“Yeşilçam”, en tipik olarak Hollywood filmlerinde karşımıza çıkan “klâsik
anlatı” sinemasının kalıplarını benimsemiş bir sinemadır. Yeşilçam filmlerinde
olaylar kronolojik bir akış içinde, neden ve sonuç ilişkisine dayalı olarak
düzenlenir. Bütün klâsik anlatı örneklerinde olduğu gibi, bu filmlerde de belli
bir hedefe ulaşmak isterken çeşitli engellerle karşılaşan kadın ya da erkek
“kahraman”lar, ya da “ana kişiler” yer alır. Ancak Yeşilçam filmlerinde,
“kahraman”ın kendi çabasından ve vereceği mücadeleden çok, rastlantılar olarak
ortaya çıkan kader, hedeflere ulaşılmasında ve arzuların gerçekleşmesinde önemli
bir rol oynar. Anlatıda, sorunla yüzleşildiği ilk an çok önemlidir; çünkü,
böylelikle karakter(ler), çatışmanın doğası ile muhtemel engeller daha
başlangıçta sergilenmiş olur. Ayrıca, yıldız oyuncuların kimlikleri, özellikle
aşk filmlerinde finalin iyi ya da kötü olacağına dair bir kestirimde bulunmak
açısından işlevseldir. Yeşilçam, bir melodram sinemasıdır. Ancak melodramı burada “kadın filmi”nden
bir erkek türü olarak “gangster filmi”ne, bu sinemaya özgü, hemen bütün filmsel
türlerin kesiştiği bir genel anlatı biçimi olarak düşünmek gerekir. Yeşilçam
filmlerinde aile, öykü örgüsünün oluşmasında ve anlatının ilerlemesinde önemli
bir rol oynar. Filmsel anlatının gelişimi çerçevesinde “ihtilâf”, finalde
yeniden bir araya gelmesi beklenen kadın/erkek çiftin ayrılması ya da ailenin
dağılması ile ortaya çıkar. İftira, yanlış anlama, ihanet, intikam, onur, sınıf
farklılıkları, ayrılış ve yeniden bir araya geliş üzerine dayalı duygusal
ağırlıklı anlatılarda “ihtilaf”lara neden olan belli başlı nedenlerdir. Bütün
bunlar, daha geniş bir bağlamda “iyi” ile “kötü” arasındaki mücadelenin
yansıtılmasında aracı olur. Bu çerçevede, Yeşilçam anlatısı, aileyi eksen alan
ama birey üzerinde yoğunlaşan batı melodramı yerine, ailenin anlatının
merkezinde yer aldığı doğu melodramına yakındır. Yeşilçam filmlerinde mekân olarak genellikle iki toplumsal çevre yer alır:
kent ve köy. Kent, istisnalar hariç, hemen her zaman İstanbul olmuştur.
1950’lerden beri İstanbul, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, farklı sınıflardan
ve farklı kültürel geçmişe sahip insanların yerleştiği yeni semtlerin
kurulmasıyla sonuçlanan sürekli bir iç göçe sahne olmuştur. İstanbul’un Türkiye
toplumuna ilişkin bu temsil edici özelliği, sinemacılara, toplumun çeşitli
kesimlerine mensup kişilerin sunumunda işlevsel olacak kalıpların, klişelerin
yaratılmasında benzersiz bir fırsat sunmuştur. Bunun ötesinde, tarihsel açıdan
sahip olduğu birikim ve doğal güzellikleri, İstanbul’a taşradaki sinema
seyircisinin gözünde uzun yıllar mitik bir özellik kazandırmıştır. Donanımlı ve
büyük çekim stüdyolarına sahip olmayan sinemacılar açısından kendiliğinden doğal
birer plâto haline gelen İstanbul’un birçok mekânı, Yeşilçam filmlerinde
anlatıya katkıda bulunan ve milyonlarca seyircinin aşina olduğu görsel kodlara
dönüşmüştür. Örneğin, Boğaz tepeleri sevgilileri gözlerden uzak bir biçimde
biraraya getirirken, Haydarpaşa garı İstanbul’a göçen taşralı ailelerin geleceğe
ilişkin umutlarının simgesi olmuştur. Ayrıca, bir sanayi ve sermaye kenti olarak
İstanbul, hızlı kentleşmenin, burjuvazinin yükselişi ve işçi hareketinin,
uluslararası sermayenin gelişinin, zenginliğin ve aynı zamanda yoksulluğun,
büyüyen tüketim arzusunun en yakın tanığı olmuş bir metropoldür. Yeşilçam
filmlerinde, İstanbul’un bu kapitalist ekonomik-toplumsal ortamı belli fırsatlar
ve hazlar sunan, ama aynı zamanda tehlikeler de içeren bir çevre olarak temsil
edilmiştir. Geleneksel ile modern arasındaki gerilimi yansıtan bu filmler, bir
yandan (kurmaca figürün ve seyircinin) “sınıf atlama” arzusunu onaylamakta,
diğer yandan, yoksul ama namuslu kahramanınkiyle ters düşen yozlaşmış yaşam
tarzları ve değerleri nedeniyle üst sınıfları yargılamaktadır.
Köy, “gerçekçi köy romanının” ortaya çıktığı 1950’lere kadar melodramlar için
egzotik bir mekân olmuştur. 1960’ların, aşağıda belirtilen farklı sinema
örneklerinde kırsal kesimin sorunlarına daha gerçekçi bir biçimde
yaklaşılmıştır. Ancak köy, genel olarak melodram sinemasının başlıca
mekânlarından biri olmayı Yeşilçam döneminde de sürdürmüştür. Toplumsal bir
çevre olarak köyü konu edinen Yeşilçam anlatılarında kan davası, “kız kaçırma”,
toprağın ve suyun paylaşımı, törelerin baskısı çatışmayı doğuran başlıca
durumlardır. “Kötü”nün genellikle “ağa”nın kimliğinde karşılığını bulduğu “köy
filmleri”nde, “iyi” olanı yoksul tarım işçisi ya da köy dışından gelen ilkokul
öğretmeni, doktor ya da hemşire temsil eder. Yeşilçam sineması, özellikle
1960’ların sonu ile 1970’lerde, türler açısından şaşırtıcı bir çeşitlilik
sergilemiştir ve bu dönemin filmleri arasında yerli “western”ler, Superman ve
Killing gibi Amerikan çizgi romanlarından ya da İtalyan foto romanlarından
yapılan özgür uyarlamalar görmek mümkündür. Yeşilçam’a özgü popüler film
türleri, “kadın filmi” (“salon güldürüleri” ve Ayşecik ya da Sezercik gibi çocuk
yıldızlı filmler de dahil), “köy filmi”, “polisiye film”, “gangster filmi”,
“tarihsel filmler” (Karaoğlan ya da Malkoçoğlu gibi hayali kahramanları konu
edinen “kostüme macera filmleri” ile Kurtuluş Savaşı’nı anlatan filmler olmak
üzere iki kategoride ele alınabilir), “arabesk filmler” ve “seks filmleri”
olarak sıralanabilir. Bu arada, Türk sinemasının en popüler erkek yıldızlarından
Kemal Sunal’ın başrolünde yer aldığı güldürü filmlerinin de belki ayrı bir tür
olarak değerlendirilebileceği söylenebilir.
|