GÜREŞ Kendi hayatını güvence altına alabilmek, gücünü çevresindeki insanlara
gösterebilmek ve üstün olmak düşüncesi ilkel insanlık dönemlerinden beri
süregelmiştir. Spor, bu gövde gösterisinin ilk olaylarını ortaya çıkarmıştır. En
azından 5000 yıllık bir çaba olduğunu gösteren kaya ve mağara çizimlerine
baktığımızda, insanların bu olayda da pek fazla bir gelişme sağlayamadığı
anlaşılmaktadır. Dünyanın farklı bölgelerinde, Japonya’da sumo, İran’da kuşti, Rusya’da sambo
vb. adlarla anılsa da, yapılan iş iki kişinin belirlenen kurallar içinde
çarpışması ve karşısındakini oyun dışında bırakmasıdır. 19. yüzyılda boks ve
diğer sporların ortaya çıkmasıyla Avrupa ve Amerika’da güreş geri plâna
itilmişse de, Türkiye’de çok yaygındır ve hemen bütün bölgelerde sevilerek
yapılmaktadır. Orta Asya’dan beraberlerinde getirdikleri güreş, Türklerin ata sporu olarak
kabul edilmesini sağlamıştır. Değişik kuralları olan yağsız Karakucak yanında,
yağlı güreş terimi Osmanlı Devleti sınırlarında, Avrupa topraklarına da geçti,
tanındı. Yağlı güreşlerin sevilip yaygınlaşmasında bizzat padişah Abdülaziz’in
bu sporu yapmasının önemli rolü olmuştur. Adalı Halil, Koca Yusuf, Kel Aliço, Çolak Mümin, Filiz Nurullah, Kara Ahmet,
Katrancı Mehmet, Kazıkçı Kara Bekir, Makarnacı Hüseyin, Hergeleci İbrahim,
Tophaneli Yusuf ve niceleri Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında kendini
gösterenler arasındaydı. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da özellikle Çoban
Mehmet ve Kurtdereli yüz ağartan sporcularımızdan olmuştur. Güreş federasyonunun kurulmasıyla ağırlık her ne kadar yağsız olimpik dalın
üzerinde kalsa da, yağlı güreş geleneği birçok yerde ve özellikle yiğitlerin
harman olduğu Kırkpınar’da her yıl düzenlenen yarışmalarla sürdürülmektedir.
Geleneksel Karakucak güreşleri de Orta ve Güney Anadolu’da yerel özellikleriyle
korunmakta, bu fırsatla çocuklar ve gençler kendilerini gösterme şansını
yakalayabilmektedirler.
|