Hierapolis’in, Bergama Kralı II. Eumenes tarafından İ.Ö. 2. yüzyılda
kurulduğu sanılmaktadır. Kentin adını, efsanevî kurucusu Telephos’un eşi
Hiera’dan aldığı düşünülmektedir. Kral III. Attalos’un vasiyetnamesi uyarınca
İ.Ö. 133 yılında, Bergama Krallığı’nın tüm topraklarıyla birlikte Romalılara
miras olarak bırakılmıştır. Çok sık depremlerin olduğu kent, İ.Ö. 17 yılında,
Roma Kralı Tiberius zamanında büyük ölçüde tahrip olmuştur. Yeniden kurulan
kentin en parlak dönemi İ.S. 2.-3. yüzyıllarda yaşanmıştır. Hierapolis’teki
kalabalık Musevi nüfusun, Hıristiyanlığın kısa sürede yayılmasında etkili olduğu
öne sürülür. Bununla birlikte, İ.S. 80 yılında Aziz Philippus bu kentte şehit
edilmiştir. Bizans döneminde Hierapolis piskoposluk merkezi olmuş ve Aziz
Philippus adına büyük bir kilise inşa edilmiştir. 5.-6. yüzyıllarda, Ege
sahilindeki kentlerle yakın ilişkileri bulunan önemli bir Hıristiyanlık
merkeziydi. Kent, 14. yüzyılda Bizanslıların terketmesinden sonra iskân
görmemiştir. Yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan yapıların büyük bir bölümü
Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Yalnız Gymnasium ile Tiyatronun Helenistik
döneme ait olduğu öne sürülmektedir. Hierapolis kentinde, Roma ve Bizans dönemi yapılarının aynı doku içinde yer
aldığı görülmektedir. Platoya ulaşıldığında ilk karşımıza çıkan yapı,
güneybatıdaki iyi durumda bulunan Büyük Hamamdır. Yapının doğusunda Palaestra
(güreş ve beden eğitimi yapılan bölüm) yer almaktadır. Güney ve kuzeyindeki iki
büyük oda imparatorlar tarafından törenlerde kullanılmak için yapılmıştır. İ.S.
2. yüzyılın 3. çeyreğine tarihlenen yapının büyük salonunun bitişiğindeki beşik
tonozlu oda günümüzde Müze olarak kullanılmaktadır. Hamamın güneyinde, 12.
yüzyıla ait olduğu belirtilen Bizans evleri bulunmuştur. Hamamın doğusunda, üç
nefli Büyük Kilise bulunmaktadır. Yapı İ.S. 535’lere tarihlenir ve Hierapolis’in
piskoposluk merkezi olmasından kısa bir süre sonra inşa edildiği öne sürülür.
Kilisenin kuzeydoğusunda, kentin merkezini oluşturan bölümde Sütunlu Cadde yer
alır. Caddenin kuzeydoğusundaki Nymphaion (anıtsal çeşme yapısı), Apollon
Tapınağı’nın önündedir. Apollon Tapınağı’nın temellerinin İ.S. 60’lara, geç
Helenistik döneme ait olduğu öne sürülmektedir; üst bölümleri İ.S. 3. yüzyıldan
geriye gitmemektedir. Apollon, Hierapolis’in baş tanrısıydı. Yapı, giriş bölümü
1964 yılındaki kazılarda bulunmuş eski ve dinî mağara olarak tanınan Plutonionun
üzerine inşa edilmiştir. Yaklaşık 15x20 m. boyutlarındaki tapınağın destek ve
örtü sistemi büyük ölçüde ortadan kalktığından, mimarî özellikleri hakkında
kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, pronaosu (giriş
bölümü) ve cellası (kutsal bölümü) ile önünde peribolosu (kutsal alanı
çevreleyen duvarı) bulunan bir yapıdır. Tapınağın güneyinde, İ.S. 3. yüzyılın
ilk yarısına tarihlenen bir çeşme yapısı vardır. Doğudaki en önemli yapılardan
ilki, İ.S. 117-138 yıllarına yerleştirilen Tiyatrodur. Yapının sahne kısmı İ.S.
