Uygarlığın Doğduğu Şehir: Şanlıurfa M.Ö. XXV. yy. - M.Ö. 132 Urfa’nın 20 km.
doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe’de 1996 yılında
başlayan ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek olan arkeolojik kazılarda,
dünyanın ilk tapınak tepesi tespit edilmiştir. Elde edilen bulguların Cilalı Taş
Devri’ne (M.Ö. 9000’lere) ait olduğu tarihlenmiştir. Buna göre Urfa, şu anda
11000 yıllık bir tarihe sahip tir. Adı geçen yerdeki kazıların sona ermesinden
sonra belki bu tarih daha da eskilere gidecektir. Bu yazıda, M.Ö. XXV. yüzyıldan başlayarak, çivi yazılı kaynaklar göz önünde
bulundurulmak suretiyle Urfa’nın yaklaşık 4500 yıllık yazılı bir tarihi
özetlenmiştir. Göbekli Tepe hakkındaki geniş bilgi, kitabın Mimari bölümünde
verilmiştir. I) Ebla Krallığı Dönemi (M.Ö. XXV. yy.) Ele geçen eski belgelere göre; Urfa bölgesi kısmen M.Ö. XXV. yüzyılda Kuzey
Suriye’de Halep yakınlarında kurulmuş Ebla Krallığı’nın hâkimiyetine girmiştir.
Bizce bölgenin tarihini de şimdilik bu dönemden başlatmak gerekir. M.Ö. 2500 yıllarına ait Ebla Krallığı’nın merkezi Ebla’da (Tell el-Mardikh)
yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çivi yazılı arşivlerde, adı geçen krallığa
bağlı olarak, Harran’ın bu dönemde Zugalum adındaki bir kraliçe tarafından
yönetildiğini görmekteyiz. Bu dönemde Urfa’nın durumunu veya adını şimdilik bilemiyoruz. Bununla
birlikte tabletlere göre, Kuzey Suriye’de geniş ve işlek bir ticaret ağı
bulunuyordu. Ancak bölgenin en eski tarihi dönemine ait elimizdeki bilgiler
şimdilik çok azdır. II) Akkad Krallığı Dönemi (M.Ö. XXIII. yy-XXI. yy.) Mezopotamya tarihinde kurulmuş ilk devlet olan Akkad Krallığı (M.Ö.
2350-2150), gittikçe güçlenerek Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Kilikya
bölgelerini bir dönem hâkimiyeti altında tutmuştur. Akkad Kralı I. Sargon (saltanatı M.Ö. 2340-2284), Amanos ve Toroslar’a doğru
bir sefer düzenlerken bölgemizin de içinde bulunduğu Kuzey Suriye’yi ele
geçirerek, Akkad Krallığı’nın hâkimiyetine katmıştır. I. Sargon’dan bir süre sonra, tahta geçen torunu Naram-Sin’in (saltanatı M.Ö.
2260-2220) Kuzey Mezopotamya’daki Subartu (Irmaklararası; Fırat ile Dicle arası
olup daha çok Kuzey Suriye’yi ifade eder) ülkesini çeşitli düşman unsurlara
karşı savunduğu görülür. Ona ait kitabeli bir bazalt zafer steli de
Diyarbakır’ın Pir Hüseyin köyünde bulunmuştur. Urfa merkez Konuklu (Kazane)
Köyü’nde yapılan kazılarda, ilk Tunç Çağı tabakasında bulunan üç çivi yazılı
tabletten ikisi, Eski Babil dönemine ait mektup, diğeri ise Akkadça çivi yazılı
olup, Akkad alfabesini öğretmektedir. Yukarıda bahsedilen stel ve çivi yazılı
tablet, Akkad Krallığı’nın bölgemizi de hâkimiyet sınırlarına katmış olduğunu
göstermektedir. Akkad Krallığı, İran’ın batısındaki Zagros Dağları’nda devlet kuran
Gutiler’in istilâsı ile başlayan savaşlar neticesinde yaklaşık M.Ö. 2150 yılında
tarihe karışır. III) III. Sumer-Ur Hanedanı ve Eski Babil Krallığı Dönemi (M.Ö. XXI?) Kaynaklara göre Akkad döneminden sonra, bölgemizi de içine alan Anadolu’nun
bir kısmı, III. Sumer-Ur Hanedanı (M.Ö. 2060-1960)’nın hâkimiyetine girmişti.
Anadolu ve bölgemiz ahalisi bunların kültürlerinden oldukça etkilenmişler ve
yazılarını bile kullanmışlardır. Eski Babil Krallığı’nın ünlü Kralı Hammurabi’nin (saltanatı M.Ö. 1728-1686),
Mari (Tell Hariri, Suriye’de Fırat üzerinde) bölgesiyle Assur ili de dahil olmak
üzere, bütün Subartu’yu, Elam’ı ve civardaki bütün ülkeleri zaptettiği bu
başarısının kendisine, “Sümer-Akkad Kralı, Dört İklim Hükümdârı ve Cihan
İmparatoru” gibi ünvanları kazandırdığı bilinir. Maalesef bu döneme ait
bilgilerimiz de çok azdır. IV) Hurri-Mitanniler ve Hitit Krallıkları Dönemi (M.Ö. 2000-1270) Güneydoğu Anadolu’nun En Eski Ahalisi Hurriler Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar’dan güneyde
Suriye ve Yukarı Mezopotamya’ya, batıda Toroslar’dan, doğuda İran’daki Zagros
Dağları’nın ötesindeki Urmiye Gölü’ne kadar uzanan oldukça geniş bir coğrafik
alana yerleşmişlerdi. Ancak, bu tarihlerde henüz siyâsi bir teşekkül
oluşturmamışlardı. Hurri, Babilcede “Mağara” demektir. Urfa bölgesinde birçok mağaranın
bulunduğu ve Hurri kentinin de bugünkü Urfa’nın yerinde bulunduğu tahmin edilir.
