Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa Halk Kültürü
Şanlıurfa Halk Kültüründe "Mırra" (Acı Kahve) ile Oda ve Kahvehaneler Kahvenin Vatanı-Yetiştirilmesi ve Anadolu'ya Gelişi
Kahve, sıcak ülkelerde yetişen kahve ağacının meyve çekirdeğidir. Bilimsel adı
“coffea” olup kökboyasıgiller familyasındandır. Yetiştirilen türler arasında
ise, Arabistan kahvesi (coffea arabica) en önemlisidir. Araplar, 14. yüzyılda
Etyopya’nın yüksek yaylalarından bunu Yemen’e götürüp yetiştirmiş ve uzun süre
tekellerinde tutmuşlardır. Kahve üretimi zamanla Hindistan, Brezilya, Meksika,
Kolombiya ve Endonezya’ya yayılarak buralarda da yetiştirilmeye başlanmıştır.
Boyu altı ile sekiz metre arasındaki kahve ağacı budama yapılarak hep iki
metrede tutulur. Yapraklarının koltuğundan çıkan, kokulu yumakçıklar halindeki
beyaz çiçekleri 7-11 ayda drupa biçiminde meyveler yapar. Olgunlaşınca kabuğu
kızaran bir meyvenin içinde, tatlı bir özün ortasında iki çekirdek bulunur.
Kaliteli bir kahve elde etmek için, birkaç defada yapılan toplama işlemi ise bol
el emeği gerektirmektedir. Toplama giderleri gelirin %50’sine ulaşır. 16. yüzyılın başlarında Mısır ve Hicaz’ın fethedilmesinden sonra, kahve Yemen
yoluyla Habeşistan valisi Özdemir Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman
döneminde (1520-1566) getirilmiş ülkemize. Kısa sürede saray ve konaklarda
yaygınlaşmış. Pişirmekle görevli kişilerin çalıştırılmasına, sarayda
Kahvecibaşına bağlı kahveciler teşkilatı oluşmasına yolaçmış. “Kahve Yemen’den
gelir” türkü sözü aslında bir gerçeğin ifadesi olmuştur böylece. “Türk Kahvesi”
diye milli bir içecek haline gelen ve ülke sınırlarını aşan, Türkler tarafından
dünyaya tanıtılan kahve, kültürümüzde önemli bir konuma sahiptir. Doğu’nun keyif verici maddesi kahve ile Batı’dan gelen tütün, ülkemizde bir
araya gelerek, adeta birbirlerini tamamlar oldular ki, bunu belirten bir halk
sözümüz de şöyledir: “Kahve ve tütün, keyifler oldu bütün” Sigaralar ve kahveler
içildikten sonra duyulan keyfi belirtmek için söylenir. Türkiye’de daha çok kafeini alınmamış çekirdek iken kavrulmuş ve çekilmiş, ya
da dövülüp un haline getirilmiş kahve kullanılır. Telveli olarak pişirilir.
Şekerli, orta şekerli, az şekerli, sade olarak yapılır ve içilir. Ayrıca neskafe
ve kapiçino türü kahve de kullanılmaktadır. Türkiye’de Kahvehaneler Kahvenin gelişi ve halk tarafından da kabul görmesinden sonra, dostlarla
buluşup yorgunluk atmak ve kısa bir sohbet umuduyla kahve içilmeye gidilen
mekanlar da önem kazanmaya başlamıştır. İlk kahvehaneler İstanbul’da 1554 yılında ortaya çıkmıştır. Hızla
yaygınlaşması din adamlarının kaygılanmasına ve giderek tepkisine neden olmuş;
haram sayılması gerektiği üzerine fetvalar verilmiş, sonunda, kahvehanelerin
kapatılıp kahvenin yasaklanması gündeme gelmiş ve III. Murad döneminde kahve ve
kahvehaneler yasaklanmıştır. Ancak yasağa rağmen, “bir fincan kahvenin kırk yıl
hatırı”nı saydırtacak kadar gözden uzak ve sapa yerlerde, kapalı kapılar ardında
gizlice buluşulan kahvehaneler kurulmuştur. Daha sonraki dönemlerde ulemanın da
kahve alışkanlığı artınca, haram değil helal olduğu yolunda fetva verilmiş;
artan ilgi karşısında kahvehanelerin yüksek vergilerle açılmalarına göz
yumulmuştur. Kahve ve kahvehanelerin daha sonraki bazı dönemlerde de
yasaklandığı olmuştur. Kahve, pişirilmesi özen isteyen ve her yudum arasında sohbetler kurulan bir
