ANADOLU'DA TÜRK MÜZİK KÜLTÜRÜNÜN YÜKSELİŞİ: SELÇUKLULAR
Malazgirt zaferinden sonra Selçukluların Anadolu’ya büyük bölümüyle egemen
olmaya başlaması, binlerce yıllık kültür mozaiğine can katmıştır. Selçuklular,
Asya’nın ve Ortadoğu’nun tarihsel-kültürel birikiminden incelikli bir sentez
yaratmayı başarmışlardır. Özellikle 13. yüzyıl Anadolu’su, Türklerin
kazandırdığı ivmeyle felsefe ve edebiyatta, müzik ve dansta, mimarlık ve süsleme
sanatlarında özgün bir hümanist yükselişi sergiler. Asya kültürü öğelerinin Anadolu’ya taşınması kapsamındaki en belirgin
katkılardan biri, Asya çalgılarından oluşan köklü askeri müzik geleneğinin
“Tabılhane” adı altında canlandırılmasıdır. Selçukluların kurumsallaştırdığı
Tabılhaneler, Anadolu’da profesyonel müzikçi yetiştiren ilk müzik okulları
işleviyle daha sonraki yüzyıllarda gelişerek Osmanlılarda “Mehterhane” adını
almıştır.
Anadolu'nun müzik kültürünü etkileyen dinsel unsurlar, çok renkli ve
çeşitlidir. 13. Yüzyılda yaratılan sentezin hümanist derinlik taşıyan oluşumu,
“tasavvuf düşüncesi” adı altında geliştirilmiştir. Tasavvuf müziği, bu hümanist
felsefenin müzikteki açılımını sergiler. Geleneksel sanat müziğimizde tasavvuf
felsefesinin müzikteki yansımasını ağırlıklı olarak Mevlevî müziği temsil
etmiştir. Bu çok derin ve incelikli kentsel müziğin başlıca formları arasında
Âyin-i şerif, Na’t, Durak, Gülbang ve Semâ vardır. Müzikte yer alan sözler,
çoğunlukla Mevlânâ’dan, bir ölçüde Sultan Veled ve Eflakiden seçilmiştir. Öte yandan, tasavvuf düşüncesinin Alevi gelenekleri yoluyla halk müziğimizde de yer
aldığı görülür. Bu müziğin sözleri, halk edebiyatımızda tasavvuf felsefesini
işleyen şiirlerden alınmıştır. Önde gelen formları, Nefes, Savt, Gülbang,
Kalenderi ve Samah’tır.
13. Yüzyıl müzik kültürümüzde müzik teorisinin de sıçramalı gelişim
gösterdiği bir zaman dilimidir: Azerbaycan’da yaşayan Urmiyeli Safiyuddin
(1224-1294), kendisinden yaklaşık 300 yıl önce Farabî tarafından anlatılmış olan
Türk müziği ses sisteminin gelişkin bir açıklamasını yaptığı “Kitab-ül Edvar” ve
“Şerefiyyad Risalesi” başlıklı eserlerini bu dönemde yazmıştır. Halk şiirimiz ve halk müziğimiz, 13. yüzyılda Yunus Emre’nin anıtsal
kişiliğinde başlayan bir geleneğin köklerini temsil eder. Orta-Batı Asya’nın
“kopuz” adlı telli çalgısı, Anadolu’da “saz”a ve giderek “bağlama ailesi”nin
çalgılarına dönüşmüş, Asya’nın “kopuzcu ozanlık” geleneğinin yerini ise “saz
şairi” ve “âşık”geleneği almıştır.
|