Ancak bu bilgi henüz teyit edilememiştir. Bölgede Hurriler’e ait herhangi bir tablet ya da sanat eseri bulunmamış
olması dikkat çekicidir. Bunun sebebinin de arkeolojik kazıların Urfa’nın güney
veya güneydoğusunda değil de kuzeyinde yapılmasına bağlıyoruz. M.Ö. 1800 yıllarında başkent Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu’da bir
devlet kuran Hititler, ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş topraklara
sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye’ye seferler düzenlemişler. Ancak daha çok
Hatay bölgesine yapılan bu seferlerde bölge ahalisi Hurriler’le
karşılaşmamışlardır. Hitit Kralı I. Hattuşili (saltanatı M.Ö. 1660-1630) Kuzey
Suriye’ye yönelik son askeri harekâtı esnasında Kargamış ve Halpa’yı (Halep) ele
geçirmeye çalışırken, Hurriler’in adı geçen kentleri savunma yönünden
desteklemesi sonucu başarısızlığa uğrayarak, geri çekilmek zorunda kalır. Bu
başarısızlığın sebebi; Hurriler’in sahip olduğu atlı arabalardır. Henüz
savaşlarda atlı araba kullanmayan civardaki topluluklar, Hurriler’in atlarla
süratli bir şekilde hücumları karşısında oldukça şaşırırlar. Hititler’in Kuzey Suriye’ye Yayılma Faaliyetleri I. Hattuşili’nin yerine geçen oğlu I. Murşili (Saltanatı M.Ö. 1630-1600)
Kuzey Suriye’deki yayılma siyasetinin ilk hedefi olarak, önce Halep’i ele
geçirir. Bu arada Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hurri prensleri bu süper güce
karşı koyamayıp geri çekilirler. Halep’ten sonra Suriye’deki Mari krallıklarını
da ortadan kaldıran I. Murşili’ye artık Babil yolu görünür. M.Ö. 1605 yılında
Fırat’ı izleyerek güneye iner ve Babil önlerine ulaşır. Bölgeden oldukça
uzakta cereyan eden ve Mezopotomya tarihinin seyrini değiştiren bu olay
sonucunda, muhteşem kent zapt ve yağma edilerek alınan ganimetlerle Anadolu’ya
dönülür. I. Murşili’nin M.Ö. 1600 yılında öldürülmesi üzerine Hitit Krallığı’nın
bocalama dönemine girdiği görülür. Tahta geçen I. Hantili (saltanatı M.Ö.
1600-1570) yeni askeri seferler düzenleyerek Kuzey Suriye’deki Hitit etki
alanını elde tutmaya çalışırsa da bunda başarılı olamaz. Hurriler Anadolu’ya
girerler ve kendi etkilerini arttırarak güçlenirler, Hitit sarayını basarak
Kraliçe Harapşili ile birkaç prensi de öldürürler. Bu felâkete bağlı olarak,
Hitit ülkesinde kavgalar ve kargaşalar uzun süre devam eder. Hurriler’in İkiye Ayrılması Bölgemiz ahalisi Hurriler’in gittikçe güçlenerek, ırkdaşları olan Subaru
aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak; batıda Akdeniz’e, doğuda Kerkük
bölgesine, güneyde ise Ken’an iline kadar yayıldıkları görülür. Yaklaşık M.Ö. 1500-1450 yıllarında Hurriler, biri Hurri diğeri Mitanni adında
iki konfederasyona ayrılırlar. Bu dönemde Önasya’da büyük olaylar meydana gelir. Nereden geldikleri ve
kimler oldukları henüz bilinmeyen Hiksoslar (Çoban Krallar) istilâsının
bölgemizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmiyoruz. Belki de Hiksoslar’ın
müdâhalesi sonucu Hurriler ikiye ayrılmak zorunda kalmışlardı. Hiksoslar
istilâsı; Hitit, Amurru, Assur ve Babil gibi devletlerin de sarsılmalarına sebep
olur. Mitanniler Kuzey Suriye’de Mitanniler tarafından yazılmış bir tablete henüz rastlanmamıştır. Ancak komşu
ülkelere ait arşivlerde XV. yüzyıldan itibaren bunların güç ve hırslarını
anlatan belgeler bulunmuştur. Kerkük tabletlerinde kendileri tarafından
“Maiteni” şeklinde, Mısır belgelerinde ise “Mitan” ve “Mitanni” adlarıyla
bahsedilmektedir. Mitanni ülkesine Mısırlılar ve Suriyeliler “Naharina (İki
nehir arası), Asurlular ise “Hanigalbat” adını veriyorlardı. “Bereketli Hilal” bölgesinde kurulan Mitanni Krallığı, bugünkü Ceylanpınar
civarında bulunduğu sanılan Vaşşuganni kentini başkent yapar. Mitanni Krallığı
daha sonra Hurri Krallığı aleyhine güçlenerek gelişir ve M.Ö. XIV. yüzyıl
sonlarında, tamamiyle onun yerine geçer. Bu arada Kargamış, Harran, Urfa, Halep
ve Antakya gibi kentler Mitanni hâkimiyetine girerler. Mitanniler ülkesi, o dönemin dünya siyaseti bakımından çok önemli stratejik
bir bölge idi. Mezopotamya’dan Karadeniz’e, Akdeniz’e, Mısır’a ve buralardan
yine Mezopotamya’ya giden yollar Mitanniler ülkesinden geçiyordu. Bu coğrafik
durum Önasya’da Mitanniler’e büyük bir üstünlük kazandırmıştır. Mitanniler, daha
sonra bu avantajı kullanıp, Mısır ve Hitit krallıkları arasında üçüncü bir güç
durumuna gelmiştir. Kuzey Suriye’de Mitanni-Mısır Mücâdelesi Mitanniler, Mısırlılar’a karşı koyabilmek ve Suriye-Filistin hâkimiyetini
Firavunlara kaptırmamak için civardaki küçük prenslikleri idâreleri altına
alarak büyük bir ordu ile Mısır Firavunu III. Tutmes’in (saltanatı M.Ö.
