Türk kültüründe gelenekselliğini hemen hiç bozulmadan sürdüren önemli bir dal
da geleneksel sofra kültürüdür. Yemeklerimiz veya beslenme biçimimiz, bölgesel
farklılıklarla birlikte, yaşayış içinde egemen rolünü koruyup sürdürüyor. Doğa
şartlarına en uyumlu yemek türleri, kullanılan malzemelerin çeşitliliği
dolayısıyla, sofralarımıza ayrı bir zenginlik katmaktadır. Bazen bir yemeğin
hazırlanması saatler almış olsa bile, evin hanımı bundan asla yüksünmez; çünkü
o, bu güzel eserini ortaya getirdiğinde, ailesinin diğer bireylerinden duyacağı
övgü sözleriyle asıl iç huzurunu ve mutluluğu yakalayacak, bunun yudum yudum
zevkine varacaktır. Bunun için özel günler, törenler kendisinin bütün
yeteneğini, hamaratlığını ve yemek hazırlamadaki maharetini göstereceği çok özel
zamanlardır.
Bölgeler arasındaki farklılıkların doğa şartlarına bağlı olduğunu biliyoruz.
Karadeniz kıyılarındaki insanlarımızın hazırladıkları yemeklerle Güneydoğu’daki
yemeklerin aynı olmayacağı ortadadır. Orta Anadolu’nun tahıla dayalı sofrasının
Ege kıyılarındakilerden çok değişik olduğu kolayca tahmin edilebilir. Bir yanda
hamur işleri egemenliğini sürdürürken, diğer yanda da Akdeniz mutfağının en
önemli malzemesi olan zeytinyağı ön plândadır. Ancak bütün bölgelerimizde hemen
hemen hiç değişmeyen ana malzemeler, çevrenin bitkileri ile kullanılan etlerdir.
Türkiye’nin hemen her bölgesindeki bitki zenginliğini ve çeşitliliğini aynen
hazırlanan yemek türlerinde de görebiliriz.
Bütün bu geleneksel kullanıma ve hazırlıklara rağmen, günümüzdeki kent
hayatı, hızlı yaşayış, zamanın yeterli olmayışı ve sanayi
toplumu olma yolundaki
çabalarla kentlere göç olayı kadınlarımızı da hızlı bir biçimde etkilemiştir.
Onlar da bu karmaşık ve hızlı yaşayışları içinde erkeklerinin hemen yanı başında
çalışma hayatına girmişler, kendi evlerine ayıracak zamanı mecburen
kısıtlamışlardır. Anneleri ve hatta nineleri gibi yemek hazırlamaya uzun zaman
ayıracak durumda değildirler. Başka bir deyişle, zaman yokluğu veya içinde
bulundukları zamanı en iyi biçimde değerlendirme düşüncesi, onu ve ailesinin
bireylerini geleneksel sofra biçimlerinden uzağa itmektedir. Anlayış tutum ve
davranış biçimleri de değiştiği için ve ev içindeki öncelikler de değişmekte
olduğundan, yaşayış içindeki en büyük darbe geleneksel sofra düzenine
inmektedir. Birlikte yemek yemek, bu yemekten zevk alma, mutluluğu paylaşma,
karşılıklı şükran duyma yerini artık hızla, çabuk bir biçimde karın doyurmaya,
hatta ayaküstü bir şeyler atıştırmaya bırakmaktadır. Eskilerin deyimiyle “ağız
tadı ile” yenen ve vücuda yararlılığı kanıtlanmış birçok öğe, yerini yasak savma
türünden abur cubura terk ettiğinden, beslenme geleneğimiz önemli ölçülerde
zarara ve kayba uğramıştır. Bir yandan geleneksel sofra düzeni, buna ilişkin
kurallar, gelenekler ve görenekler unutulup giderken; diğer yandan bireyleri
aile içinde ve bir sofra başında bir arada tutan yemekler de yapılmaya yapılmaya
zihinlerden silinmekte, değil tatları, kokuları, adları bile unutulup
gitmektedir. Çocukluğumuzun unutulmaz yemeklerini neden hep iç çekerek, hatta
belirli bir ölçüde hayıflanarak anarız ki?.. Yakın ve uzak akrabalarla
geçirdiğimiz o sofra başı zamanlarını, tandır başı sohbetlerini gözlerimiz
buğulanarak niçin yinelemek isteriz ki?.. Tadına doyulmaz yemekleri bir daha
bulamayacağımız halde niçin bir özlemle “keşke” diye fısıldarız ki?..
