GARİP HAREKETİ 1938’de Atatürk’ün ölümü ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesinden
sonraki yıllarda Türk edebiyatındaki destani ve devrimci hava coşkusunu kaybeder
ve memleket şiirinin hızı kesilir. Bu ilk dönemdeki Osmanlı, İslâm tarihi ve din
karşısındaki olumsuz tutumun doğurduğu boşluk duygusu ve yaklaşan büyük savaşın
genç şairlerin ruhunda uyandırdığı karamsarlık da şiir ve edebiyatın
değişmesinde önemli bir etkendir. Şiirin tekrara düşmesi ve bir bıkkınlık
yaratması da bu değişmede önemli bir rol oynamıştır.
Ankara Erkek Lisesi’nde birlikte okumuş olan Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat
Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın 1941’de Garip adıyla yayımladığı ortak şiir
kitabı işte böyle bir ortamda çıkar. Orhan Veli’nin yazdığı bir ön sözle
edebiyat dünyasının karşısına çıkan bu şiirler, Türk şiirinde önemli bir
değişmeye, önemli bir dönüm noktasına işaret eder. Aslında bu değişme Orhan
Veli’nin 1937’den itibaren Varlık dergisinde yayımladığı şiirlerle, özellikle de
1938’de çıkan Kitabe-i Seng-i Mezar‘la başlamıştır denilebilir. Her üç şairin bu
tarihten sonra yayımlanan ve daha sonra “Bu kitap, sizi alışılmış şeylerden
şüpheye davet edecektir” şeklindeki bir takdim cümlesiyle Garip adı altında
toplanan şiirleri, başlangıçta birçok kimse tarafından reddedilmek ve şiir
üzerinde geniş bir tartışmaya neden olmakla birlikte bir süre sonra genel bir
kabul görerek Türk şiirinde yeni bir şiir hareketinin, yeni bir şiir modasının
doğmasına yol açmıştır. 1950’li yıllarda da devam eden bu hareketin ana çizgilerini Garip ön sözünde
bulmak mümkündür. Buna göre, şiiri eski şiirin şairane modalarından kurtararak
tabiîleştirmek ve basitleştirmek, bunun için de bilinçaltına açılmak ve ondaki
saflığı, çocuksuluğu, tabiîliği yakalamak gerekir. Vezin, kafiye, mecaz, istiare
ve abartma şiir için gereksizdir. Zekânın bir oyunu olan bu unsurlar tabiîliğe
engeldir ve tabiatı ya da gerçeği olduğundan farklı gösterirler. Şiir bir söz,
bir anlam sanatıdır. Bu yüzden “sanatlar arası tedahüle” meydan vermemek, yani
şiiri resim ve müzikle karıştırmamak gerekir. Bu nedenlerden dolayı eski şiir
cümlesini de terk etmelidir. Şiirde kelime veya mısra güzelliği yerine bütünün
güzelliği ön planda olmalıdır. Ayrıca zevk mutlaka değişmeli; şiire dindarların,
feodal zümrenin, burjuvazinin değil, çalışan insanların zevki hakim olmalıdır.
Bu görüşler, bir taraftan şiirde sesi, müzikaliteyi esas alan Yahya Kemal ve
özellikle de Ahmet Haşim’e karşı bir tepkiyi ortaya koyarken -Garip ön sözü
esasen Piyale ön sözüne bir cevaptır-, bir taraftan da en güzel örneklerini
Faruk Nafiz’de bulan retorik oyunlara ve geleneksel şekillere dayalı idealist
Memleket Şiirine karşı çıkıyordu. Başka bir açıdan bakıldığında Garip ön sözü,
çalışan insanın, sokaktaki insanın zevkini şiire hakim kılmak istemekle
birlikte, ses oyunlarından veya istiare ve mecazdan geniş şekilde yararlanan
Nâzım Hikmet’in ihtilâlci, siyasî ve ideolojik şiirinin de karşısında yer
alıyordu. Her üç şair de gerek bu kitaba alınan gerekse daha sonra yayımlanan
şiirlerinde dünyaya ya küçük bir çocuğun saflığı ya da yetişkin, fakat rahatına
düşkün, sıradan ve bön bir kimsenin basit tedirginliği içinden bakarlar. Okura
garip gelen şaşırtıcı şeylerden söz ederler. Bu şiirde anlatılan sıradan insan,
ince duyarlılıklara yabancı, zekâya ve metafiziğe kapalıdır. Kullanılan üslûp da
genel olarak sıradan gerçekliği birtakım edebî sanatlarla değiştirmeksizin
olduğu gibi veren ve “Fenomenolojik Üslûp” diye adlandırılabilecek bir üslûptur.
Bununla birlikte Garip şairleri, söz konusu insanları, onların her zamanki
hallerini, zevklerini anlatırken zaman zaman zekânın bir ürünü olan ironiye de
başvururlar. Bu yüzden Garip şiirinde nükte ve şaka önemli bir yer tutar. Garip şiiri, Fransız edebiyatından ve batıda gelişen sanat ve fikir
akımlarından geniş ölçüde etkilenmiştir. Bu konuda Varoluşçuluk ve
Gerçeküstücülüğün etkilerini, 1938’de Türkçe’ye Dünya Nimetleri adıyla çevrilen eseriyle Andre Gide’i ve
fikirleri ve şiirinden sık sık söz edilen Andre Breton ve Paul Eluard’ı
zikredebiliriz. Özellikle Andre Gide, Dünya Nimetleri’ndeki duyularla yaşama ve
zevkçiliği telkin eden görüşleriyle devrin şairleri ve genç kuşaklar üzerinde
çok etkili olmuştur. Garip şiiri 1940-1950 arasında genç şairleri büyük ölçüde
etkileyerek bir moda yaratır. Bu yıllarda çıkan edebiyat dergilerinde bu yolda
yazılmış çok sayıda şiir vardır. Nâzım Hikmet’in yaptığı şekil yeniliklerini çok
ileri bir noktaya götürerek gerçek anlamda “serbest manzume”yi getiren bu şiir,
sonradan bazı büyük şairlerin bile ilgisini çekmiş, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit
Sıtkı, hatta hapisanedeyken Nâzım’ın kendisi bile bu tarzda şiirler yazmışlardı.
Garip şiirinin önde gelen şairi Orhan Veli Kanık (1914-1950), son şiirlerinde
geleneksel anlatım araçlarını kullanmış olmakla birlikte hayatının sonuna kadar
bu tarz şiiri sürdürmüştür. Bütün şiirleri dikkate alındığında onun gerçekten de
Türk şiirinde büyük bir yenileşmeye yol açtığı söylenebilir. Oktay Rifat Horozcu
(1914- 1988) sonradan bu şiirden uzaklaşarak bir süre II. Yeni Şiirine katılmış,
bu arada sosyalizme ve toplumcu sanat ilkesine bağlı olarak halk edebiyatı ve
folklor unsurlarından yararlanan taşlamalar ve toplumcu şiirler yazmıştır.
Garip’in üçüncü önemli ismi olan Melih Cevdet Anday (d. 1915) da sonradan bu
şiirden uzaklaşarak toplumcu ve zihnî bir şiire doğru kaymıştır.
|