1490-1436) ordularını Megiddo’da durdurmayı başarırlar. Ancak Mitanniler’in bu
başarılarının ömrü, Mısır’ın güçlü orduları karşısında pek de uzun sürmez. III. Tutmes M.Ö. 1477’de ordularıyla Mitanniler üzerine yürüyerek uzun ve
kanlı savaşlardan sonra Kadeş’i ele geçirir; sonra da Fırat boylarına kadar
ilerleyerek M.Ö. 1473’de Kuzey Suriye’yi kısa bir süre denetimi altına alır.
Mitanni büyükleri olan Mariannular, bu kanlı savaşlar esnasında mağaralara
kaçarlar. İşgal altındaki Mitanni kentlerinde, çıkan isyânlardan dolayı Firavun
bunları birkaç kez bastırmak zorunda kalır. Böylece Kuzey Suriye ve tabiatıyla bölgemiz, kısmen Mısır etkisinde kalır ve
bu durum Mitanni Kralı Sauşşatar’ın (saltanatı M.Ö. 1440-1410) M.Ö. 1435’te
Kuzey Suriye’yi ve bölgemizi tümüyle ele geçirmesine kadar devam eder. M.Ö. 1453 yılında Firavun’un Fırat’ı geçerek, Mitanni başkenti Vaşşuganni’yi
tehdit etmesi üzerine, Sauşşatar’ın onunla Suriye ve Filistin’de Firavun’un
hâkimiyetini ve her sene belirli bir vergi vermeyi kabul etmek suretiyle bir
anlaşma yapmış olduğu görülür. Bu olay Mitanniler’in düşmanı olan Hititler’i
oldukça sevindirir ve II. Tuthaliya’nın (saltanatı M.Ö. 1460-1440) Firavun’u
tebrik edip, ona hediyeler ve elçiler göndermesine sebep olur. Mitanniler’in Yeniden Canlanışı ve Fetihleri Mitanni Kralı Sauşşatar, Firavun’un bölgeden uzaklaşmasını fırsat bilerek,
ülkesinin yaralarını sarmak ve ekonomik yönden ayakta durmasını sağlamak için
bütün gücüyle çalışır. M.Ö. 1435’de Harran üzerinden geçerek, herhalde bu
sıralarda Mitanniler ile Subarular’ın arası açılmış olmalı ki, Subarular
ülkesine yürür ve burayı ele geçirir. Subarular ülkesini ele geçiren Sauşşatar, zaman geçirmeden Assur üzerine
yürür ve kenti ele geçirir. Assur prensliğinden I. Assurrabi ve II.
Assurnirari’nin bulunduğu bu zamanda Assur, Kas krallarının etkisinden kurtulur,
ancak bu kez de Mitanniler’e tabi olmak zorunda kalır. Sauşşatar, Assur
kentinden birçok kıymetli eşyalarla birlikte bir altın kapıyı da ganimet olarak
başkenti Vaşşuganni’ye götürür. Sauşşatar’ın bu başarılı faaliyetinden sonra, Mitanniler’in doğu sınırları
Zağros Dağları’na kadar genişler. Kuzey Suriye’deki eski denetim alanları olan
Halep ve Kadeş bölgeleri de tekrar Mitanni hâkimiyetine girer. Hitit Tehlikesi ve Mitanni-Mısır İttifakı Biraz rahatlama dönemine girmiş olan Mitanni Krallığının karşısına tehdit
olarak, bu kez de Hitit Krallığı çıkar. Nitekim uzun zamanlar kendi hallerinde
yaşayan Hititler tekrar güçlenmişler ve sınırlarından taşıp Önasya’ya hakim olma
emellerini gerçekleştirmeye başlamışlardı. Bir ara Kral II. Tuthaliya Kuzey
Suriye’ye yürümüş ve Halep’i zaptetmişti. Güneye doğru genişleyen Hitit
akınları, Firavunların Suriye ve Filistin’deki sınırlarını yıkabilirdi.
Sauşşatar da bu yeni ve tehlikeli durum karşısında Firavun’la birleşme gereğini
duyuyordu. Ayrıca Mitanniler’in doğu ve güneydoğu sınırları da pek güvenilir
görünmüyordu. Bu arada Assurlular intikam savaşlarına hazırlanıyorlardı. Bütün
bu tehlike ve tehditler karşısında güçlü bir müttefike ihtiyaç duyan Mitanni
kralı, Firavun II. Amenofis’e (saltanatı M.Ö. 1436-1412) bir heyet göndererek
kesin bir antlaşma, birleşme ve işbirliği yapmak isteğini bildirir. Mitanniler, M.Ö. 1411 yılında Hanigalbat’ın batısındaki Kizzuvatna (Adana ve
kuzey civarı) bölgesini zaptedip, topraklarını genişletmek imkânına sahip
olurlar. Mısır ile Mitanniler arasında yapılan antlaşma, sonradan bu iki hânedan
arasında meydana gelen evlenmeler ve yapılan ticaret anlaşmaları ile
pekiştirilir. Sauşşatar’dan sonra Mitanni tahtına geçen I. Artatama (saltanatı
M.Ö. 1410-1400) Firavun IV. Tutmes ile dostluk ve barış antlaşması imzalar ve
kızını Firavuna eş olarak verir. Mitanni prensesi ile evlenen Firavun, ona
kraliçe ünvanını verir. Mitanni prensesi, IV. Tutmes’in yerine geçecek olan III.
