ŞİİRDE BİREYCİ EĞİLİMLER VE BAĞIMSIZ ŞAİRLER Cumhuriyet dönemi şiirinin bu ilk döneminde Yeni Türk Edebiyatının
başlangıcından beri görülen gerçekçi (realist) çizginin bir çeşit devamı gibi
kabul edebileceğimiz “Memleket Şiiri” ve onun değişik versiyonlarının yanı sıra
romantik çizginin değişik bir devamı sayılabilecek ikinci bir çizgi daha belirir
ki bu, Yedi Meşaleciler adıyla çok kısa bir süre devam etmiş şiir hareketinde ve
şiiri kendi beni etrafında oluşturan nisbeten bağımsız şairlerde görünür. Edebiyat tarihlerinde Yedi Meşaleciler adıyla tanınan genç şairler grubu, bu
ismi, 1928’de Meşale adıyla çıkardıkları dergiden ve ortaklaşa yayımladıkları
Yedi Meşale adlı şiir kitabından alırlar. Üstad kabul ettikleri Ahmet Haşim’in
de etkisiyle Muammer Lütfi (Bahşı), Sabri Esat (Siyavuşgil), Yaşar Nabi (Nayır),
Vasfi Mahir (Kocatürk), Cevdet Kudret (Solok), ve Ziya Osman (Saba) şiirlerini
-Kenan Hulusi (Koray) ise nesirlerini- topladıkları bu kitabın ön sözünde
“Ayşe-Fatma terennümü” dedikleri ve bir “beylik edebiyat” olarak niteledikleri
Memleket Şiirine karşı çıkarlar. Hülyanın ağır
bastığı gerçek şiirin, sanat yönü
ağır basan şiirin örneklerini verme iddiasında bulunurlar. Ancak bu ortak şiir hareketini fazla devam ettiremeyen
genç sanatçılardan her biri daha sonra ayrı bir yol takip ederek edebiyat ve
kültürün başka alanlarında kendilerine ün kazandıran çalışmalar yapmış veya
eserler vermişlerdir. Bunlardan Sabri Esat, çeviriye yönelerek Türkçesiyle de
değer taşıyan çeviriler yapmış, Vasfi Mahir ve Cevdet Kudret edebiyat tarihi ve
edebiyat araştırmaları alanında değerli eserler vermiş, Yaşar Nabi ise
yayıncılıkta karar kılarak, 1933’te edebiyat dünyamızın çok önemli ve sürekli
dergilerinden Varlık’ı çıkarmaya başlamış, başta yıllıklar olmak üzere birçok
değerli eserin
yayımlanmasında önemli hizmetler yapmıştır. Kenan Hulusi ise asıl
şöhretini hikâye alanında yapar. Yedi Meşale şairleri içinde şiire bağlı kalan yalnızca Ziya Osman Saba
(1910-1957) olmuştur. Eserlerinin çoğu Varlık’ta yayımlanan şairin şiiri, daha
çok kendine dönüktür. Çocukluk özlemi, hatıraların değeri, ev-aile sevgisi,
tanrıya kulluk, kadere boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, kader ve ölüm
karşısında teslimiyet ve hatta öte dünya özlemi gibi temalara ağırlık veren
Saba’nın şiiri, ev içi şairi olarak bilinen Behcet Necatigil’in adeta bir
müjdecisi gibidir. Yakın dostu Cahit Sıtkı Tarancı gibi hece vezninin
imkânlarını kullanmada ısrarlı olmakla birlikte 1940’tan sonra şiirinde serbest
şekilleri de kullanmıştır. Şiirini kendi patetik ve mistik mizacının ve mistik eğilimlerinin etrafında
oluşturmuş olan Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983) ise bu dönemin büyük şairleri
arasındadır. Hem şiir anlayışı hem dünya görüşü bakımından Nâzım Hikmet’in karşı
kutbunda yer alan ve fikirleri ve aksiyonuyla onun kadar sonraki kuşaklar
üzerinde etkili olmuş olan Necip Fazıl’ın şiiri, saf şiir ya da Yahya Kemal’in
deyimiyle “halis şiir” anlayışına yakındır. 1923’ten sonra çeşitli edebiyat
dergilerinde yayımlanan şiirleri 1925’ten itibaren Örümcek Ağı, Kaldırımlar ve
Ben ve Ötesi gibi kitaplarında toplanmıştır. Halk ve tekke şiiri unsurlarıyla,
özellikle Yunus Emre’nin şiiriyle beslenen, hece vezniyle yazılmış bu şiirlerde
sıkı bir şekil endişesi dikkati çeker. Şairin kurtuluşu metafizik kaynaklarda
arayan huzursuz, muztarip ve trajik ruh hali, şiirlerin fikir ve anlam örgüsünü
oluşturur. Bunlarda kaynağı meçhul bir korku, yalnızlık, vehim, sayıklama ve
hastalık motifleri çok belirgindir. “Meçhul semtlerden gelip meçhul semtlere
giden meçhul sahıslara karşı duyulan anlatılmaz bir korku” şiirlerinin, hatta
tiyatrolarının esasını oluşturur. Bu dönem şiirinin karakteristik bir örneği olan Kaldırımlar’da çok belirgin
olarak görülen bu trajik ruh hali, şairin 1934’te nakşibendî şeyhi Abdülhakim
Arvasî ile tanışmasından sonra nisbeten bir huzura kavuşmuş görünür. Bu nedenle
sonraki yıllarda yazdığı şiirlerde mistik veya dinî motif ve fikirler gitgide
kuvvetlenerek toplumun bütün problemlerine doğru genişleyen bir seyir izler.
