Karikatür ve Bilişim Niyazi Yoltaş Bilişim ve Günlük Yaşam Bilinen bir öykü vardır. Issız bir adada uzun süre tek başına yaşayan bir
adamı kurtarmak için gelen helikopterdekiler, kendisine seslenmişler,
“İvedilikle istediğin bir şey var mı?”. Adamın cevabı tek kelime olmuş:
“Gazete!.” Bugünlerde aynı adama aynı soruyu sorsalar ne cevap verirdi merak
ediyorum. Acaba dizüstü bilgisayar mı isterdi, cep telefonu mu, yoksa televizyon
mu? Bizim kuşağın çocukları, radyo ile ilk karşılaştıklarında, arka kapağını
kaldırıp içindeki adamları görmeye çalışırdı. Şimdikiler okuma yazmayı
öğrenmeden bilgisayarlarının karşısına geçip, internette sörf yapıyorlar. Gayet iyi anımsıyorum, 1947 yıllarında Doğan Kardeş Dergisi, çocuklar
arasında “Nelerin icat edilmesini isterdiniz?” konulu ve dizi karikatürlü bir
anlatım serisi düzenlemişti. Oraya yolladığım ve 15 Haziran 1947’de derginin
arka kapağında yayınlanan bir sayfalık renkli bank karikatürümde “Radyo
dinlemeyi çok sevdiğimi, ancak her yerde dinlemek olanağım olmadığı için hiç
olmazsa kol saati boyutunda bir radyonun keşfini istediğimi” anlatmıştım.
Araştırmacılardan başka bir şey dileseymişim olacakmış, çünkü göz açıp kapayana
dek dileğim yerine geldi ve 5 lambalı, 15 metre antenli koca koca radyoların
yerini kol saati kadar minik radyolar, ardından da ele avuca sığan TV’ler günlük
yaşantımıza girdi. Sadece bu kadar mı? Geçmiş yıllarda postacının yolunu kollayan ve yavukludan gelecek pembe kağıda
yazılmış mektup bekleyen sevdalılar, bilgisayar başında önlerindeki klavyenin
tuşlarına basıp, karşılarındaki ekranı izleyerek, saniyeler içinde birbirleriyle
haberleşiyorlar. Daha on onbeş yıl öncesine dek, postanelerdeki telefon kuyruklarında bekleyen
kalabalıkları ve “Alo alo! Çık aradan memişhane, ben Gümüşhane’yi arıyorum” diye
bağırıp çağıranları unuttuk artık. Şimdilerde, elini kulağına dayamış kendi
kendine konuşuyormuş gibi birbirleriyle haberleşenlere sağda solda her yerde
rastlıyoruz. Ve artık ana babalar doğacak çocuklarının cinsiyetini öğrenmek için
falcılara, büyücülere koşmuyorlar. Ultrasonografi ekranında, sadece cinsiyetini
öğrenmekle kalmayıp, ana karnındaki küçük afacanın yaramazlıklarını bile
izliyorlar. Kim gidiyor fotoğrafçıya? Önceleri bir haftada teslim alınan, rötuşlu
vesikalık fotoğraflar, daha sonraları poloroid’lerle on dakikada verilir oldu.
Şimdilerde onun da pabucu dama atıldı, artık digital kameralarla anında
görüntü... Kendin çek, kendin tak bilgisayarına, istediğin boyutta kendin
bas.... Son zamanlarda, günlük hava durumunu öğrenmek için hiç kimse keçinin
kuyruğunun altına bakmıyor. Merak eden, değil günlük, bir haftalık hava durumunu
bile bir düğmeye basarak karşısında buluyor. Ve daha aklınıza gelen gelmeyen binbir çeşit mucize... Dünyamızın sonuna az bir zaman kaldı diyorlar. Şunun şurasında beş milyar yıl
sonra güneş sönecek ve dünyamızda yaşam sona erecekmiş. Hadi canım siz de...
İnsanoğlu beş milyar yılda öyle bir sanal güneş yaratıp, öylesine bir sanal
yaşam sürdürür ki şaşar kalırsınız. Öyle ya, insanlık tarihinden bu yana geçen sürede yapılan buluşlardan daha
fazlası bir tek yüzyıla sığdırılmadı mı? Artık Alaattin’in sihirli lambasından “dev” çıkmıyor, “devre” çıkıyor. Hem de
“entegre devre”...
|