Amenofis’i doğurmuştur. Firavun III. ve IV. Amenofis’ler de birer Mitanni
prensesi ile evleneceklerdir. Mitanni Krallığın İkiye Bölünmesi Mitanni Krallığı, Önasya’nın güçlü devletlerinden biri olmaya çalışırken, I.
Artatama’dan sonra tahta geçen oğlu II. Şuttarna’nın (saltanatı M.Ö. 1400-1385)
ölümünden sonra, taht varisleri arasında mücâdeleler başlar ve sonuçta, devletin
arazisi varisler arasında paylaşılır. II. Artatama, ülkenin kuzeybatı kısmını
alarak burada başkenti Urfa (?) olan bağımsız bir Hurri Krallığı kurar.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde de kardeşi Artaşumara (saltanatı M.Ö. 1385-1380)
Mitanni tahtına oturur. Beş yıl sonra M.Ö. 1380’de, Uthi adlı bir isyâncı, Artaşumara’yı öldürerek
Mitanni tahtına henüz çocuk olan Tuşratta’yı (saltanatı M.Ö. 1380-1350)
oturtarak ülkenin idrâresini ele geçirir. Tuşratta büyüdükten sonra, Uthi’yi
ortadan kaldırarak babasının tahtı üzerinde tek yetkili olarak hükmedecektir.
Hititler’in Mitanni Ülkesine Saldırıları Hurri Kralı II. Artatama, düşmanları olan Hitit Kralı I. Şuppiluliuma
(saltanatı M.Ö. 1380-1345) ile birleşerek onun da yardımıyla, kardeşi
Tuşratta’nın üzerine yürür. Hitit kralının Mitanni kralına haber göndermesine karşılık, kral başkenti
Vaşşuganni’den çıkmaz; Hitit ordusu oraya ilerleyince, Mitanni askerleri
tarafından yakılan ekinler ve kapatılan kuyular yüzünden, aç ve susuz kalarak
geri çekilmek zorunda kalır (M.Ö. 1380). Tuşratta, hezimete uğrattığı Hitit
ordusundan eline geçen ganimetlerden bir kısmını ve iki Hitit esirini akrabası
ve dostu olan Firavun III. Amenofis’e gönderir. İlk saldırısı başarısızlıkla sonuçlanan I. Şuppiluliuma, düşmanı olan bu
ülkenin içişlerini her zaman dikkatle izlemiş ve patlak veren bazı iç kavgaları
kendi lehine kullanmak istemişti. Aslında Mitanni sorunu şimdilik kolayca
çözülebilecek bir sorun değildi. Anadolu’daki güvenliği sağlamak ve siyasal alanlarda güçlenmek amacına
yönelik olarak, Mitanni ile Hitit ülkeleri arasında bir tampon bölge oluşturan
Kizzuvatna Kralı Şanuşşara ile bir andlaşma yapıp, bu ülkeyi de yanına alan I.
Şuppiluliuma’nın, Mitanni ülkesine ikinci bir sefer düzenleyerek başkent
Vaşşuganni’yi yağmaladığı görülür. Tuşratta, her nedense kesin bir savaştan
kaçınır ve bu durum Hitit kralının Kuzey Suriye’yi yağmalamasına, Halep’i M.Ö.
1377 yılında tekrar Hitit hâkimiyetine sokmasına sebep olur. Büyük bir hezimete
uğrayan Tuşratta, istemiyerek de olsa, Fırat’ın batı kısımlarını Hititler’e
bırakmak zorunda kalır. Bu dönemde Tuşratta için Hititler’den sonra ikinci bir
potansiyel tehlike ise, Assur kentinde filizlenmekteydi. Mitanni karşıtı olan
gruplar güçlenmişler ve Assur prensliğine Eriba-Adad’ı getirmişlerdi. Bu prens,
göreve gelir gelmez, Mitanni bağımlılığından kurtulmak için bütün gücüyle
çalışmaya başlamıştı. Bize göre, Tuşratta esasen Hitit kralı ile zamanında iyi ilişkiler içinde
bulunmamıştır. Bu kötü ilişki, hiç beklemediği ve hazırlıksız olduğu zamanlarda
karşısında Hititler’in görmesine sebep olmuştur. İhtimal ki Tuşratta,
Hititler’in bu kadar güçleneceğini düşünmemişti. Firavun’un Mitanni’den Kız İstemesi Mitanniler’in felaketlerle uğraştığı bir dönemde Firavun III. Amenofis, M.Ö.
1370 yılında Vaşşuganni’ye bir heyet göndererek, Tuşratta’nın kızı Tadu-Hepa’yı
evlenmek amacıyla ister. Tuşratta birçok mazeretler öne sürerek buna razı olmaz.
Devam eden ısrarlar ve uzayan yazışmalar sonucunda, bunu kabul ederek kızı ile
birlikte kıymetli eşyaları da Mısır’a gönderir. Sonuçta; evlenme ve kız isteme ısrarlarına, Tuşratta’nın istemeyerek de olsa
rıza gösterdiğini görüyoruz. Tuşratta, belki aradaki dostluğun bozulmaması ve
mevcut ittifakın ortadan kalkmaması için, bunu kabul etmek zorunda kalmıştır.
İleride görüleceği üzere Firavunlar, hiçbir zaman Mitanniler’e yardımda
bulunmamışlar ve sonuçta bu ittifaktan, kız almak suretiyle Mısırlılar kazançlı
çıkmışlardır. Hititlerin Son Saldırısı ve Mitanniler’in Hezimeti Hitit Kralı I. Şuppiluliuma, Mitanniler’in bu durumdan faydalanarak, hem
ülkelerini ve hem de Suriye’yi ele geçirme projesini uygulamaya koyar. Tuşratta,
Mısır’dan yardım alamamasına rağmen, ülkesini kâhramanca savunmaya niyetlidir.
