Doğum Sırası

Doğum Sırası

Ahlat merkezde kadınlar genellikle Ahlat ve Bitlis'te hastanede doğum yapmaktadırlar. Evde de doğum yapılmaktadır, ancak evde doğum yapıldığı durumlarda, doğumu diplomalı ebeler yaptırmaktadır. Çok nadir de olsa evde yapılan doğumlara, yörede “aralık ebe” olarak tanımlanan köy ebeleri çağrılmaktadır. 1999 yılında görüşme yapılan köy ebesi en son olarak 6 yıl önce doğum yaptırdığını belirtmiştir. Geçmişte Ahlat Merkez'de her mahallenin ayrı bir ebesi vardı, her aralık ebesi kendi mahallesindeki doğumları yaptırırdı.

Geçmişte geniş aile tipinin yaygın olduğu yörede kadınlar kendilerine ait olan odada doğum yaparlardı. Doğum odasında; leğen, leğene sermek için bez, sıcak su, makas, iplik, tuz, çocuğun eşyaları bulundurulur.

Doğum odasında bir arkada duran asıl ebe, bir de önde kadının sancı sırasında tutunduğu “ön ebe” bulunur. Bunların dışında kimse doğum odasına alınmaz. Özellikle kızın annesi ve kayınvalidesi doğum odasına girmez.

Doğum zamanının gelip gelmediğini aralık ebe alttan bakarak anlar. Rahim sancıyla birlikte açılır. Sancı aralığı üç dakikaya düştüğü zaman; doğum başlamış demektir.

Hamile; içerisine bez serilen büyük bir leğeninin üstüne diz üstü oturarak doğum yapar. Ön ebe, kadının önünde oturur. Kadın sancı sırasında ön ebeye sarılarak güç alır. Asıl ebe arkadadır, elindeki bir bezle kalçaları sıkıştırarak öne doğru baskı yaparak çocuğun arkaya dayanmasını engeller. Çocuğu arkadan “ard ebe” alır.

Anadolu'nun diğer yörelerinde olduğu gibi Ahlat Merkez'de de doğumun kolay olması veya zorlaştığı durumlarda kolaylaşması için yapılan birçok uygulama bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Kadını yüksek bir yerden hoplatırlar.

Çocuk ters ise zeytinyağı ile kadının karnı ovulur, çocuk ters olmasa bile ilk doğumlarda kadının karnı çatlamasın diye zeytinyağı ile ovulur.

Rahim açılsın diye iki kadın hamile kadının koluna girerek sürekli dolaştırır.

Kadın battaniyenin içine konarak sallanır. Saç örgüleri açılır.

Kadına okunmuş su içirilir.

Kadının üzerinde ekmek kırılır, kırılan ekmekler köpeğe verilir.

Meryem ananın eli adı verilen bir ot suya atılır, suyun içinde el gibi olur, o su kadına içirilir.

Kadın rahat doğum yapsın diye komşulardan tuz toplanır, sancı sırasında tuz başına atılır.

Çocuk suyuyla birlikte gelir, bu suya “baş suyu” denir. Baş suyu önce gelip çocuk doğmazsa doğum zorlaşır, çocuk kuruda kalır. Ters gelen çocuk mutlaka çevrilerek alınır; çevrilmezse, çene takılır çocuk gelemez.

Çocuktan sonra gelene, “son” denir. Son, sancıyla gelir, sancı olmazsa son gelmez. Çocuk doğduktan sonra kadının karnına basılarak son düşürülür. Sonun gelmesi gecikirse kadın saman buharına oturtulur. Gelmesi daha da zorlaşırsa, yukarı kaçıp kadını öldürmesin diye iple kadının bacağına bağlanır. Son düşürüldükten sonra göbek kesilir. Göbek kesildikten sonra son yıkanarak, çaputa sarılarak “çocuğu kırk basmasın” diye temiz bir yere gömülür. Çocuk sonla yaşar, kan sondadır. Son düşürülmeden göbek kesilirse, çocuğun canı sonda kalır inancı vardır. Konu ile ilgili görüşme yapılan aralık ebesinin anlatısına göre; “birisi sonu almadan göbeği kesmiş, çocuk öldü, son da habire çırpındı”.

Göbek kesilmeden önce göbeğe doğru kan sağılır. Sonra dört parmak ölçülerek bağlanır. Bağlanan yerin biraz ilerisinden bir kere daha bağlandıktan sonra göbek kesilir. Kesilirken oğlan ise Muhammed, kız ise Fatma göbek adları konur.

Çocuk doğduğu zaman ağlamazsa, can gelsin diye; son soğuk suya, ateşe atılır, böylece çocuğun canı üstüne gelir.

Ebe çocuğu kaldırır; leğen içerisinde hazırlanan ılık tuzlu suyun içine koyar. Çocuk doğar doğmaz tuzlu su ile yıkanır, eklem yerleri olmak üzere; pişmesin, kokmasın, terlemesin, ağzı kokmasın diye her tarafı tuzlanır. Çocuk yıkanırken sabun kullanılmaz. Çocuğun kundaklanmasını kapıda bekleyenler yapar.

Doğum yapan kadın, kanaması olur diye hiç ellenmez, hemen yatırılır. Akşam doğum yapmışsa sabah, sabah doğum yapmışsa akşam banyo yaptırılarak üzeri giydirilir. Yeni doğum yapan kadına “loğusa” denir, loğusa sıcak tutulur. Eskiden sıcak olsun, kan toprağa aksın diye kadın ısıtılmış toprağa yatırılmakta, çocuk da toprakla kundaklanmaktaydı. Günümüzde artık bu gelenek tamamen kalkmış durumdadır, kadının altına iki üç kat bez serilmektedir. Buna rağmen loğusa kadına geçmişte olduğu gibi, günümüzde de kadının içine kuruluk yapmasın diye “doğani” denilen un, şeker ve yağla yapılan yiyecek, 15 gün sürekli yedirilir. Sancı yapar kaygısıyla loğusa kadına herşey yedirilmez, annenin sancısı süt yoluyla çocuğa da geçer. Kadın, kızdan sonra oğlan veya oğlandan sonra kız doğurursa sancısı çok olur, yörede bu durum; “baş değişti, onun için sancı çok oluyor” denmektedir. Sancı olmasın diye, kadının kocası makasla suyu keser.

Çocuğun ağzı tatlı olsun, kısmetli olsun diye ağzı ya balla ya da zemzem suyu ile açılır. Sonra annesi memesini yıkayarak sütünü verir. Sütünü hemen verir ki, çabuk sütü gelsin. Kadının sütü geleceği zaman üzerine titreme gelir. Buna, “süt titremesi” denir. Eskiden üç ezan geçmeden süt verilmezdi, bu uygulama günümüzde tamamen kalkmış durumdadır. Aralık ebesinin anlatısına göre, “çocuk doğunca yemek yiyene kadar hiç boğulmaz, yedi gün de yemese boğulmaz, ağzına yiyecek verildiği an ağzı açılır”. Çocuk müjdesi verilir ve müjde alınır.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 14241 kez gösterilmiştir.