Halk bilimi içinde geçiş dönemleri terimiyle gösterilen hayatın belirli
dönemleri arasında yer alan ölüm, insanların kaçınılmaz sonunu belirten bir
olgudur. İnsanoğlunun doğaya bakarak her canlının öldüğünü görmesine karşılık,
ölenlerin yeryüzüne tekrar dönmelerine ilişkin inançları dolayısıyla tamamen yok
olup ortadan kalkmadıkları, belirli bir süre sonra yine gelecekleri, en azından
ruhlarının sürekli olduğu düşünülmüştür. Bunun için o inançlarla “vefat etti”,
“göçtü”, “ayrıldı”, “Hakk’a yürüdü”, “rahmete kavuştu”, vb. ifadeler
kullanılmıştır. Ölümünden, bir bilinmeyen sona gitmekten korkan insanlar, bu
olgu ile ilgili binlerce düşünce, inanış ve uygulamalar ortaya çıkarmışlardır.
İnsanlığın ilkel dönemlerinde ağır basan animizm, totemizm daha sonraki
çağlarda yerini çok tanrılı ve nihayet tek tanrılı dinlere bırakmıştır. Her
inanç içerisinde ölüm olgusu yerini daima korumuş, insanlar hemen hemen aynı
veya benzer uygulamalarla ölüm olgusuna yaklaşmışlardır. Anadolu’daki uygulamalara baktığımızda, eski çağlarda Hititlerin,
Frigyalıların ölülerine büyük saygı gösterdiklerini; ölü yakılırsa küllerine
bile bu saygının devam ettirildiğini; yeniden can bulacağına inanıldığından
kendi özel eşyası ve mücevherleriyle birlikte gömüldüğünü; bu inancın Bizans’a
kadar sürüp geldiğini, mezarın üzerine toprak yığıp bir tepe oluşturulduğunu,
mezarlara hediyelerin, ölü yemeği ve içkisinin sunulduğunu görüyoruz.
Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden sonra İslâmiyetin etkisi güçlü bir biçimde
hissedilmesine rağmen, Orta Asya kökenli şamanist bazı inançların da İslâmî bir
kılığa bürünerek devam ettirildiği anlaşılmaktadır. Ağaçlara ve taşlara ayrı bir
kutsallık özelliği tanımak, su ve ateş kültü ile ilgili birtakım uygulamalar
yapmak, bu tür şamanist inanışlarından geçmiş olmalıdır. Orta Asya’daki
uygulamalar da mezarlara bayrak asma, şahsî silâhlarını ve eşyasını birlikte
gömme, ölünün arkasından ağıt yakma vb. uygulamalardan başka günümüze kadar
gelen ve devam ettirilen bir gelenek de, ölüm olayının sonrasında muhtelif
sayılı günlerde eşe-dosta, yoksullara yemek ikram edilmesidir. Ölenlerin
ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile birinci, üçüncü ve
yedinci yılında bu gelenekle birlikte dualar edildiği, kurbanlar kesilip
dağıtıldığı, sadakalar verildiği de bilinmektedir. Günümüzde bu uygulamaların
birçok yerde bazı değişikliklerle sürdürüldüğünü, yörük Türkmenlerin dinî
bayramlarda ve kutsal günlerde mezarlıklara gidip orada topluca yemek
yediklerini, özellikle “helva” pişirilip dağıtıldığını, mevlid ve Kur’ân
okunduğunu, ölülerin huzura kavuşması için onlar adına hayır işleri yapıldığını
görmekteyiz. İslâm inancına göre yapılması gereken uygulamalar arasında; ölünün gözlerinin
kapatılıp çenesinin bağlanması, şişmemesi için üzerine bir demir parçasının
konması, ölünün yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması ve nihayet
mezarlığa götürülüp kefeniyle gömülmesi ile mezarı başında Kur’an okunup dualar
edilmesi, Türkiye’nin her yerinde görülen uygulamalardır. Ölüm sonrasında ölü evinde bir hafta yemek pişirilmez, komşu ve akrabalar
yemekler yapıp, eve getirirler. Baş sağlığı dilemek için gelenlere helva, yemek
ve içecek ikram edilir. Ölenin aile içindeki durumuna göre kırk gün; bir yıl
süren yas tutulur. Yas tutma bayramlarda da sürdürülür. Bu yas süresince eve
gelenlere ve baş sağlığı dileyenlere, ikramlarda bulunulur.
Ölümle ilgili geleneksel işlemleri şu madde başlıkları ile hemen hemen bütün
Türkiye için geçerli olarak sıralayabiliriz: - Ölüm olayı en kısa zamanda komşulara, akrabalara ve tanıdıklara duyurulur.
- Cenaze olan odanın pencereleri, ruhu çabuk çıksın diye açılır ve odanın
eşiğine oturulmaz.
- Cenazenin üzerindeki elbisenin yakası yırtılır.
- Ölü kaldırıldıktan sonra yatağı üç gün süre ile evin dışında tutulur; çoğu
yerde kendi şahsî eşyasıyla birlikte yoksullara verilir.
- Ölü bir kalıp sabun bitinceye kadar yıkanır, sabunun artık olarak kalmaması
gerekir.
- Cenazeye gül suyu ve karanfil sürülür.
- Kefen ölünün boyundan biraz uzun olacak şekilde kesilir. Baş, bel ve ayak
kısımları kefen üzerinden ayrı ayrı bez kuşakla bağlanır, ancak kuşaklar mezarda
çıkarılır.
- Tabutun üzerine ayetler işlenmiş bir örtü serilir.
- Ölen kişi nişanlı veya yeni gelin ise, baş ucuna yazma bağlanır, hatta
gelinliği tabutun üzerine konur.
|