içecektir. Eski kahvehanelerin özelliklerini ve eski kahvehane kültürünü de
ancak yazılı belgelerden (roman, gezi notları, anılar, söyleşiler) veya az
sayıdaki gravürlerden tanımaya, öğrenmeye çalışıyoruz. 19. yüzyılda daha da önem kazanan kahvehaneler, çeşitlilik göstermeye
başlamıştır. Özelliklerine göre isim alıp sınıfsallaştıkları görülür. Günlük
gazete, kitap, şiir okunan büyük kahvehanelere “kıraathane”; ünlü aşıkların
gelip gittiği, atışmalar, muammalar düzenlenen, halk hikâyeleri anlatılanlara
ise Aşık Kahvehanesi denilmiştir. Esnaf Kahvehanesi, Garipler Kahvehanesi,
Hemşehri Kahvehanesi, Amele Kahvehanesi, Kır Kahvehanesi, Köy Kahvehanesi, Kuşçu
Kahvehanesi, Lonca Kahvehanesi, Mahalle Kahvehanesi, Pehlivan Kahvehanesi,
Sabahçı Kahvehanesi, Semai Kahvehanesi, Semt Kahvehanesi başlıca isim
alanlardır. 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da kahvehaneler, edebiyatçıların,
bilim adamlarının, aydınların toplantı yeri haline gelmiş ve birer kültür
merkezi niteliğine bürünmüştür. Kahvehaneler kitle haberleşmesi açısından da
önem kazanmıştır. Kahvehaneler bazen buralarda toplananlara yönetime karşı
duyulan rahatsızlık ve eleştirilerin dile getirildiği, bazen de seçim
kampanyalarında sandalyelerine çıkılıp nutukların atıldığı ve birçok umudun
yeşerdiği mekânlar olmuşlardır yıllarca. Kurtuluş Savaşı örgütlenmeleri bile bu
mekânlarda oluşmuştur. Günümüzde ise kahvehaneler, eski yapısından uzak olup çay, kahve, meşrubat ve
nargile satılmakta; tavla, domino, okey, bilardo, çeşitli kâğıt oyunları vb.
oynanmaktadır. Türkiye’deki niteliksiz kahvehane sayısının giderek büyük bir
artış gösterdiği dikkati çekmektedir. Şanlıurfa Halk Kültüründe Oda-Kahve Sahibi-“Mırra” (Acı Kahve) ve
Kahvehane Hazırlanmasından ikramına kadar, kahve ve onunla ilgili özgün kültür öğeleri
Urfa’da geleneksel hayatın bir parçası olmuştur. Kahve bir içecekten ziyade, bir
kültür olgusudur Urfa’da... Kahve kültürünün en önemli unsurları yapılışı kadar,
kahvenin içildiği mekânlar ve ortamlardır aynı zamanda. “Oda Sahibi” ve “Kahve Sahibi” Urfa’da geleneksel hayat tarzı sürdüren kırsal kesim halkının varlıklı ve
saygın kimseleri, köyde kendi evinin yakınına, misafir ağırlamak için “oda”
denilen birkaç bölümü olan özel evler yaptırır. Şehirde ise, Geleneksel Urfa
Evleri’nin “selamlık” bölümü bu fonksiyonu üstlenir. Bu odalarda tanıdık
tanımadık misafirler ağırlanır. Buradaki hizmet ve masrafları karşılayan sofrası
toplanmayan ve kahvesi sürekli kaynayan kişiye “oda sahibi” ve “kahve sahibi”
denilir. Oda’ya yakın dostlar ve ahbaplar da gelir gider. Uzaktan gelenler rahatça
burada konaklayıp yatabilirler. Misafire niçin geldiği üç güne kadar sorulmaz.
Hele kaç gün kalacağı hiç sorulmaz. Hergün üç öğün yemek hazırlanarak
misafirlere ikram edilir. Oda’nın bir bölümü gelen misafirlerin binek ve yük
hayvanları için ahır olarak ayrılmıştır. Köylerde, gündüz ve gece köyün
erkekleri de sohbet etmek üzere bu oda’larda toplanırlar. Bu tür odalarda cemaat
adabına uygun davranılır. Oda’nın maddi yükü oldukça fazla olduğundan, oda sahibi varlıklı olan,
hizmeti ve ikramı seven itibarlı kimselerdir. Bu kişiler toplumda sözü sayılan
kişiler olduklarından, dava ve anlaşmazlıklarda haktan yana davranarak
mes’eleleri çözüme kavuştururlar. Oda sahipleri yardım ve hediye kabul etmezler.