Hitit kralı, bir taraftan Tuşratta’nın kardeşlerini, diğer taraftan da Lübnan
bölgesindeki Sami-Amurru beylerini elde etmeye çalışır. Sonunda bu
faaliyetlerinde başarılı olur. Mitanni prenslerinin ayaklandırılan menfaatleri,
ülkedeki birliği ve gücü gevşetir. Amurrular’ın durumu da Mısır’ın Suriye
üzerindeki etkisini oldukça sarsar. Kendi projesinin gerçekleşmesine yarayan bu gelişmeler sonucunda,
Mitanniler’e saldırıp son darbeyi vurma zamanının geldiğini gören Hitit kralı,
ordusunu harekete geçirir. Mitanni Kralı Tuşratta, dostu olan Firavun IV.
Amenofis’e ardı ardına gönderdiği mektuplarda ondan acilen yardım ister. Ancak
Firavun, kurmuş olduğu yeni dinle meşgul olduğundan, kimse ile ilgilenecek bir
durumda değildir. M.Ö. 1366’da başkent Vaşşuganni’ye saldıran büyük Hitit ordusu
karşısında bir şey yapmaya fırsat bulamayan Tuşratta, hezimete uğrar ve kaçmak
zorunda kalır. Mitanni prenslerinden çoğu esir edilerek, Kapadokya’ya götürülür.
Mitanniler arasında çıkan kargaşalıklar esnasında Tuşratta oğullarından biri
tarafından öldürülür. Tuşratta’nın küçük oğlu Mattivaza da sadık ve fedakâr
adamları tarafından Babil’e kaçırılarak ölümden kurtarılır. Bu hezimet üzerine Kargamış hariç, bütün Kuzey Suriye ve bölgemiz Hitit
Krallığı’nın hâkimiyetine girer. Mattivaza’nın Hititler’e Bağlı Krallığı Mattivaza’nın kendisine esir muamelesi yapılan Babil’den, yanındaki adamları
tarafından kaçırıldığı ve nice zorluklarla Anadolu’ya ulaşarak, Hitit Kralı I.
Şuppiluliuma’ya sığındığı görülür. Usta siyâsetçi Hitit kralı, o sıralarda büyümekte olan Assur Krallığı’nın
gelecekte ülkesi için bir tehlike oluşturabileceği ihtimalini göz önünde
bulundurarak, Mattivaza’yı güzel bir şekilde karşılar ve ona kızını da vererek
Mitanni Krallığı’nı kendine bağlı bir tampon devlet halinde yeniden kurar. I. Şuppiluliuma’nın işini sağlama bağlamak için, Mattivaza (saltanatı M.Ö.
1350-1320) ile M.Ö. 1350 yılında bir de antlaşma yaptığı görülür. Yemin
Tanrıları arasında yer alan Harranlı Sin (Ay) ve Şamaş (Güneş)’ın da şahit
tutulduğu bu antlaşmada Hitit Kralı şöyle der: “Kral Tuşratta’nın oğlu Mattivaza’yı elinden tuttum ve onu babasının tahtına
oturtacağım. Kızımın hatırı ve büyük bir ülke olan Mitanni mahvolmasın diye
büyük Hitit Kralı, bu ülkeyi yeniden canlandırdı. Tuşratta’nın oğlu Mattivaza’yı
elinden tuttum ve kızımı ona eş olarak verdim. Mattivaza kral olduğuna göre,
Hitit ülkesi kralının kızı da Mitanni ülkesinde kraliçedir. Sen ey Mattivaza,
kızımın üzerine başka kadın alma! Ona, başka bir kadın eşdeğer duruma gelmesin;
kızımı ikinci kadın derecesine indirme. Mattivaza, gelecekte benim oğullarımın
gerçek kardeşi ve eşitidir. Mattivaza’nın çocukları da benim çocuk ve
torunlarımın eşiti olacaktır. Hitit ve Mitanni ülkesinin halkı, gelecekte
birbirlerine kötülük etmeyeceklerdir.... Hitit ülkesi kralı savaşa giderse,
Mitanni kralı da onunla gidecektir. Mitanni’nin düşmanı olan Hitit’in de düşmanı
olacaktır. Hitit’in dostu olan Mitanni’nin de dostu olacaktır.” Görüldüğü gibi, Hitit kralına adeta bağımlı bir duruma gelen Mattivaza,
Hattuşaş’tan gelen emre göre, hareket etmeye mecbur bırakılır. Bu durum
karşısında Mitanni Krallığı da doğal olarak gerilemeye ve çökmeye başlar. Kısa bir süre sonra Hitit kralı I. Şuppiluliuma oğlu Piyassili’yi ve damadı
olan Mattivaza’yı eski bir Mitanni kenti olan Kargamış üzerine gönderip, orayı
ele geçirmelerini sağlar. Bunlar daha sonra Vaşşuganni üzerine giderken, bu
arada Harran’ı da alarak kendilerine bağlarlar. Harran’ın bu sıralarda kimlerin
elinde bulunduğu bilinmiyor. I. Şuppiluliuma’nın M.Ö. 1345 yılında bulaşıcı bir hastalık sonucu ölmesi
üzerine; Arzava, Kizzuvatna ve Mitanni gibi Hattuşaş’ın egemenliğinde olan
devletler, hâkimiyetleri ilan ederek istiklâllerini tekrar kazanırlar. Mitanni-Hanigalbat Ülkesinin Assur’a Tabi Oluşu Assur Kralı I. Adad-Nirari (saltanatı M.Ö. 1307-1274), Hitit etkisinin
gittikçe arttığı Mitanni-Hanigalbat bölgesini ele geçirmek amacıyla hazırlıklara
başlar. Ancak Mitanni Kralı I. Şattuara (saltanatı M.Ö. 1320-1300) daha önce
davranıp Assurlular üzerine yürür. Ancak büyük Assur gücüne yenilerek esir düşer
(M.Ö. yak. 1305) ve ancak yapılan görüşmeler sonucu her yıl vergi vermek
suretiyle ülkesine dönebilir. I. Adad-Nirari, Hanigalbat sorununu kesin bir şekilde çözmek için son kez
ordusuyla oraya yürür. Mitanni Kralı Vasaşatta (M.Ö. 1300-1280), Hitit Kralı
III. Hattuşili’den (saltanatı M.Ö. 1275-1250), acil yardım isterse de Hitit
Kralı ona yüz vermez. Bölece Assur ordusu karşısında tek başına kalan Vasaşatta,
bütün kuvvetlerini Kargamış ile Harran arasındaki İrridu denilen yerde
toplayarak hazırlığını tamamlar. M.Ö. 1275 yılında yapılan savaşta yeniden
Vasaşatta, ailesinin bütün fertleriyle zincire vurularak Assur’a götürülür. Bu
tarihten itibaren Mitanni Krallığı tarihe karışır. Kısmen Hanigalbat ülkesi ve
bölgemiz Assur’un hâkimiyetine girer. Hanigalbat’ın tümünün ele geçirilmesi M.Ö.