Geleneksel mutfağımızın birçok yemeği, bugünlerde nostaljik bir aramayla
birçok yerde canlandırmaya çalışılıyor. Ev kadınları ve aşçılar arasında
yarışmalar düzenleniyor, özel haftalarda o kentin yemekleri hazırlanıp geçmiş
canlandırılıyor... Bakalım hangi yemeklerimiz ilerideki günlerde gündeme
oturacak ve yaygın bir durum alacak?.. Türk mutfağının çok eski tarihlerden beri bilinen bir yemeği olan “toyga”yı
örnek olarak gösterebiliriz.
Türkiye’nin geleneksel mutfağı içinde yer alan toyga, farklı bölgelerdeki
adıyla toygar, tovga, tovka hazırlanırken değişik bölgelerde birtakım farklı
malzemeler de kullanılır. Hem kullanılan malzemelerde hem de pişirme biçiminde
farklılıklar görülür. Genellikle hazırlanması şöyle olur: Buğday veya buğdayın
“yarma” denilen türü et suyunda iyice pişirilir veya ufalanıp didiklenmiş et
parçacıkları bir miktar pirinç ile karıştırıldıktan sonra süzme yoğurtla
birlikte yine et suyu içinde kaynayıncaya kadar hafif ateş üzerinde ağır ağır
karıştırılarak pişirilir. Piştikten sonra üzerine kuru nane ve kızdırılmış
tereyağı dökülerek servisi yapılır. Bazı yörelerde yurdumuzda çok bilinen
tarhana çorbasının içine börülce ve et parçaları katmak suretiyle de hazırlanır.
Törensel yemeklerde, Eskişehir’de un, yumurta ve süzme yoğurt karıştırılır.
Biraz su eklendikten sonra hafif ateş üzerine konur, tekrar tekrar karıştırılır.
İçine pişmiş nohut veya kaynatılmış buğday katılır ve iyice pişirilir. Tuz ile
kuru nane serpildikten sonra ocaktan alınır. Üzerine kızdırılmış tereyağ
dökülerek servis yapılır. Samsun’da ise, “toygar” denilen bu çorba şöyle hazırlanır: Kemikli et suyunda
pişirilen yarma içerisine yoğurt azar azar karıştırılır. Kaynayıncaya kadar
karıştırılarak pişirilir. Daha sonra nane eklenip biraz daha karıştırılır.
Tencere ocaktan indirilince üzerine kızdırılmış yağ dökülüp ikram edilir.
Tarhana çorbası da Anadolu’da değişik biçimlerde yapılır. Denizli’de “övme
tarhana adıyla bilinen yemek şöyle hazırlanır: Tencereye biraz sade yağ konup
kızdırılır. İçine su ve biraz tuz konarak kaynamaya bırakılır. Bir kapta da
tarhana su içinde ezilerek karıştırılır, kaynayan suya katılır ve karıştırıla
karıştırıla 20-25 dakika ocakta tutulup ateşten indirilir.
Uşak’ta ise suda kaynayan tarhananın içine biraz da salça katılır. Pişince
bir tabağa konur. İçine ekmek doğranır ve üzerine yağ kızdırılıp dökülür. Ayrıca
çorba kaynarken et suyu ilave edildiği de olur.
Erzincan da ise tarhana büyük ve ince parçalar halinde kurutulduğundan (meyva
pestili gibi) , dört-beş parçası tencereye konur. İçine etli kemikler de
konduktan sonra su, tuz, biber ilâve edilir. Piştikten sonra üzerine eritilmiş
sade yağ dökülür.