Aşiret reislerinin odalarında çözümlenen anlaşmazlıklarda verilen cezalar ilgili
tarafından oda’ya bağışlanır. Açılan “oda”lar babadan oğula yüzyıllarca devam
eder. Köylerde oda sahibinin vefatından sonra en büyük erkek kardeşi bu işi
üstlenir. Erkek kardeş yok ise veya çok küçük ise, oda sahibinin büyük erkek
çocuğu babadan sonra bu işi üstlenir. Böyle bir geleneği olmayan ailenin bir
ferdi, oda açma ve kahve kaynatma işine girişmez çünkü ayıp sayılır. Her köyde oda olur ama her oda’da kahve kaynatılma geleneği olmayabilir. Oda
sahibi aynı zamanda “kahve sahibi” ise kahve kaynatmaya ara vermez. Kahvesi hiç
eksilmez ve gümgümü de epey büyük olur. Ancak çok geçerli bir mazaret ve sebeple
bu işe ara verilebilir. Odalarda kahve sabah erkenden hazır edilir ve
kahvaltıdan önce ikram edilir. Bir köye misafir geldiği zaman, kahve sahibinin dışındaki kimseler o misafiri
ağırlayamaz. Başka evlere dahi misafir gelmiş olanlar birinci derece yakınları
değilse ev sahibi tarafından alınıp Oda sahibi’nin evine götürülür. Bir saygının
gereği olarak “o var iken biz sana sofra açamayız” derler. Taziye ve düğünlerde, oda sahibi tarafından köyde büyük kıl çadır kurulur. Bu
çadırda 40 gün taziye devam eder ve kahve kaynatılır. Yörede “oda sahibi” ve “kahve sahibi” geleneği son yıllarda epey azalmıştır.
“Sıra Gecesi” Yapılan “Oda”lar Şanlıurfa şehir merkezinde ayrıca bir “Oda Geleneği” vardır. Sıra gezen
arkadaşlar bazen evlerde sıra gezmeyip bir ev satın alıp veya kiralayıp döşerler
ve haftalık “sıra gecesi” toplantılarını “Oda” denilen bu evlerde yaparlar. Bu
odaların mefruşatı ve diğer giderleri arkadaş grubu tarafından ortaklaşa
karşılanır. Böyle bir odanın temizlik ve yemek işleri için ya bir adam tutulur
veya bu işleri sırayla arkadaşlar kendi aralarında yaparlar. Bu odalarda
cumartesi ve pazar günleri öğleden sonra ve hafta içi bazı akşamlar da oturulur.
Odada yapılan sıra gecelerinde yemek yapabilenler yemek yapar, sıra yemeksiz ise
gece çiğ köfte yapılır. Sohbetlerin yanısıra müzikte icra edilir. Bu gecelerin
de vazgeçilmez ikramı yine “mırra”dır. “Mırra” (Acı Kahve) Kahve, Urfa yöresinde çeşitli şekillerde pişirilmektedir. Şekerli kahve ve
sade kahvenin yanısıra Urfa köylerinde ve şehir merkezinde şekersiz “acı kahve”
şeklinde pişirileni Arap muhitinde “mırra” ismiyle anılır. Mırra, Arapça “acı”
ve “kekre” demektir. Kahve, çeşitli aşamalardan geçerek hazırlanır ve sonunda
“Mırra” ismini alır. Kırsal kesimde sadece “kahve” denildiğinde bile “”acı
kahve” ve “mırra” kastedilir. Çoğu kere kısa olarak “acı” da denilir. Mırra’nın
yapılması, ikramı ve içilmesinde kendine has kurallar vardır. Mırra’nın Hazırlanışı Mırra hazırlamak için önce günlük kullanıma yetecek kadar yeşil kahve denilen
çekirdek kahve, “muhammes” adı verilen özel yapılmış tavaya konularak kavrulur.