1270 yılında Assur Kralı I. Salmanassar (saltanatı M.Ö. 1274-1245) tarafından
sağlanır. Hurri-Mitanni aşiretleri ise, zamanla yurtlarına dolacak Samiler
arasında eriyip gideceklerdir. Harran’daki konik evlerin, Hurri mimari geleneğinin günümüze yansımış
örnekleri olabileceğini tahmin etmekteyiz. Hurriler, atı besleme, terbiye etme,
evcilleştirme ve arabada kullanma konusunda oldukça ileri bir tekniğe
sahiptiler. Anadolu’da, Hitit Krallığı’nın M.Ö. 1200 yıllarında beklenmeyen bir zamanda
birden bire yıkılması üzerine, Assurlular yeniden batıya doğru ilerlemeğe
başlamışlardı; ancak bu kez karşılarında Arâmiler kalmıştı. V) Arâmiler ve Assur Krallığı Dönemi (M.Ö. 1270-610) Arâmi-Assur Çekişmesi Güneydoğu Anadolu M.Ö. 1000 yıllarında büyük bir Arâmi göçüyle karşı karşıya
kalır. Arâmiler güneyden kalkıp büyük kentlere akın etmeye başlarlar. Sami
kavimlerinin üçüncü büyük göçünü oluşturan Arâmi göçleri uzun yıllar sürer;
nihayetinde Göçebe Arâmiler (Ahlamu Aramaye) Yukarı Mezopotamya’da birçok Arâmi
devleti kurmaya muvaffak olurlar. Bunlardan Bit-Adini, Urfa bölgesini içine
alıyordu. Assurlular, batıya doğru ilerlemelerine engel olan Arâmiler’in çoğalmalarını
engellemek için birçok imha seferleri düzenlerler, ancak başarılı olamazlar.
Assur Kralı II. Adad-Nirari’nin (saltanatı M.Ö. 911-891), Fırat ve Dicle
vadilerine yaptığı M.Ö. 894 yılındaki seferinde Habur ırmağı yürüyüşü sırasında,
Harran’ın önünden geçtiği, oradan vergi ve haraç aldığı görülür. III. Salmanassar (saltanatı M.Ö. 858-824), M.Ö. 875-855 yıllarında düzenlemiş
olduğu üç seferde; Bit-Adini Devleti’ni ortadan kaldırır ve civarıyle birlikte
bölgemizi de bir Assur eyâleti durumuna getirir. III. Salmanassar’ın ihtiyarlık
döneminde Assur Devleti’ne isyân eden kentlerin arasında Huzirina (Sultantepe)
da bulunuyordu. Urartu Krallığı’nın Bölgedeki Hezimeti M.Ö. IX. yüzyılda Van Gölü civarında kurulmuş olan Urartu Krallığı,
sınırlarını kuzeyde Kafkas ötesine, doğuda kuzeybatı İran içlerine, batıda
Malatya çevresine, güneyde de Urfa-Halfeti yakınlarına kadar genişletmişti.
Urartu Krallığı ömrü olan 300 yıl boyunca Assur Devleti’nin en büyük rakibi
olmuştur. Urartu krallarından I. Şarduri (saltanatı M.Ö. 840-830) ve İşpuini
(saltanatı M.Ö. 830-810) bir müddet Yukarı Mezopotamya’yı hâkimiyetleri altında
tutmuşlardır. Kaynaklara göre III. Salmanassar, I. Şarduri’ye karşı yedi kez
sefer düzenlemiştir. Bu arada Assur Kralı V. Assur-Nirari’nin (saltanatı M.Ö.
753-746) Arâmi asıllı Arpad Kralı Matti’el ile bir ittifak anlaşması imzaladığı
ve bu anlaşmada Harran kentinin koruyucusu olan Ay Tanrısı Sin’in de şahit
tutulduğu görülür. Assur Kralı III. Tighlatpileser (saltanatı M.Ö. 745-727), M.Ö. 743 yılında
Urartu meselesini halletmek için ordusuyla batıya doğru hareket ederek, dört
Suriye ülkesi (Bit-Agusi, Melida [Malatya], Gurgum [K. Maraş] ve Kummuhu
[Kommagene, Adıyaman]) ile birleşmiş olan Urartu ordusunu, Urfa’nın batısındaki
Halfeti ilçesinin kuzeyinde yer alan ve Arpad (Tell Rıfad) denilen yerde yapılan
bir savaşta perişan ederek birçok esir alır. Assur Krallığı’nın Bölgedeki Hakimiyeti Bu zaferin sonucunda; Kuzey Suriye ve bölgemiz tekrar Assur’un hâkimiyetine
girer ve yöredeki tüm kent devletleri kralları; Assur’a vergi ve haraç vermek
zorunda kalırlar. Harran ve çevresinin bu dönemde Bel-Pihati ünvanlı bir vali tarafından
yöneltildiği ve Till Barsip (Tell Ahmar) kentinde oturan Turtanu adlı büyük
vezire bağlı olduğu görülür. Urfa’nın 21 km. doğusunda bulunan Duru kenti de
ayrı bir idari bölge (Urasi’lik) olarak yöneltilir. Assur Kralı Asarhaddon (saltanatı M.Ö. 680-669), M.Ö. 671 yılında Mısır’ın
ele geçirilmesi ile sonuçlanan sefere giderken, Harran kenti dışında bulunan ve
sedirden yapılmış Ay Tanrısı Sin Tapınağı’na uğrar ve ondan yardım diler.
