Türkiye’de sinema 1970’lerin ilk yarısından başlayarak uzun bir kriz dönemine girdi. Televizyon yayınlarının yaygınlaşması, ekonomik ve toplumsal belirsizlik ve kaos seyirci sayısındaki düşüşü hızlandırdı. Bölge işletmecilerine ve yıldız oyunculara dayanan sistem ve özellikle 1967’den sonra sayısı giderek artan renkli film yapımının maliyetinin yüksek oluşu krizin ortaya çıkmasında önemli rol oynadı.
Film yapım sayısı 1976’dan başlayarak 200’ün altına düştü ve nihayet 1980’de 68 oldu. Yapım şirketlerinin de sayısı benzer biçimde azalarak 1980’de 36’ya düştü. Ancak, film endüstrisinin yapım ayağı, 1980’li yılların başında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyüyen video pazarının parasal desteğiyle geçici bir süre için yeniden canlandı. Türkiye’de ve Almanya’da yerleşik, video filmi çeken ve dağıtan şirketler yerli filmlerin pazar açısından önemini keşfetti. Özellikle uydu aracılığıyla yapılan televizyon yayınlarının aygınlaşmasından önce, yerli filmlerin video kasetleri Almanya’da ve başka Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiyeli göçmenler için kültürel bir işleve sahip oldu. Video kaset pazarlayan şirketler yalnızca eski yerli filmlerin dağıtımıyla
değil, yeni filmlerin yapımıyla da ilgilendi.
Böylece, video kaset endüstrisinin, 1980’lerin ortasında, Türkiye’de çekilen ve büyük bir bölümü
video dağıtımından önce sinemalarda gösterime giren kurmaca filmlerin toplamının yüzde 60-70’inin gerçekleşmesinde payı oldu. Ancak, video ile sinema sektörleri arasındaki işbirliği uzun sürmedi. Video pazarı için yapılan filmlerin teknik ve
içerik olarak kalitesinin düşmesi seyirciyi bu alandan uzaklaştırırken, 1980’li yılların sonlarında yaşanan bir dizi gelişme, video sektörünün neredeyse tamamen sonunu getirdi. Bunlardan ilki, 1986’da yürürlüğe giren “Sinema, Video ve Müzik
Eserleri Kanunu”ydu. Korsan videoculuğa son vermeyi amaçlayan kanun bir ölçüde başarılı oldu ve bunun sonucunda video kaset kiralayan çok sayıda dükkan hızla kapanırken, video kaset dağıtımcıları da parasal sorunlar içine girdi. Bu arada,
Hollywood filmlerinin 1987’den başlayarak Türkiye video kaset pazarında ve sinemalarda baskın bir konuma geçmesi, video film yapım ve dağıtımcılarının pazar payını azalttı. Ancak asıl darbe, 1990’ların başında, Türkiye’de özel televizyon kanallarının sayılarının hızla artması ve yayınlarının ülke çapında yaygınlaşması ile geldi.
Türkiye’de yerli sinemanın varoluş serüvenini çok kabaca iki temel ayrımı göz önüne alarak özetlemek mümkündür: yıldız sisteminin kurulduğu, popüler türlerin ortaya çıktığı, yerli sinemanın kurumlaştığı ve kitleselleştiği “Yeşilçam Dönemi” ve sonrası. Çünkü Yeşilçam, anaakım sinemanın yükselişinin ve ondan farklılaşma çabalarının söz konusu olduğu benzersiz bir dönemdir. Yerli film sayısının giderek azaldığı 1980 sonrası ise, filmlerin yapım koşullarından anlatım biçimlerine ve ele alınan konulara kadar Yeşilçam’dan kopuş olarak değerlendirebileceğimiz köklü bir dönüşüme tanıklık etmektedir.
Söz konusu dönüşüme yol açan gelişmelerden ilki, büyük Amerikan film şirketlerinin 1980’lerin sonunda Türkiye’de kendi bürolarını açarak filmlerinin dağıtımını aracısız yapmaya başlamalarıdır. 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nun kabulünün ve yabancı sermaye kanununda yapılan değişikliğin ardından, 1987’de Warner Bros., 1989’da Universal, Paramount, Touchstone Pictures gibi büyük şirketlerin filmlerinin dağıtımcısı United International Pictures (UIP) video kaset ve film pazarına girdi. Amerikan filmlerinin Türkiye’de her zaman önemli bir yeri olmuştu.
II. Dünya Savaşı yıllarına kadar Avrupa filmleri ile hemen, hemen eşit oranda temsil edilen Hollywood filmleri savaş yıllarından itibaren Türkiye pazarında baskın bir konum kazanmıştı. 1970’lerde, Hollywood şirketlerinin, Türkiye’deki ithalcilere borçlarını
ödeyemedikleri gerekçesiyle ambargo uygulamaları sonucu gösterimdeki Amerikan filmlerinin sayısı hızla azalmış ve bazı yapımlar Türkiye pazarına Avrupa üzerinden gecikmeyle gelebilmişti.
Bu yıllarda, Türkiye’de ithal filmcilik İtalyan “western”lerine, Alman, İtalyan, İsveç ve Fransız yapımı soft-porno filmlere ve Hong Kong yapımı “dövüş sanatları filmleri”ne yönelmişti. 1980’lerin sonundan başlayarak büyük bütçeli, yıldız oyunculu Hollywood yapımlarının dünya sinemaları ile aynı anda Türkiye’de gösterime girmesi, düşen seyirci sayısında hareketlenmeye neden oldu. Bu durum, uzunca bir süredir boş koltuklara film gösteren salon sahiplerini sevindirdi. Türkiye’de sinema salonlarının sayısı, sinemaya gitmenin önemli boş zaman etkinliklerinden biri haline geldiği 1960’ların ortasında yükselmiş, 1970’de 2000’i aşarak en yüksek noktasına
ulaşmıştı. Ancak, aynı yıllarda başlayan krizle birlikte salon sayısı hızla azalmış ve 1990’larda 300’ün altına düşmüştü.
Yeni Amerikan filmlerinin gelişiyle ortaya çıkan canlanma, Hollywood dağıtım şirketlerinin de talebi ve desteğiyle salon sahiplerinin yeniteknolojilere yatırım yapmalarını, yıllardır bakımsız kalan salonlarını yenilemelerini sağladı. Bu arada, batıda daha önce yaygınlaşmış olan çok salonlu sinema merkezleri açılmaya başlandı. Filmleri kısa süre içinde Türkiye pazarında baskın bir konum kazanan Hollywood dağıtım
şirketleri, 1990’da yerli filmlerin de dağıtımını yapmaya başladı. Böylece, dağıtım ve gösterim alanları Amerikan şirketlerinin kontrolüne girmiş oldu. Bu arada, Yeşilçam sisteminin sona ermiş olması, video sektörünün tükenişi, yerli filmlerin seyircisini hızla kaybetmesi, Hollywood filmlerinin rekabeti, sinemanın yapım ayağını giderek daha zor bir durum içine soktu. 1990 sonrasında, kimi yıllar için yapım sayısında farklılıklar söz konusu olsa da, gösterime giren yerli film sayısı yıllık 10 ila 18 arasında kaldı ve bu durum sabit bir konum kazanarak sürdü.
|