3. yüzyıl başına tarihlenir. İyi korunmuş yapı, İtalyan kazı heyetince restore
edilmiştir. 15.000-20.000 kişilik olduğu anlaşılan tiyatronun, basamaklı oturma
alanları ve sahnesi Flaviuslar, cavea galerisi ise İmparator Hadrianus zamanına
(İ.S. 117-138) aittir. İmparator Septimus Severus zamanında (İ.S. 193-211) sahne
yapısı değiştirilmiş, sahne duvarına sütunlu bir cephe eklenmiştir. Sahne
yapısının podyumunda, Apollon ve Artemis’le ilgili mitolojik konulu kabartmalar
bulunmaktadır.
Tiyatronun doğusunda ve güneydoğusunda birer Kilise yer almaktadır. Özgününde
üç nefli olan kiliseler, sonradan tek nefli hale dönüştürülmüşlerdir. Yapılar
İ.S. 5-11. yüzyıllara tarihlenmektedirler. Kentin güneydoğusundaki yapı
kalıntılarının ise, İ.S. 1. yüzyıla ait Bouleterion (Meclis Binası) olduğu
sanılmaktadır. Kentin kuzey kesimindeki en önemli yapı, üç nefli ve tek apsisli
olan, batısında iki yönden revaklı bir avlusu olan Kilisedir. Batısında, tek
nefli ve apsisli kazılmamış bir Küçük Kilise bulunur.
Belirtilen tüm yapılar, batı dışında üç yönden surlarla çevrilmiş alanda yer
almaktadırlar. Devşirme malzeme ile yapılmış ve büyük bölümü yıkılmış surlarda
24 kule bulunmaktaydı. Kuzeyde ve güneydeki birer anıtsal kapı ana caddeye
açılır. Bunlardan güneydeki dört kuleli olanı “Güney Bizans Kapısı” olarak
adlandırılır ve İ.S. 400’lere tarihlenir. Kuzeydeki Domitianus Kapısı ise, İ.S.
84-86 yıllarında inşa edilmiştir. Kapının doğusunda 5. yüzyıla yerleştirilen bir
Şapel, batısında ise İ.S. 50’lere tarihlenen Flavio Zeusi Mezar yapısı bulunur.
Diğer iki kapı, kenti sur alanı dışına ve buradaki yapılara bağlar. Kuzeyde,
Domitianus Kapısı’nın güneyinde, sur duvarı üzerindeki kapı “Kuzey Bizans
Kapısı” olarak tanınır ve İ.S. 400’lere tarihlenir. Güneyde, surların dışında
yer alan diğeri “Şeref Kapısı” olarak adlandırılır ve İ.S. 65-86’lara
tarihlenir.
Sur dışındaki ilk yapılar kuzeyde yer alır. İ.S. 3. yüzyılın ilk yarısına
tarihlenen Hamamın orta bölümüne, İ.S. 400’lerde bir Kilise yapılmıştır. Üç
yanında beşik tonozlu nişler bulunan yapının orta nefi pandantif geçişli üç
kubbe ile örtülmüştür. Kuzeydoğuda görülen harap durumdaki tiyatro Helenistik
Döneme yerleştirilmektedir. Kentin Bizans dönemine ait en önemli yapısı,
surların dışında doğuda yer alan Aziz Philippus Martirionu’dur. Yapı, İ.S. 80
yılında Hierapoliste şehit edilen aziz adına 5. yüzyıl başlarında yapılmış bir
anıt mezardır. Yerleşimin kuzeyindeki büyük boyutlu ve iyi korunmuş mezarlığı (nekropolisi),
geçmişin en etkileyici mezarlıklarından biri olarak kabul edilmektedir. Yolun
iki tarafında yaklaşık 1 km.lik bir alanı kaplamaktadır. Geç Helenistik Dönemden
Erken Hıristiyan Dönemine kadar ilginç lâhitleri, mezar tipleri ve mezar
anıtları ile dikkat çekicidir. Çoğu yazıtlı olan lâhitlerin bir bölümü de
bezemelidir. Kent surlarının dışında güneydoğuda da, depremde büyük ölçüde
tahrip olmuş küçük bir Mezarlık (Nekropolis) bulunmaktadır. Antik Çağ ve Bizans Döneminin önemli merkezlerinden biri olan ve Septimus
Severus’un oğulları Caracalla ile Geta’yı eğiten ünlü sofist Antipater’i de
yetiştiren Hierapolis ile doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin en
önemli uğrak yerlerinden biri olan Pamukkale’yi birbirinden soyutlamak mümkün
değildir. Nitekim, Antik yerleşim dışındaki alan, doğal güzellikleri koruyan ve
en iyi biçimde değerlendiren dokusu ile de dikkati çekmektedir.
|