Zaferden sonra da tanrıyı ödüllendirmek için küçük çapta restorasyonlar yapar.
Mezopotamya’nın en eski ve ünlü tanrısına ait tapınağın yeniden yapılması,
Asarhaddon’un oğlu Assurbanipal’in (saltanatı M.Ö. 668-626) döneminde
gerçekleşir. Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı’nı yeniden yaptıran Assurbanipal, bir
yazıtında küçük kardeşi Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu’yu, Sin rahibi
yaptığını şöyle anlatır: “.... En küçük kardeşim
Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu’yu, Harran’da oturan Sin’in huzurunda, İrigallu
rahipliği için takdis ettim.” VI) Keldâni (Yeni Babil), Med-Pers, Makedonya ve Seleukos Krallıkları
Dönemi (M.Ö. 610-132) Keldâni, Med ve Pers İttifakı Assurlular’ın bu ezici güçleri, Assurbanipal’in M.Ö. 626 yılındaki ölümünden
sonra pek uzun sürmez. Assur’un korkunç idaresi altında inleyen uluslar, intikam
hırsıyla silaha sarılırlar. Bunların başında İskitler, Keldâniler, Med ve
Persler bulunur. M.Ö. 614 yılında Med Kralı Keyaxares (saltanatı M.Ö. 635-584), Babilli
Nabupolassar ile birleşerek, imparatorluğun eski başkenti Kalhu’yu zapt ve
tahrip eder. Bundan iki yıl sonra da, yine aynı iki kral bir kısım göçebe
İskitli’nin de desteğiyle imparatorluğun başkenti Ninova’ya saldırırlar. Üç
aylık bir kuşatmadan sonra, kenti ele geçirerek son kral Sin-şar-işkun’u
(saltanatı M.Ö. 623-612) öldürürler. İmparatorluk ülkesi Medler ve Keldâniler
arasında paylaşılır. Bu büyük yıkım ve kuşatmadan kurtulan Assur ordularının bir
bölümü, Harran’a gelip burayı Assur’un yeni başkenti yaparak son Assur prensi
Assuruballit’i de kral ilan ederler. Ancak, bu yeni Assur Devleti iki yıl gibi
kısa bir süre sonra, Medler’le ortaklaşa hareket eden Babil Kralı tarafından
tarih sahnesinden silinir. Bu arada Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı da Harran’ı
ele geçiren istilacı Medler tarafından tamamen yakılıp yıkılır. Nabukadnezzar tahta geçtiği zaman, Keldani etkisi Sinear ile Elam’ın Susa
mıntıkasına ve Kuzey Suriye’ye ulaşmıştı. Assur kenti Medler’in, Harran da
Medler’e tabi Umman-Mandalar’ın elinde bulunuyordu. Medler’in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti Med Kralı Keyaksares’in, Batı Anadolu’daki Lidya Krallığı ile Anadolu’yu
paylaşma pazarlığına oturacak kadar güç kazandığı görülür. Böylece batı
sınırlarını güvence altına alan Medler, doğuya yönelerek zayıf bir durumda olan
Urartu Krallığı’nı da kısa sürede çökertirler. Ancak sadece yağmacılık
ekonomisine dayanan Med üstünlüğü maalesef uzun ömürlü olamaz. Bu arada Harran
bölgesinin Keldani Krallığı’nın eline geçtiğini görüyoruz. Harranlı bir rahibenin oğlu olduğu sanılan son Keldani Kralı Nabuna’id
(saltanatı M.Ö. 556-538), Pers Kralı Kyros (saltanatı M.Ö. 559-530) ile Medler’e
karşı birleşir ve üç yıl sonra Medler’i yener. Keldâniler’in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti Nabuna’id muhtemelen M.Ö. 550 yılında bir fırsatını bulup 54 yıldan beridir
harabe halinde bulunan Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı’nı yeniden restore ettirir
(Bu restorasyon büyük çaplı olup ancak beş yılda tamamlanabilmiştir) ve tapınak
son şekliyle İslâm dönemine kadar ulaşır. M.Ö. 540 yılında başlayan Pers saldırıları, bir yıl sonra Kral Kyros’un
Babil’e girmesiyle sonuçlanır ve Keldâniler (Yeni Babil) Krallığı’da artık
tarihe karışmış olur. Persler’in Bölgedeki Hakimiyeti Kaynaklara göre, Urfa ve Harran bu dönemde Babil ve Suriye Satraplığı’na
bağlanmış ve Satrap Gobryas’ın idaresine verilmiştir. Bu dönemde bölgemizin dili olan Arâmi dili ve yazısı, Yakın Doğu ve
Anadolu’nun tümüne sahip olan Pers İmparatorluğu’nun resmi dili ve yazısı olarak
kabul edilmiştir. Pers Kralı I. Darius (saltanatı M.Ö. 522-486) döneminde bölgemiz Babylonia
Satraplığı içine alınmıştır. Persler, Fırat ile Dicle nehirleri arasındaki geniş ve bereketli toprakları
ekip biçerek bölgedeki ziraati canlandırırlar. İşlenen bu arazileri de
savaşlarda üstün başarı gösteren subaylara dağıtırlar. Bu asker-soylular aynı
zamanda yörenin yeni yöneticileri olurlar. Persler din önderlerine de toprak
bağışlayıp ayrıcalıklar tanıyarak, bunların kendilerinden yana tutum almalarını
sağlarlar, ancak kıyılardaki eski koloni kentlerine söz geçiremeyen merkezi Pers
yönetimi, bu kentlerde biriken ticaret gelirlerinden yoksun kalınca,
imparatorluk ekonomik bunalım içine düşer. Bu fırsatı değerlendiren Makedonya
Krallığı, İskender önderliğinde Anadolu’ya girer. Pers orduları önce M.Ö.
