UYGARLIKLARIN BEŞİĞİ: ANADOLU Tarih öncesi çağlarda yaşanan kültürel evrimin de izlerini taşıyan Anadolu,
ilkçağ uygarlıklarının beşiğidir. Yaklaşık tarihlerle M.Ö. 4000 yılından
başlayarak Sümer, Hitit, Hatti, Urartu, Frigya, Lidya, Yunan, Roma, Bizans ve
Türk kültürlerinin günümüze ulaşan mirasıyla Anadolu, bir “açık hava müzesi”
niteliğindedir. Bugün ülkemizde 400 dolayındaki ören yerinde, 200’den fazla kamu
müzesinde ve 100 kadar da özel müzede, iki buçuk milyondan fazla tarihsel eser
sergilenmektedir.
İnsanoğlunun en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Anadolu’da yapılan
arkeolojik kazılarda, M.Ö. 30000 ile 10000 yılları arasındaki geç paleolitik
çağdan eserler bulunmuş, Karain ve Yarımburgaz mağaralarında bu dönemden kalma
buluntulara rastlanmıştır. Renkli duvar resimleriyle özelliğini gösteren
mezolitik çağa ait buluntular ise Tekeköy, Belbaşı ve Beldibi kazılarıyla gün
ışığına çıkarılmıştır. İlk çağ öncesindeki neolitik çağın merkezlerinden biri,
Konya yakınlarındaki Çatalhöyük’tür. Anadolu M.Ö. 4000’in sonlarında “Erken Tunç Çağı”na girmiş, M.Ö. 1950
dolayında ise “yazılı tarih” dönemini yaşamaya başlamıştır. M.Ö. 3000
yıllarında, Sümer tapınaklarında dinsel yakarılar söyleniyordu.
Eski toplumlarda günlük Yaşamın bütün yönlerini düzenleyen din olgusu,
kaçınılmaz olarak, bugünkü sanatsal etkinlik ve üretimlerin temel formlarını
belirlemede önemli bir rol oynamıştır. Dinsel yakarıların grup halinde ahenkle
dile getirilmesini sağlamada önemli bir araç olan ritm, ayinlerde okunan dua ve
ilahilere müzikal bir nitelik kazandırmaktadır. Coğrafi konumu nedeniyle,
kronolojik dizine göre bütün semavi dinlerin hüküm sürdüğü yerleri barındıran
Anadolu'nun müzik kültürü, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâmiyet'in öngördüğü
öğreti ve yaşam biçimlerinden her yönüyle etkilenmiştir. Merkezi sistemle yönetilen ilk Anadolu devletini M.Ö. 2000 yılı dolayında
kuran Hititlerin üflemeli ve vurmalı çalgılar kullandığı bilinmektedir. Dikkat
çekici başka bir nokta, “rahip”lerin koroyla birlikte ya da solo olarak dinsel
şarkılar söylemesi, hatta bazı şarkıların çalgı eşlikli olmasıdır.
Günümüz Avrupa kültürünün ve onun uzantısı olan kültürlerin temeli kabul
edilen antik çağ Yunan müziği, daha çok müzik teorisindeki yükselişle öne çıkar.
Batı Anadolu’daki ilk Yunan kentleri M.Ö. 1500 yıllarında kurulmaya başlamış,
M.Ö. 1050’den sonra Ege Bölgesinde İyonya uygarlığının etkileri artmıştır. Karya
ve Lidya uygarlıkları, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda en gelişkin dönemini
yaşamıştır. Belli bir ses sistemine bağlı olarak ses dizilerinin (modların) ve
müzik yazısının (notasyonun) tarihte bilinçle ilk kullanımı Yunan uygarlığında
görülür. Yunan müzik teorisi, kendi geleneğine göre yedi başlık altında
toplanmıştır: Notalar, ses aralıkları, modlar, mod türleri, perdeler, modülasyon
ve melodik kompozisyon. Bu sıralama, Tarentumlu Aristoksenes tarafından M.Ö 330.
yılında yazıldığı tahmin edilen “Armonik Elemanlar” adlı kitapta yer alır. Sonuç
olarak denebilir ki, Yunan müzik teorisi, matematik saptamalara dayanan ses
sistemi, notasyonu, modal türleri, telli ve üflemeli çalgıları, solo ve koro
şarkılarıyla müzik tarihinde ilk büyük sıçramayı gerçekleştirmiş, daha sonraki
çağların teorik yaklaşımına temel oluşturmuştur. Bu temelden öncelikle Hristiyan
kilise müziği ve Bizanslılar yararlanmıştır.
M.S. 330 yılında imparator Konstantin tarafından kurulan Doğu Roma
İmparatorluğu (Bizans, M.S. 391’de Hristiyanlığı benimsedikten sonra, yıkıldığı
1453 yılına kadar yaklaşık 1000 yıllık bir süreçte Ortodoks kilise müziğini
temsil etmiş, Rus, Bulgar, Yunan, Ermeni, Gürcü ve Slav kiliselerinde yapılan
dinsel müziğe temel olmuştur. Bizans müziği, bütünüyle ses müziğidir. Kilisede
çalgı kullanımı Ortodoks Laodicea Meclisi tarafından yasaklanmıştır. Öte yandan,
Bizans kilise müzikçilerinin antik Yunan uygarlığının mirası olan ilke ve
kurallara yakınlık duyması, antik Yunan’daki modal müzik sisteminin Avrupa
ülkelerine taşınmasında öncü rol oynamıştır. Selçuklu Türklerinin 1071 yılında Malazgirt’te Bizans ordularını yenerek
Anadolu’nun kapılarını Türk boylarına açması, bu topraklarda yeni ve ileri
kültürel oluşumların yeşermesine olanak sağlamıştır.
|