Bu tava büyük bir kepçe gibidir. Değişik büyüklükte olanları vardır. Genelde
25-30 cm çapında kalın bir sac ve 90-100 cm uzunluğunda sapı bulunan bu
tavaların bazılarında el işlemesi motifler de bulunur. Tavanın içindeki kahveyi
karıştırmak için 5-6 cm çapında 40-50 cm’lik sapı olan düz kepçe şeklinde bir
kahve kaşığı bulunur. Tavadaki çekirdek kahve yakılmayacak ve ham kalmayacak bir
kıvamda kahve ocağında hafif “tezek ateşi” veya odun ateşinde kavrulur. Kaliteli
bir kahve kavrulduğunda tavanın dibinde yağ bırakır. Kavrulan kahve, ceviz ağacından yapılmış üzerinde oymalar, sedef işçiliği ve
motifler bulunan dibekte dövülür. Taştan yapılmış dibekler de vardır. Dövme
işlemi dibek kolu (demir tokmak, büyük havan eli) ile yapılır. Dövülen kahve,
şekerli kahvede kullanılan kahve gibi ince dövülmeyip biraz iri dövülür. Bazen
evlerde el değirmenlerinde irice çekilerek de öğütülür. Kahvenin ilk kaynatma işleminin yapılacağı gümgüm’ün büyüklüğü de
hazırlanacak kahve miktarına göre değişir. Büyük gümgümler 50-60 cm
yüksekliğinde olur. Beşer santimetre küçülerek devam eder ve 7-8 adetlik bir
gümgüm takımı mevcut bulundurulur. En büyüğüne kavrulmuş ve dövülmüş yarım kilo
kadar kahve atılarak bir kova su ilave edilir ve ateşin üzerine konularak
kaynamaya bırakılır. Kaynadıkça içinde su eksilmesi olur ve dinlendirilir.
Telvesi tamamen dibe çökünceye kadar dinlendirilen şerbet, bir orta boy küçük
gümgüme süzülür. Kalan telve atılır veya istenirse birgün sonra yapılacak kahve
ile birlikte kaynatılır. Süzülen kahveye bir miktar yeniden dövülmüş kahve
katılır ve tekrar kaynatılır. Bu işlem, en küçük gümgüm’e varıncaya kadar devam
eder. Bu süzülerek (damıtılarak) kaynatma işlemleri sonunda kahve bükürleşmiş
(öz) olur. İşte bu kahveye “MIRRA” (acı kahve) denir. Kıvamı ve tadına, önce
kahve sahibi içerek bakar. İkram edilecek durumda ise “mısab” denilen kapaklı ve
kulplu küçük cezveye yeteri kadar aktarılarak fincanla servis yapılır. İyi
yapılan kahve, dilden dile methedilir ve ünlenir. Bazen mırra’nın yapılışında içerisinde iki çeşit madde daha ilave edilir.
Birisi “Kakule”dir. Köylerde buna “hell” denilir. Kakule, zencefilgillerden
sıcak iklimde yetişen ıtırlı bir bitki ve tohumu olup nohut büyüklüğündedir.
Kabuğu kırıldığında içinden çıkan ufak siyah tanecikler servis yapılacak cezveye
konulur. Diğer madde ise hindistan cevizidir. Bir bıçakla yontularak az miktarda
kahvenin içerisine atılır. Bu maddeler istenirse servis yapılacak küçük cezveye
de katılabilir. Bir kilogram çekirdek kahveden, yaklaşık bir litre “mırra” elde edilir ve bu
miktar 200 kişiye ikram edilebilir. Bazı evlerde kadın ve erkekler ev ihtiyacını
karşılamak üzere az miktarda mırra hazırlayabilir. Hazırlanmış mırraya su değmez
ise cam şişelerde bir hafta kadar bekleyebilir. Evlerde, şişedeki bu mırra’dan
ihtiyaç duyuldukça bir miktar alınıp ısıtılarak ikram edilir. Bu kadar zahmetle ve emekle hazırlanmasından dolayı, “Bir fincan kahvenin
kırk yıl hatırı vardır” atasözünün, Şanlıurfa’ya ait olduğu söylenmektedir. Mırra İkramı ve İçim Adetleri Hazırlanan mırra, sağ eldeki cezveyle, sol elde bulundurulan iki adet kulpsuz
“mekkavi” denilen fincana aktarılarak sıcak bir şekilde misafirlere sırayla
ikram edilir. Fincana 2-3 mm. (dibini örtecek şekilde) konularak her misafire
iki defa sunulur. Boğazdan inmeyecek, ağızda kaybolacak miktarda verilir. Amaç
kahvenin mideye ulaşması değil dil ile damak arasında kalarak damak lezzeti
vermesidir. Tadının daha iyi alınması için iki yudumda içilir. Kahvenin iyisi
fincanda iz bırakanıdır. Oda’larda Mırra İkramı Mırra, Kahve sahiplerinin odalarında belli aralıklarla misafirlere gün boyu
ikram edilir. İkram, kahve sahibi veya kahvecisi tarafından yapılır. Öncelikle
yeni gelenlere verilir. Kahve dağıtılırken gelen misafirlerin en büyüğünden
başlanır ve sağından devam eder. Yine o kişiye yetişinceye kadar dağıtılır.