334’te, ardından da M.Ö. 332’de Hatay’ın İssos (Dörtyol) yakınlarında yenilince
Urfa’yı da içine alan Güneydoğu Anadolu bölgesi Makedonyalılar’ın eline geçer.
Makedonyalılar Urfa Bölgesinde Bu dönemde Urfa bölgesinin Osrhoene adıyla çağrıldığını, bölgemiz ve
Mezopotamya’nın Yunan kültürüyle tanıştığını görüyoruz. Birçok Makedonyalı ve
Yunan asıllı ahali ve tüccar bölgeye yerleşir ve bu arada Harran “Mygdonia”
adını alarak buradaki tanrılara Yunanca isimler verilir. Böylece Doğu ve Yunan
kültürleri arasında meydana gelen kaynaşma sonucu Hellenizm kültürü bölgeye
hakim olur. Bu kültürde yine Arâmi dili ve kültürünün önemli bir etkisi görülür.
İleride görüleceği gibi, Urfa zamanla Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden
biri haline gelirken, Harran putperest ve Hellenizm kültürün en büyük
merkezlerinden biri olmaya devam edecek ve bundan dolayı kilise babaları
tarafından “Putperest Kenti” anlamına gelen “Hellenopolis” adını alacaktır. Yunan kültürünü benimseyen bölgemiz ahalisi Arâmiler, bu kültürü daha sonra
Araplar’a aktarma görevini de üsteleneceklerdir. İskender, Güneybatı Asya’ya doğru fetihlerini sürdürürken Güneydoğu
Anadolu’yu generallerine bırakır. M.Ö. 13 Haziran 323 yılında beklenmedik bir
zamanda, bilinmeyen beri sebepten dolayı, genç yaşta ölmesi üzerine, generaller
arasında imparatorluğu paylaşma savaşları başlar. Savaşların bitiminde yapılan
antlaşmada satraplıkların değil de, bölgelerin bölünmesine karar verilir. Yukarı
Asya satraplıklarının bir bölümüyle Babylonya’ya sahip olan General Seleukos
Nikator (Galip) M.Ö. 306 yılında krallığını ilan eder. Seleukoslar’ın Bölgedeki Faaliyetleri I. Seleukos Nikator, 5 yıl önce yapmış olduğu savaşlar neticesinde
topraklarını biraz olsun genişletmiş ve bu esnada Harran’a da uğramıştı.
Seleukos Nikator bu başarılı faaliyetleriyle Pers İmparatorluğu’nun kalıntıları
üzerine yükselecek olan yeni bir devletin temelini atmış oluyor ve başkentini de
Babylonya’dan Dicle kıyısında kurduğu Seleukeia kentine taşıyordu. Urfa, bu dönemde Arâmiler tarafından Urhay olarak çağrılıyordu. M.Ö. 302
yılında I. Seleukos Nikator tarafından eski bir yerleşim alanının kalıntıları
üzerine yeniden kurulan Urfa, “Suları bol” anlamına gelen “Edessa” ismini alır.
Edessa o dönemde Makedonya’nın başkentinin adı idi; ancak Urfa’nın o dönemde
sulak oluşu ve yeşilliğinin bolluğundan dolayı Edassa’ya benzediği için bu isim
verilir. Bu tarihlerde Mezopotamya’da Edessa’dan başka birçok askeri koloniler ve
kentler kurulur. Bunlardan birkaçı Osrhoene (civarıyla birlikte Urfa bölgesi)
bölgesinde bulunuyordu. Kurulmuş olan bu kentlerden Karrai (Harran),
Makedonopolis (Birecik), Nikephorion (Rakka) ve Anthemusia (Suruç) bölgemiz için
oldukça önemli idiler. Seleukos Kralı II. Antiokhos Teos, M.Ö. 261 yılında tahta geçtiğinde doğudaki
eyâletler merkezden ayrılmış, buralarda Parth ve Baktriyan krallıkları
kurulmuştu. III. Suriye Savaşı olarak anılan savaşlar esnasında, Mısır Firavunu
Ptolemaios Evergetes Seleukos ordusunu yenerek Fırat’ı aşar, Mezopotamya’ya
girerek kuzeye doğru ilerler. M.Ö. 245 yılında Urfa bölgesini de ele geçirir.
Seleukos Kralı Kallinikos, ancak kuzey komşusu Pontus Kralı ile anlaşarak
Antakya ve Urfa yörelerini geri alabilir. Bu olaydan sonra Seleukoslar’ın
Akdeniz kıyılarındaki üstünlükleri de sona erer. M.Ö. 140 yılında Zagros Dağları civarında yapılan Parthlar ve Seleukoslar
çarpışması sonucunda Seleukoslar İran ve Mezopotamya’yı kaybederler ve
başkentlerini Antakya’ya taşırlar. Bu dönemde Urfa’daki Balıklıgöl, Seluk Gölü ve daha sonra Seleukos Gölü
olarak bilinir.
|