Düzenli işleyen bir sinema endüstrisinin üç önemli ayağı bulunmaktadır:
yapım, dağıtım ve gösterim. Türk sineması üzerine yapılan çalışmalar, Türkiye’de
sinema endüstrisinin tarihini genellikle film yapımı ile başlatmak
eğilimindedir. Ancak, Türkiye’de sinema 1896’nın sonlarında gösterimle başladı
ve Osmanlı’nın son dönemine denk düşen sinemanın Türkiye’deki ilk yılları,
özellikle yabancı film dağıtımının ve gösteriminin baskın olduğu bir dönem oldu.
Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılına kadar yalnızca sekiz film yapıldı. Film
yapım sayısının artmaya ve sinemanın daha geniş bir izleyici topluluğuna
ulaşmaya başladığı 1950’lerin sonundan 1980’li yılların ortasına kadar olan ve
“Yeşilçam Dönemi” olarak da bilinen yaklaşık 30 yıl boyunca ise “bölge
işletmecileri” diye anılan sinema salonu sahibi ya da işletmecilerinin
kontrolündeki dağıtımın yapım ve gösterim üzerinde belirleyici bir etkisi oldu.
1980’lerin sonundan başlayarak, yerli film yapım sayısındaki hızlı düşüş ve
karşılığında yabancı film, özellikle Amerikan sinemasının ürünlerinin
sayısındaki hızlı artış, Türkiye’nin sinema ortamında, ilk yıllardakine benzer
biçimde, yeniden gösterimin ağırlık kazanmasına neden oldu. Yerli ve yabancı
film dağıtımı ise, yeni dönemde el değiştirerek büyük Amerikan dağıtım
şirketlerinin kontrolüne geçti. Osmanlı İmparatorluğu’nun reformlar dönemine denk gelen sinemanın ilk
yıllarında ordu, bir kurum olarak batılılaşma çabalarında önemli bir rol oynadı
ve sinematografik aygıtların getirilmesine ve film yapımına öncülük etti. 1915
yılında Almanya’ya yaptığı bir gezi sırasında Alman ordusunun film birimince
gerçekleştirilen belgesel yapımlardan etkilenen Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın
emriyle aynı yıl Merkez Ordu Sinema Dairesi kuruldu. Pathé Fréres şirketinin
bölge temsilcisi Sigmund Weinberg’in başına getirildiği haber filmleri ve
belgeseller üreten birim, kurmaca film yapımının da başlatıcısı oldu. 1917’de
Müdafaa-i Millîye Cemiyeti ve ardından Mâlul Gaziler Cemiyeti adlı kuruluşlar
kısa ve belgesel film çalışmalarını sürdürdü. Türk sinemasında ilk özel yapım şirketi olan Kemal Film 1922 yılında kuruldu.
Yukarıda belirtilen kurumlardan sinematografik aygıtları kiralayarak ve bu
kurumlarla işbirliğine giderek film yapım işine girişen şirketin başına,
Türkiye’de tiyatronun önde gelen yönetmenlerinden ve oyuncularından Muhsin
Ertuğrul getirildi. Daha sonra, 1928’de, ikinci özel film yapım şirketi İpek
Filmin kuruluşuna da önayak olan Ertuğrul, sinema tarihçisi ve yazarı Nijat
Özön’ün “Tiyatrocular Dönemi” olarak andığı bir dönemin başlatıcısı oldu.
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncularının ve bu tiyatro tarafından sahnelenen kimi oyunların
Ertuğrul’un yönetmenliğinde perdeye taşındığı ve 1930’lara kadar süren bu dönem,
aynı zamanda sesin ve rengin Türk sinemasına geldiği dönem oldu. Ertuğrul, 1922
ile 1953 arasında toplam 29 film yaptı. Türkiye’de sinema 1940’ların sonuna kadar, çok az sayıda yapım şirketinin
faaliyette bulunduğu marjinal bir sektör olarak kaldı. Örneğin, Kemal Film ve
İpek Film 1939 yılına kadar film yaparken, 1939 ile 1948 arasında pazara
yalnızca dört yeni şirket katıldı. 1917 ile 1946 arasında yapılan film sayısı 46
idi ve 1917 ile 1937 arasında, yani 20 yıllık bir dönem içinde yer alan sekiz
ayrı yılda bir tek film bile üretilmedi. Bu süre içinde endüstrinin yapım
ayağının gelişememesinin çeşitli nedenleri bulunmaktaydı. Sınırlı sayıda kaynağa
sahip olan genç Cumhuriyet’in tek parti hükümeti, öncelikle altyapı
çalışmalarına ağırlık vermişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında faaliyetlerine
başlayan Türk yatırımcıların film endüstrisini geliştirmek ve üzerinde kontrol
kurmak için ne arzusu ne de yeterli sermayesi yoktu. Bu işadamları, yeni bir
ulusun ekonomik alanda öncüleriydi ve çok az ticari deneyime sahipti. Ancak,
sırası gelmişken belirtmek gerekir ki, Türkiye’de film yapımı hiçbir zaman büyük
sermayenin ilgisini çeken bir alan olamadı. Ayrıca, o yıllarda Anadolu’nun
birçok köşesi için ulaşımın ve elektrifikasyonun bir sorun olması, sinemanın
uzun bir süre yalnızca İstanbul gibi büyük kentlere özgü bir eğlence biçimi
olarak kalmasına neden oldu.
Türk sinemasının iki ünlü yönetmeni: Daha çok popüler filmlere imza atmış olan Osman Fahir Seden (1924-1998), 136 film yönetti ve 300 kadar senaryo yazdı. Ömer Lütfi Akad (1916) "Beyaz Mendil" (1956), "Vurun Kahpeye" (1950), "Hudutların Kanunu" (1966) ve daha birçok filminde Türkiye'nin toplumsal gerçeklerini sade bir anlatımla perdeye getirdi.
Türkiye'de sinemanın öncü isimlerinden Ali Fuat Uzkınay (1888-1956), çeşitli belgeseller yönetti ve ilk kurmaca filmlerde görüntü yönetmenliği yaptı. Uzkınay'ın 1914'de gerçekleştirdiği ileri sürülen ve ilk yapım olarak kayıtlara geçen "Ayastefanos'daki Rus Abidesi'nin Yıkılışı" adlı belgesel filmin kopyasına ya da filmle ilgili herhangi bir fotoğrafa ise bugüne kadar ulaşılabilmiş değil.
|