Osmanlı Dönemi (1516-1923)

Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa

İlkçağdan Günümüze Urfa'da Sanat ve Edebiyat

Osmanlı Dönemi (1516-1923)

Urfa ve çevresinin kesin olarak Osmanlıların egemenliği altına girmesi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında gerçekleşmiştir. 1865 yılında sancak olarak Halep’e bağlanmıştır. Osmanlıların egemenliği altında kalan Urfa, 1912 yılında Halep’den ayrılarak bağımsız bir sancak haline getirilmiştir.

Osmanlılar, kültür ve sanat alanından daha çok, siyasi ve askeri bir güç olarak Urfa’da var olmuşlardır. Zira Osmanlılar, Arapları egemenliği altına aldıktan sonra, buraları daha önce gelip gördükleri yer olarak bildiklerinden daha çok Batıya yönelmiş ve Gaza devleti zihniyetiyle Avrupa’yı İslâmlaştırmayı hedef edinmiş ve Viyana önlerine kadar gitmişlerdir. Osmanlıyı bu gerçeğe yönelten nedenlerden biri bir tarafta Şii Aleviler diğer yanda Arapları Müslüman olarak kendine yakın bulmasındandır. Osmanlıların Batıya yönelmesi sonucu Balkanlar İslâmlaşmış ve bugün diyebiliriz ki, Müslümanların son sınırı olmuştur. Bizans ve Roma döneminde Avrupalıların gelip durduğu son sınır ise Urfa ve çevresidir. İster dini ister siyasi nedenlerden olsun Osmanlılar Urfa’da kültürel olarak ağırlıklarını hissettirmemişlerdir. Bunu da buradan göç etmelerine ve Avrupa’da at koşturmalarına bağlayabiliriz.

Osmanlılar döneminde Urfa’daki sanat ve edebiyata baktığımızda Nâbi haricinde sivrilip şöhret bulan şair ve edibe pek rastlamıyoruz. Bunun nedeni araştırıldığında görülecektir ki, Urfa aşiret zihniyetiyle yönetilmiş sanat ve edebiyata gereken ilgi gösterilmemiştir. Buna rağmen Urfa’nın binlerce yıl öncesine dayanan zengin ve köklü kültürel mirası, bu dönemde mahalli anlamda da olsa varlığını sürdürmüştür. Bunu Nâbi gibi büyük bir şahsiyetin bu dönemde Urfa’dan çıkmasından, mezar taşları, kitabeler, nüfus kayıtları ve meraklılarının tuttukları notlardan hareketle 15 yıllık çalışma sonucu şair ve araştırmacı Bedri Alpay’ın tespit ettiği 109 divan şairinin ve şiirlerinden öğreniyoruz.

Yine bu dönemde şiir, nesir, musıki, Hüsn-i hat, taş süsleme ve mimari alanında yapılanlar sanatsal olarak dikkate değerdir. “Urfa’da görebildiğimiz kitabelerde kufi, nesih, celi nesih, sülüs, celi sülüs, ta’lik, celi ta’lik, divâni, celi divâni ve rika’ gibi yazı çeşitlerinin hepsine rastlamak mümkündür. Hüsn-i hat diye isimlendirdiğimiz bu yazıların Urfa’daki mezar taşları üzerinde oldukça ustaca yazıldığı görülmektedir. Onun için hüsn-i hat yönünden de bu kitabelerin dikkatlice incelenmesi ayrı bir konu teşkil etmekte ve ayrı bir uzmanlık gerektirmektedir. Bu hatların uzmanları tarafından incelenmesi, bize hem Urfa hattatlarını tanıtacak, hem de hüsn-i hattın Urfa’daki durumunu belirleyecektir. Böylece bir mezar taşı kitabesinin üzerinde üç kişinin emeği görülmektedir. Bunlar yazdığı şiir ile şair, hattı ile hattat ve bu hattı kazıyan taşçı ustasıdır. Diyebiliriz ki, mezar taşları kitabeleri bu üç sanatın Urfa’da gelişmesine yardımcı olmuştur.” Bu da gösteriyor ki, Urfa’da hüsn-i hat sanatı ve taş süsleme göz ardı edilemeyecek bir seviye yakalamıştır.

17. yüzyıla kadar uzanan divan şairlerinin ilki Nâbi değil de asıl adı İsmail olan Reşit mahlasıyla şiirler yazan bir şaire dayandıran Ali Fuat Bilkan, bu konuda şunları yazar: “Divan edebiyatıyla ilgili biyografik eserlerde yer alan Urfalı divan şairlerinin sayısı dokuzdur. Yaptığımız çalışmalar neticesinde bu sayıya üç isim daha ekleyerek bu sayıyı oniki olarak tespit ettik”

Şair-yazar Bedri Alpay ise, yaptığı araştırmalara dayanarak bu dönemin Urfa şiir ortamını şöyle yorumluyor: “Nâbi gibi bir şiir dehası yetiştiren Urfa, elbette başka şairler de yetiştirmiştir, düşüncesiyle bu işe girişmiş olduk. Çalışmalar ilerledikçe hayret ve sevincimiz günden güne arttı. Meğer Urfa, Nâbi ayarında ne çok şair yetiştirmiş”

Bütün bunlar Urfa’nın bu dönemde de binlerce yıllık kültürel zenginliğini koruduğunu, Nâbi ayarında birçok şair yetiştirdiğini fakat ne yazık kı, merkeze yani İstanbul’a sesini duyuramadığını göstermektedir. Nâbi bile İstanbul’a gitmemiş olsaydı meşhur Nâbi olmazdı. Şayet Nâbi ayarındaki şairlerimiz seslerini duyurmuş olsalardı, divan şiirinde isimleri saygı ile anılacak birçok şairimiz olacaktı. Cumhuriyet döneminde sanatları ve kişilikleri hakkında üniversitelerde araştırma ve tezlere konu Şevket, Nüzhet ve Abdi gibi şairleri anmadan geçemeyeceğimiz bu şairler yukarıdaki görüşlerimizi güçlendirir sanırım.

Yine bu dönemde Urfa’nın eğitim alanlarına baktığımızda “22 cami, 67 mahalle mescidi, 10 kadar mahallesinin her birinde 3 tekkesi ve 3 medresesi ve her camide talebe için odalar bulunuyormuş. Hususi dersiamları, dar’ül kurra, dar’ül hadis ve pekçok sayıda talebesi varmış. Bütün bu ilimleri temsil etmiş, müfessir, muhaddis, musannif ve engin deniz gibi bilgisi olan kimseleri, 30 kadar ilk mektebi mevcutmuş. Kısaca tasvirine çalıştığımız ve Nâbi’den başka yüzlerce alim, şair sanatkâr, musıkişinas yetiştiren Urfa, o çağlarda ilim, irfan, sanat ve edebiyat muhiti idi.”

Daha çok 18. ve 19. yüzyılın sanat ve edebiyatının kaynak ve isimlerine ulaşabildiğimiz bu dönemde ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde şöhret bulan isimleri eksen alarak bu dönemin sanat ve edebiyatçılarını anlatmaya çalışacağız.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 4775 kez gösterilmiştir.