Karikatür ve Bilişim Martin Favelis Gerçek Bir Hikaye 12 yaşımdayken geleceğin bilgisayarlardan oluşacağı söylendi bana. Şok oldum.
Büyük bir hesap makinesi, pahalı bir saat, filmleri olmayan bir televizyon ve
aptal bir oyundan oluşan bir alet takımının nasıl olup da geleceğin sembolü
olacağını göremiyordum. “Göreceksin” dediler, “Bir bilgisayar vasıtasıyla
herşeyi yapabileceğiz”. Bu yıllarda denizde yüzer, bisiklet kullanır, judo
çalışırdım... ve illüstrasyonsuz kitaplar okumaya başlıyordum. Bir Commodore 64
bu hobilerimden herhangi birini nasıl yapabilirdi ki? Yetişkinler bana çok fazla septik olduğumu söyledikten sonra gelecekteki
bilgisayarların müzik, güzel sanatlar ve birçok günlük faaliyette
kullanılabileceğini anlattılar. Aslında gerçekten de piyano çalmak için bir
PC’ye ihtiyacım yoktu; renkli kalemlerimle çizim yapmaktan hoşlanıyordum;
ışıkları mükemmel bir şekilde kendim kapatıp açabiliyor, dışarı çıktığım zaman
kapılarımı kilitleyebiliyor, anahtarlarımı da paspasın altında
saklayabiliyordum. İnternet ya da çiftli sistemler olmadan da yapabilirdim. Ondan sonra geleceğin –bu 2000 yılıydı- süper arabalar, süper uçaklar ve
gümüş renkli kıyafetler giyen ve hepsi de kel olan insanlardan oluşacağı inancı
yayıldı. Bu inançla “Kuaförler, gelecekte de ayakta kalmak istiyorsanız
bilgisayar bilimi çalışın” diyerek alay ettiğimi hatırlıyorum. Bilgisayarların gelişimine inatla direnç göstererek büyüdüm. Ve de aynı anda
arkadaşlarımı kaybetmeye başladım. Ben inadımı sürdürürken onlar elektronik masa
tenisi oynuyor, nehire taş atmaktansa uzay korsanlarını bir ekranda vuruyordu.
Ama ben hala onların “daha keskin görüntü tanımı”, “daha hızlı işletim sistemi”
ya da “daha fazla RAM” tanımlarına gülmeyi sürdürüyordum. Zaman geçti. Arkadaşlarımdan biri bilgisayar uzmanı oldu; diğeri çocuklara
bilgisayar öğretti ve bir diğeri de bilgisayar oyunlarının yasa dışı kopyalarını
sattı. Bir işe başvurmaya karar verdiğimde bir bilgisayar uzmanı olduğum
konusunda yalan söylemek zorunda kaldım. PC’nin önüne bir kez oturduktan sonra
hayatım süresince öğrenmeyi reddettiğim herşeyi birkaç ay içinde öğrenmek
zorunda kaldım. Mouse’la yapmak istediğim bir iş konusunda başarısız olduğum
zaman kuaförlerle ilgili yaptığım yorum geldi aklıma. En azından eğer bir kuaför
olsaydım şimdiye kadar bilgisayarlarla ilgili birşeyler öğrenmiş olacaktım. İş hayatında yaşadığım baskı bilgisayarlarla iyi bir dil konuşmamı sağlamadı.
Fakat satranç bunu sağladı. Amatör bir satranç oyuncusu olarak yenilmez PC’mle
oynayarak çok şey öğrendim. Daha sonra bilgisayarlar için müzik programları
ortaya çıktı ve yine amatör bir müzisyen olarak elektronik öğretmenimden çok şey
öğrendim. Daha sonra Internet beni öyle bir yakaladı ki, PC’mden lavaboya gitmek
için bile uzaklaşamıyordum. Bugünlerde sonunda bilgisayarına aşık bir insan olarak daha organize bir
insan oldum. Şu andaki işim uzun saatler boyunca monitör karşısında oturmamı
gerektiriyor, fakat uyumadan uyumaya bilgisayarımı kapatmayı başarabiliyorum.
Yemek yemek için bile bunu yapabiliyorum. Eski arkadaşlarım şimdilerde en büyük uluslararası bilgisayar şirketlerinin
başkanları ve benim için bunu söylemek zor olsa da öyle zenginler ki işlerinin
başında onları bulmak imkansız. Dünyanın dört bir köşesinde otelden otele
geziyor, ayda bir dizüstü bilgisayarlarına banka hesaplarına yatan yığınla
parayı kontrol etmek için bakıyorlar. Şimdi ciddiye dönüyorum. Bu hikayenin ne vermek istediği bir ders, ne de
öğretmek istediği bir şey var. Bu sadece sıradan bir çocuğun anlattığı bir
hikaye. Herhangi birinin hikayesi olabilirdi fakat benim oldu. Ve dürüst olmak
gerekirse size bir şey söylememe izin verin, kim ne derse desin bilgisayarlar
insan hayatı için o kadar da hayati değil. Bitirmek için sadece iki kelime: Game Over
|