Kahvenin bir defa verilmesi karşı tarafı rencide eder. Bunun manası, karşıdaki
kişiyi hesaba almamak ve saymamaktır. İki fincandan sonra üçüncü kez içmek
isteyen ise, kahve’den anlamayan ve cemaat görmemiş kişi olarak kabul edilir.
İkram edilen kahveyi almamak hoş sayılmaz. Ancak çok geçerli bir mazeretin
olması gerekir. Kahve fincanı, ikram edilen kişi tarafından yere bırakılmaz. Elde bekletilir
ve dağıtana verilir. Yere indirilmesi saygısızlık işaretidir. Yani küçümsemek ve
beğenmemek tarzında bir harekettir. Herhalde kırk yıl hatırı olan ve büyük
zahmetlerle hazırlanıp ikram edilen kahvenin fincanı, umursamazca bir hareketle
yere bırakılmamalıdır. Yere indirilirse içerisinin altınla doldurulması veya
dağıtan kişi bekâr ise evlendirilmesi gerektiği söylenir halk arasında. Ama
şimdiye kadar hiç kimse böyle bir harekette bulunmamış ve böyle bir saygısızlık
göstermemiştir. Belki verilecek ceza caydırıcı olmuştur. Bu adetleri bilmeyen
bir yabancının bu kurallara uyması ise beklenemez. Kahve dağıtılırken her
ikramdan sonra fincan yıkanmaz. Oda’dakilerin tümüne dağıtıldıktan sonra
yıkanır. Kahve zamanla tiryakilik meydana getirir. Tiryaki kişi, kahvenin kalitesinden
çok iyi anlar. Kahve tiryakileri, iyi yapılmamış veya içine yabancı madde
katılmış kahvenin içer içmez hemen farkına varırlar. Öyle kahve tiryakileri
vardır ki 4-5 kilometre yol yürüyerek gidip komşu köylerde kahvesi meşhur olan
dostlarının kahvesini içerler. Bu kişiler uzun süre gelmedikleri zaman kahve
sahibi bu kimseleri merak ederek sordurur ve niçin gelmediklerini öğrenir.
Gelemeyen bu kimselerin ya hasta veya seyahatte oldukları ortaya çıkar. Bir
kahve tiryakisi, iyi bir dost canlısıdır aynı zamanda. Onlar kahve tiryakisi
olsalar da, amaçları yalnızlıktan sıyrılmak, sırlarını bir dostla paylaşmaktır
aslında... Bazı muhitlerde misafir kalkıp gideceği zaman veya misafire, gitme vaktinin
geldiğini hatırlatmak üzere ev sahibi tarafından yakın samimiyete dayalı bir
davranış olarak “kalk git kahvesi” verilir. Bu kahve birer fincan olarak
oturanların hepsine ikram edilir. Oturanlar da bu mesajı kırılmadan gücenmeden
memnuniyetle karşılarlar. Arap muhitinde buna “mücelleh” (kovma) denilir. Ayrıca
kendiliğinden kalkıp giden misafire kapıda tek fincan ile “uğurlama kahvesi”
ikram edilir. Kahve sahibi’nin oda’sına bir mevzu için gelenler “Biz kahvenizi almayacağız,
önce işimizi konuşalım eğer mes’elemize yardımcı olursanız kahvenizi içeriz”
derler. Mes’ele anlatılır, eğer oda sahibi mevzuya eğilir ve mes’eleyi halleder
ise gelenler kahvelerini içerler. Mes’ele hallolmaz ise kahve içmeden oradan
ayrılırlar. Kahveciye Hediye Kahve dağıtan kişiye “Gehavci” denilir. Oda Sahipleri veya aşiret reisleri
birbirlerini ziyarete gittiklerinde veya bayram, düğün, taziye gibi sebeplerle
birbirlerine gittiklerinde; kahve sahibine hürmeten o oda’da kahve dağıtan
kişiye kalkıp, giderken ikram olarak para veya altın vermeleri adettir. Aşiretten bir gelin çıkacağı zaman, Oda’nın kahvecisine “Hel’et” (hediye)
