır. Bir yanda Harran Felsefe Okulu diğer yanda Urfa Okulu, bu
zenginliklerin başka mekânlara taşınmasına ve yayılmasına neden olmuş, birçok
düşünce ve sanat adamının yetişmesinde etkili olmuştur. Müslümanların
geleneğinde var olan hoşgörü ve samimiyet fethettikleri topraklarda kendini
göstermiş, ortaya çıktığı dönemde en hızlı yayılan bir din olmuştur. Emevi ve
Abbâsi sultanları ilme önem vermiş Sabii, Süryâni, Yahudi ve Hıristiyan din
adamlarına kucak açıp önem vermiş ve tercüme faaliyetleriyle fikri dönüşüm
yapmış, yeni oluşumlara kapı aralamışlardır. Öyle ki, düşünce tarihinde Urfa
“Doğunun Atinası” ünvanını almış, sanat, edebiyat ve düşünce iki koldan
beslenerek gelişmiştir. Bunlardan biri Hıristiyanlıktan beslenen ve Süryânilerin
oluşturduğu sanat ve edebiyat, ikincisi İslâmiyetten beslenen Arapların ve
Türklerin oluşturduğu sanat ve edebiyat. İşte bu iki koldan beslenen sanat ve
edebiyat zaman içersinde birbirinden etkilenerek (özellikle felsefe ve şiirde)
Urfa düşünce, kültür ve sanatını meydana getirecektir.
İslâmın fethi döneminde Urfa’ya baktığımızda şehirdeki sosyal ve kültürel
yaşamda çok büyük değişiklikler olmadığını görürüz. Mevcut yapıdan faydalanmaya
giden müslümanlar, varlıklarını daha çok kültür, sanat ve düşünce ile ortaya
koymuşlardır. Özellikle Dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde ise İslâm, “entelektüel hayatının ve
faaliyetinin zirvesine ulaştı. İslâm medeniyeti yüzleştiği diğer kadim
medeniyetlerin ve geleneklerinin miraslarını kendine mal edip, içselleştirerek
dünyada entellektüel hayatın yeni odağı ve merkezi haline geldi. Süratle İslâm
dünyasına katılan coğrafyalar, kadim zamanların felsefi ve bilimsel etkinlerinin
ve ürünlerinin büyük çoğunluğunun gerçekleştirildiği, yetiştirildiği belli başlı
merkezleri de bünyesinde barındırıyordu. Atina’daki entellektüel faaliyetler,
Perganum gibi okulların çalışmaları, uzun bir süre önce İskenderiye’ye transfer
edilmişti zaten. Ayrıca Doğu Hıristiyanlığı kanalıyla bu miras, sonradan İslâm
dünyasının kalbi olacak olan Antakya, Urfa ve Nizip gibi merkezlerin yer aldığı
topraklara halihazırda yetiştirilmiş ve yayılmıştı. Dahası, Kadim
Yunan-İskenderiye geleneğinin Yeni Pisagorculuk ve Hermetik gelenekle irtibatlı
daha esoterik/sipiritüel bir görünüm arzeden mirası, kendi dini ve entelektüel
hayatlarında İskenderiye’nin Hermetik Pisagorcu fikirleriyle, Geç Dönem Babil
Geleneği ile Keldani kaynaklarından tevarüs ettikleri fikirleri ustaca
harmanlayan Harran havzasında iskan eden Sabiiler de aynı bölgede zengin bir
kültür ve medeniyet yeşertmişlerdi.” İslâmi dönem Urfa’da sanat ve edebiyat hakkında müstakil bir çalışma
olmadığından bu dönem sanat ve edebiyat yaşantısını, meşhur isimlerini ancak
farklı farklı eserlerde ve satır aralarında yakalayabiliyoruz. Zira tarih
boyunca Urfa’nın Halep’e bağlı bir sancak olması, Suriye veya Elcezire
toprakları içinde anılması, bu dönem eserlerin Arapça kitaplarda bulunması ve
dilimize tercüme edilmemesi bu konudaki araştırmalarımızı sınırlamaktadır.
Ayrıca bu konuda yazılmış eserlerin ve biyografilerin dağınık bir şekilde ve
farklı kaynaklarda geçmesi bu çalışmamızı zorlaştırmıştır. Urfa’nın İslâm’dan önce veya İslâmın fethinden sonra olsun oldukça köklü
kültürel bir alt yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Urfa ve Harran okullarının
etkinliği ve felsefi ağırlığı sanat ve edebiyatı beslemiştir. Urfa’nın sanat ve
edebiyatında öne çıkan isimleri, alim-filozof diyebileceğimiz din adamları ve
meşhurlardan oluşmakla birlikte şiir ve nesirde ünlü isimlere de rastlamaktayız.
Ayrıca bu çalışmamızda yeralan birçok ismin alim ve filozof yönü ağır olmasına
karşın ikinci derecede şiir ve nesirle uğraşan, bu konuda eserler veren
sanatçıları da zikretmeden geçemeyeceğiz. Zira bu insanlar, hem felsefe yapmış,
hem sanatla uğraşmış, hem tıp ve astronomiyle ilgilenmiş ve hem de şiir
yazmışlardır. Sanat ve Edebiyatta çeviri yapan alim ve filozoflara değinmeden
edemezdik. Çünkü çeviri bir sanat olmakla birlikte kültür ve edebiyatı
geliştiren ve zenginleştiren faaliyetlerin başında gelir. Felsefi ve edebi
çevriler, yepyeni oluşumlara, düşüncelere zemin hazırlar. Kâzım Sarıkavak’ın
yazdığına göre: “633-708 yılları arasında Urfa’da hem çeviri hem de diğer
bilimsel çalışmalar devam etmekteydi. Bu dönemde Süryânice’ye yapılan çeviri
faaliyetlerinde bulunan Monofizit Süryâni yazarlar mevcuttu.” İslâmi dönem
Harran’da ise, erkek alim, filozof, şair ve edip yanında 17 meşhur kadın alim
hadisci, şair ve edibin varlığı bilinmektedir. Bütün bunlar, Urfa’nın bu dönemde
kültürel olarak ne denli bir zenginliğe sahip olduğunu göstermektedir. Bu anlamda İslâmi dönem Urfa’da, din ve mezhep ayrımı yapmaksızın müslüman
olsun, gayri müslim olsun, kim sanat adına ne yapmışsa onu ortaya koymaya özen
gösterdik. Çünkü, sanat ve edebiyat evrenseldir ve insanı kuşatır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, İslâmi dönem Urfa’da sanat ve edebiyat her
düşünce, felsefe, din ve mezhepten beslenmiştir. Örneğin bugün konuşulan
“hoşgörü ve diyalog” düşüncesinin Urfa’da bin yıl önce Şair Ebu İshak tarafından
dile getirilmesi ve bunu şiirlerinde işlemesi oldukça düşündürücüdür. Urfa’daki
sanat ve edebiyatın ufkunu ve derinliğini göstermesi bakımından da dikkate
şayandır. Urfa’da İslâmın fethi dönemi kabul ettiğimiz 639’dan Osmanlıya kadar olan
tarih aralığında hep iktidar mücâdelesi olduğu şehrin kısa dönem de olsa bazen
Haçlıların, bazen Türklerin, ve bazen de Arapların hâkimiyeti altında kaldığını
görüyoruz. Savaşın sıcak nefesini yanı başında hisseden Urfa’nın bu döneminde
daha çok Harran eksenli alim ve filozofların öne çıktığını görüyoruz.
|