1943’te Büyük Doğu dergisini çıkarmasından sonraki yıllarda ise Necip Fazıl’ın
şiiri tamamen dinî ve siyasî ideallerin emrine verilmiş gibidir. Tıpkı Nâzım
Hikmet gibi siyasî iktidarlara karşı çıkan ve bu yüzden birçok kovuşturmaya
uğrayan, hapsedilen Necip Fazıl Kısakürek, fikirleriyle gençliğin bir kesiminde
çok etkili olmuş; Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi sonraki dönemlerin önde gelen
şairlerini de etkilemiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) da Cumhuriyet döneminin bu ilk devresinde,
şiirini kendi rüya ve hayalleri etrafında ören ve bütün ömrünce “halis şiir”in
peşinde olan büyük şairler arasındadır. Başlangıçta şiirde Yahya Kemal ve Ahmet
Haşim’in etkisinde olan, ancak ünlü Fransız şairi Valery’yi tanıdıktan sonra
kendi yolunu bulan Tanpınar, “mükemmeliyet” ideali dolayısıyla üstad tanıdığı
Yahya Kemal ve Haşim gibi fazla şiir yazmamış, Cumhuriyet’in ilk yıllarından
itibaren çeşitli dergilerde yayımladığı şiirlerini oldukça geç bir tarihte bir
araya getirmiştir: Şiirler, 1961. Çok yönlü sanatı ve zengin kültürü dolayısıyla roman, hikâye, deneme ve
eleştiri alanlarında da Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının çok değerli eserlerini
kaleme almış olan Tanpınar’ın şiiri, rüya ve masal unsurlarıyla, daha doğrusu
renkli ve zengin bir hayaller silsilesiyle yüklü, zengin çağrışımlar uyandıran
aydınlık bir şiirdir. Devrin birçok şairlerinden farklı olarak folklordan uzak
duran Tanpınar, yine de şiirlerinin çoğunu hece vezniyle yazmış ve Mehmet Emin
(Yurdakul) veya Orhan Veli gibi şiir tarihimizde büyük değişmeler
gerçekleştirmiş olmamakla birlikte, 1900-1950 yılları arasında heceyle meydana
getirilen şiirin şaheser sayılabilecek örneklerini vermiştir. Bu bakımdan o,
Necip Fazıl, Ahmet Kutsi, Ahmet Muhip ve Cahit Sıtkı’yla birlikte - ne yazık ki
Cumhuriyet Dönemi Edebiyatında kısa bir süre işlendikten sonra terk edilen-
hecenin önde gelen şairleri arasındadır.
Cumhuriyet dönemi şiirinin bu ilk devresinde halis ya da saf şiirin peşinde
koşan bir diğer bağımsız şair de Ahmet Muhip Dıranas’tır (1908-1980). Şiirleri
çeşitli dergilerde yayımlanan Dıranas, halk şiiri geleneğinden de beslenmekle
birlikte daha çok sembolist şiirin büyük temsilcisi Baudelaire’den
etkilenmiştir. Onun şiiri, lisede okurken öğretmeni olan Tanpınar’ın şiirine
yakın bir çizgide durur ve şiirlerinde aşk, tabiî güzellikler, hayat ve ölümle
ilgili duygular imajlarla yüklü nisbeten kapalı bir dille ifade edilir.
Samimî, küçük duygulanışların ve mutluluk hülyalarının şairi olan Cahit Sıtkı
Tarancı (1910-1956) da gerçek şiirin peşinde olan bağımsız şairler arasındadır.
Tek ihtirası “güzel şiirler söylemek” olan şairin şiir anlayışında Fransız
şiirinin, özellikle Baudelaire’in önemli bir yeri vardır. Belki de bu etkiyle o,
Türkçe’nin sesine, şekil mükemmelliğine ve hece veznine çok önem vererek Necip
Fazıl, Tanpınar ve Dıranas’ın şiirine yakın bir şiir meydana getirir. Onun
şiirleri Tanpınar ve Dıranas’a göre daha geniş bir okur kitlesinin severek
okuduğu şiirlerdir. Şairin mizacı da büyük ölçüde şiirine yansımıştır
denilebilir. Gerçekten de birçok şiirinde kendini bir türlü kurtaramadığı “ölüm”
fikrî sabiti yaşama sevinciyle birlikte yer almış, bu temler etrafında
Türkçe’nin güzel şiirleri onun dilinden doğmuştur.
Cumhuriyet’in bu ilk döneminde Memleket Şiirinin yanı sıra genel olarak kendi
mizaçlarına uygun bir halis şiirin peşinde olan bu şairlerde dikkati çeken başka
ortak noktalar, şiirde Türkçenin sesine ve şekil mükemmelliğine önem vermek ve
aruzun yerine geçen hece vezni üzerinde ısrarla çalışarak bu veznin imkânlarını
genişletmeye çalışmak olmuştur. Vezinde durakları kaldırarak yeni ahenk
kalıpları oluşturmak yönündeki bu çalışmalar ne yazık ki fazla uzun sürmemiştir.
Nitekim bu şairlerin çoğu sonraki şiirlerinde serbest manzumeye yönelerek
heceden uzaklaşırlar.
|