verilmesi adettir. Hel’et kahve sahibi kişiye de verilir. Mırranın İkram Edildiği Diğer Ortamlar Mırra hem sevinçli hem de üzüntülü ve kederli günlerde ikram edilen bir
içecektir. Günümüzde düğünlerde, dini nikâhlarda, sıra gecelerinde, dağ
yatılarında, süpha yemeklerinde, sünnet törenlerinde, bayramlaşmalarda
kahvehanelerde, lokantalarda ve evlerde mırra ikram edilmektedir. Vefattan sonra taziye ziyareti yapılan Taziye evlerinde, ziyaretçiler için ev
sahibi veya tutulan kahveci tarafından mırra hazırlanır. Taziye ziyaretleri kısa
sürer. Gelenlere sigara ve mırra ikram edilir. Burada ikram, oturulduktan hemen
sonra yine iki fincan olarak ikram edilir. Kalkıp giderken verilmez. Vefattan
sonraki ilk dini bayrama ise Urfa’da “ilk bayramı” denilir ve bu yas bayramında
da, gelenlere mırra ikram edilir. Dini nikâhlarda ise; misafirler gelip oturduktan hemen sonra ikram edilir.
Nikâh merasiminden ayrılırken ise misafirlere nikâh şekeri dağıtılır. Sıra Gecesi’nde, sıraya gelenlere ilk önce mırra ikram edilir. Daha sonra çay
servisi olur. Gece ilerleyip çiğköfte ve diğer ikramlar yapıldıktan sonra,
gecenin sonuna gelindiğini hatırlatmak için ev sahibi tarafından misafirlere
birer fincan mırra tekrar dağıtılır. Bu son ikramdan sonra, sıra’nın başkanı ev
sahibinden izin ister hep birlikte kalkılır. Kahveci Ustaları Çeşitli özel gün ve toplantılarda acı kahve yapma ve dağıtma işini yapan
meşhur Kahveci ustaları vardır. Bunlar kalabalık ortamlarda ve törenlerde yeni
gelen her misafire özenle mırra ikram ederler. Bazen 300-400 kişiyi bulan düğün,
sünnet, süpha, dini nikâh gibi törenlerde misafirlerin gelişinde ve gidişinde
hiçbir aksama olmadan bu görevi yerine getirirler. Bu ustalar, yevmiye alarak bu
işi yaparlar. Meslek, gelenek olarak babadan oğula devam etmektedir. Bu tür
ortamlarda misafirlere kahve dağıtan kahveciler sadık ve sır tutmasını bilenler
arasından seçilir. Gezici “Acı Kahveci”ler Urfa çarşılarında, elinde mırra dolu gümgümü ve kulpsuz fincanları ile dükkân
dükkân dolaşan gezici kahveciler de bulunur. Bunların gümgümü, 25 cm boyunda,
kollu olup ortasına kömür ateşi konulan semaver tipindedir. Kahveci gezerken,
esnaftan muayyen abonelerin mırra içmesi adettendir. O esnada dükkânda oturan
misafire de ikram edilir. Tiryakiler, yolda bu kahvecilere rastlarsa ayaküstü de
içerler. Mırra (Acı Kahve)’dan Ayrı Hazırlanan Kahveler Mırra’nın yapıldığı ve ikram edildiği ortamlar dışında Urfa’da kahve,
Türkiye’nin her tarafında bilindiği şekliyle de kullanılmaktadır. Kavrulmuş ve
çekilerek un haline getirilmiş kahve; evlerde ve kahvehanelerde şekerli, orta
şekerli, sade olarak pişirilir ve içilir. Bu kahveyi hazırlamak için cezveye su, kahve ve isteğe göre şeker konulur,
ağır ateşte karıştırılarak pişirilir. Kahvenin sıcak ve köpüklü olması için
ateşin çok ağır olması gerekir. Bazı evlerde ise, değerli bir misafir geldiği zaman bir avuç çekirdek kahve o
anda hemen kavrulur ve çekilerek pişirilir. Taze kokusuyla bu kahvenin tadı
bambaşkadır. Bu ikram misafire verilen değeri göstermektedir.
|