Türk Heykel Tarihi Ve Çağdaş Uygarlık Düzeyine Ulaşmada Bir Yol Gösterici Olarak Sanatı Hedef Alan Cumhuriyet Bilinci

TÜRK HEYKEL TARİHİ VE ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNE ULAŞMADA BİR YOL GÖSTERİCİ OLARAK SANATI HEDEF ALAN CUMHURİYET BİLİNCİ

Genel bir bakış, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın silâhlı mücadelesinin sona ermesiyle birlikte emperyalist güçlere karşı kazanılan ulusal bağımsızlığın bir ulusun tam bağımsızlığı için tek başına yeterli olamayacağı, zira tam bağımsızlığa ulaşmanın ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği gibi, çağdaş uygarlık düzeyine çıkmış bir toplumda “siyasal, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük” ile söz konusu olabileceği gerçeğinden hareketle Cumhuriyet’in ilânının hemen ardından, tam bağımsızlığa giden yolda, toplumu yeniden inşa etmek/yeniden yapılanmak anlayışına dayanmak üzere çağdaşlaşma projesine hız verildiğini ve böylesi bir proje kapsamında art arda gelen devrimlerin başarıya ulaşabilmesi için çağdaş bir toplum yaratmanın zorunlu bir aracı olarak eğitimle birlikte özellikle sanata öncelik tanındığını gözler önüne serecektir. 

Sanata tanınan bu türden bir önceliğin temel nedenini ise, “İnsanlar mütekamil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki fennin icabettirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmelidir ki, o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur”(1936) diyerek, hurafelerin ve dinsel otoritelerin bağnaz tutumunun bütünüyle yıkılmasına yönelik çağdaşlaşma yolunda atılan her adımın, aklı ve bilimi olduğu kadar “toplumun hayat damarlarından biri” olan sanatı da kendisine kılavuz tutması gerektiğini ifade eden Atatürk’ün, çağdaş bir toplum yaratabilmek için öncelikle sanatta çağdaşlaşmanın gerekliliğine olan inancında aramak yerinde olacaktır. 

Bu inançtan hareketle Cumhuriyet’in daha ilk yılında yetiştirilmek üzere Avrupa’nın önemli sanat merkezlerine öğrenciler gönderilmesi ve Cumhuriyet yönetimi tarafından günün koşulları ve toplumun yapısı göz önünde bulundurularak geliştirilen bir kültür politikası çerçevesinde sanata yön verilmeye çalışılması sanatta çağdaşlaşma yolunda gerçekleştirilen önemli atılımlar olarak dikkati çeker. 

Dolayısıyla, çağdaş bir toplum yaratmada sanata duyulan bu türden bir inanç nedeniyledir ki, Batılılaşma sürecinde yaşanan kimi hamlelerin her ne kadar plâstik sanatlar alanında Batılı anlamda zihinsel bir zeminin oluşması açısından katkısı bulunsa da, çağdaş anlamda Türk plâstik sanatlarının temellerinin kurulması düşüncesi, özellikle Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra gerçekleşen yenilenme hareketiyle birlikte başlayan süreçte çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta bu düzeyi aşmak amacında olan Cumhuriyet bilincinin bir ürünü olarak değerlendirilebilir.

Kuşkusuz, gerek Cumhuriyet’in ilânıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun “ümmetçi” toplum yapısından “ulus” anlayışına dayanan Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti yönetimine ulus kimliğinin geniş kitlelere kanıtlanması açısından sanatın büyük bir düşünsel-itici güç olarak benimsenmesine, gerekse yepyeni bir düşünce ve gelişme sürecine giren Türkiye’de sanatın her dalının uygarlık düzeyine ulaşmada en önemli yol gösterici olarak kabul edilmesine neden olan böylesi bir bilinç, her alanda olduğu gibi sanat alanında da devrimler yapılarak sanatın ve kültürün gelişip yaygınlaşması, büyük kitlelere mal edilmesi gibi bir sorumluluğu da üstlenecek ve adeta bunu bir devlet politikası haline getirecektir. 

Ne var ki, bir toplumda sanattan söz edebilmek için, sanatçının varlığı ne ölçüde kaçınılmaz ise, sanatsal üretimlerin varlığına olanak tanıyacak belli bir sanat ortamının, sanatın üzerinden gelişip yayılabileceği uygun bir zeminin, sanatın gerekliliğini hisseden ve savunan geniş kitlelerin, çağdaş eğitim ilkelerine bağlı kurumlar aracılığıyla yürütülecek olan sanat eğitiminin varlığının da aynı ölçüde kaçınılmaz olduğu bilinen bir gerçektir. 

Oysa, gerek düşünsel, gerekse sanatsal alanda Batının geçirdiği aşamaları yaşamayan ve bu anlamda tarihi bir mirasa sahip olamayan ülkemizde, Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı yönetiminden devraldığı mirasın sanattan söz edilebilmesini sağlayacak böylesi bir manzaradan çok uzak olması başka türlü bir gerçekliğin altını çizmekte ve bu da Batıya özgü bir geleneği bulunmayan, ancak bu türden bir gelenek oluşturmak için sanat adına üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmeyi amaçlayan Cumhuriyet yönetimi tarafından özellikle heykel sanatı açısından köklü dönüşümlere olanak tanıyacak devrim niteliğindeki birtakım atılımların gerçekleştirmesinin pek de kolay olmayacağını gözler önüne sermektedir.

Zira, İslâm’da tasvir yasağına rağmen son derece sınırlı olmakla birlikte resim sanatına ilişkin birtakım örneklerden ve buna bağlı olarak kısmen de olsa bir geleneksellikten söz edilebilirse de, özellikle din adına getirilen heykele yönelik bütüncül bir yasaklama nedeniyle, Türkiye’ye en son giren önemli bir sanat dalı olarak heykel alanında belli bir geleneğin oluşturulması çabaları bir yana, toplum tarafından kabulünün bile oldukça zor olacağı açıktır. 

İşte bu noktada, gerek yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde heykel sanatına yönelik belli bir geleneğin oluşturulmasındaki zorlukların ne boyutta olduğuna dair bir açıklık getirebilmek, gerekse bugün bütün sınırları yıkarak sergilediği çağdaş çizgiyle dikkati çeken günümüz heykel sanatının ulaştığı noktayı ne denli büyük atılımlara borçlu olduğunu daha yakından anlayabilmek için, öncelikle Türk toplumunun tarihindeki en büyük ve en önemli dönüşüm olarak nitelendirilebilecek Cumhuriyet’in yeni düşünce yapısı ve olanaklarıyla varlık kazanan Türk heykel sanatının, Cumhuriyet öncesi dönemde ele alınıp tarih içindeki oluşum ve gelişiminin izlenmesi yerinde bir tutum olacaktır.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 2355 kez gösterilmiştir.