Adana’da ise farklı malzemeler görülür. Söz gelimi, kullanılan malzemeyi
şöylece verebiliriz; on-oniki parça tarhana, 1 kg. bıçakla kıyılmış et, 1/2 kg.
soğan, 2 yemek kaşığı yağ, 750 gr. dövülmüş et, 1 kg. bulgur, limon, tuz,
karabiber, kuru nane ve maydanoz. Tarhana parçaları akşamdan ılık suda
ıslatılır. Sabah tel süzgeçten geçirilir. Kıyılmış ete , ince ince doğranmış
soğan, maydanoz, tuz, karabiber konarak karıştırılır, bir tava içinde hafifçe
kavrulur, ateşten alınır. Dövülmüş et ile bulgur, tuz, biber, nane katılmasıyla
iyice yoğrulur. Bulgurdan bir ceviz iriliğinde yuvarlaklar oluşturulur. Baş
parmakla ortaları açılır, içine hazırlanan kıyma konup kapatılır, tepsiye
dizilir. Süzülen tarhanaların suyu tencerede ateş üzerinde kaynatılır, sık sık
delikli bir kepçe ile karıştırılır. Bulgur köftesi bu suya salınır, bir taşım
kaynatılıp indirilir, üzerine kızartılmış biberli yağ gezdirilir, istenirse
limon ve nane de konur.
İzmir’de toz tarhana bir-iki saat önce ıslatılır. Ayrı bir yerde, tencereye
börülceler yıkanıp ayıklandıktan sonra konup bol suda pişirilir. Soğutulduktan
sonra, ıslatılmış tarhana sulandırılıp buna karıştırılır ve pişirilmeye
bırakılır. Çok koyulaşırsa su eklenir. Bir-iki taşım kaynayınca indirilir.
Servisi yapılırken üzerine çiğ ve saf zeytinyağı gezdirilir. Yanına turp, soğan,
çiğ pırasa ve acı biber garnitür olarak konur.
Erzincan’da ise nohut ve fasulye haşlanır. Yazdan hazırlanan tarhana ile
yeterli miktarda karıştırılarak pişirilir. Üzerine yağ ile kırmızı biber
kızdırılarak dökülür ve nane ile servis yapılır. Erzincan’ın ilçesi Kemaliye
(Eğin)’de yağ, kavurma ve soğan tencerede hafifçe kızartılır, şalgam bunun içine
doğranır. Su, tuz ve tarhana karıştırılarak pişirilir. Bu çorbadan daha katıca
bir yemek olur.
Hem besleyici, hem geleneksele sahip çıkma, hem de çok lezzetli olması
bakımından, gündeme oturtulması gereken koca bir tencere, bence bu toyga
tenceresi. Afiyetler olsun... Düğünlerde ve özel günlerde davetlilere her zaman yapılmayan yiyecekler
sunulur. Söz gelimi, ağırlığı olan bir davette şöyle bir sıra ile yemeklerin
sofraya getirildiğini görüyoruz.: Toyga çorbası, pilâv, iki-üç sebzeli-etli
yemek, dolma, börek, helva, muhallebi veya zerde, mevsim meyvası. Ayrıca sofrada
biber, patlıcan, kavun, havuç, kabak, salatalık, domates vb. turşular da
bulunur. Sofra düzeninde yaşlılara saygı gösterilip, yemeğe önce onun başlaması
beklenir. En yaşlı kişi sofradan kalkmadıkça hiç kimse yerinden kalkıp sofrayı
terk etmez. Yemekte fazla konuşulmaz, ama gerektiğinde şaka yollu laf atmalar,
takılmalar, başkasının önünden börek, dolma, tatlı kapmalar latifeler eksik
olmaz. Yemekten sonra mutlaka el ve ağız yıkanır. Yere kurulan eski sofralarda,
baş köşe minderine en yaşlı kişi oturur. Onun sağından ise ev sahibi yerini
alır. Sofra örtüsü ve yemek takımları el işiyle süslenmiş değerli eşyadır ve
genellikle gelinin çeyizi içinde bulunur. Yemekten sonra genellikle başka bir odaya geçilir ve orada çay, kahve, sigara
içilir ve sohbet koyulaşır.
|