Düğün Günümüzde düğünden bir hafta önce; gelin, damat, gelinin yakınları, damadın yakınları ve masrafı kim karşılayacaksa onunla birlikte düğün alışverişine gitmektedirler. Buna geçmişte olduğu gibi günümüzde de, “toy masrafı” denmektedir.
Geçmişte ise toy masrafına, yanlarına bir genç alarak oğlanın annesi ve babası giderdi. Düğünden yirmi gün önce yapılan toy masrafına, gelin götürülmez; alınan eşyaları damadın annesi ve babasının yanında alışverişe giden genç beğenirdi.
Esvap biçme: Geçmişte, düğünden onbeş gün önceki Perşembe günü, oğlan tarafı akrabalarını toplar, terziyi de alarak, öğleden önce kız evine esvap biçmeye giderdi. Esvap biçmeye sadece kadınlar gider, erkekler gitmezdi.
Esvap biçme gününde kıza; kına gecesi elbisesi, gelinlik elbisesi, gelinliğin üzerine atılan çakmaklı çarşaf ve gelin kızın günlük kullanacağı iki üç takım elbise kesilir. Bunlar düğün gününe kadar yetiştirilirdi.
Terzi ilk makası vuracağı zaman, “makas kesmiyor” der ve oğlan evinden gelen tüm kadınlardan bahşiş alır. Bahşişi önce oğlanın annesi, sonra da kızın annesi atardı. Terzi ayrıca diktiği elbiselerin parasını da oğlan tarafından alırdı.
Günümüzde esvap biçme, tamamen kalkmış durumdadır. Günün koşullarında böyle bir uygulamaya da gereksinim kalmamıştır. Tüm giysiler konfeksiyon olarak temin edilmektedir.
Toy beyi: Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yapılan her düğünün bir “toy beyi” bulunmaktadır. Toy beyi, damadın amcası, dayısı, ağabeyi, akrabası veya damadın babasının çok samimi bir arkadaşı olabilir.
Toy beyinin görevi, düğün esnasında verilecek tüm bahşişleri karşılamaktır. Sandık üstü bahşişini, davulcuya çalgıcıya verilecek bahşişi, kına verileceği zaman gelin ve damada verilecek bahşişi, gelin evden çıkarken verilen “kapı bağı” denilen bahşişi, “baş bağı” ve “kemer bağı” bahşişlerini vermek toy beyinin görevleri arasında yer almaktadır. Toy beyi evli olmak zorundadır.
Sağdıç ve yenge: Damadın iki sağdıcı, gelinin bir yengesi olur. Bu uygulama bazı değişikliklerle birlikte günümüzde de uygulanmaktadır.
Geçmişte, sağdıçlardan biri evli, diğeri ise bekar olurdu. Günümüzde, biri bekar biri evli olmasının yanı sıra, ikisi de bekar veya ikisi de evli olabilmektedir.
Günümüzde sağdıcın görevi; şerbet günü, yani Cumartesi günü başlar; damat gerdeğe girinceye kadar devam eder. Damadın tüm giysileri sağdıçlara teslim edilir, damadın herşeyi sağdıçlardan sorulur. Damadın berber parası, kına bahşişi, davulcu ve zurnacıya verilecek bahşişler (damattan istenen bahşişler) sağdıçlara aittir. Düğün günü “sağdıç çalma” oyunu olur; sağdıç saklanır, damadın elbiseleri çalınır, bunlar bahşiş karşılığı geri verilir.
Kızın bir tane yengesi olur. Bunun dışında yengenin yardımcıları olur. Toy beyinin eşi kızın yengesi olur. Şerbet günü başlayarak, gerdek ertesine kadar kız evinde olan eğlenceden kınaya gelinin giyiminden kuşamından süslenmesine kadar herşeyden yenge sorumludur.
Un akşamı: Düğün Cumartesi günü başlar, ancak düğün hazırlıklarına Cuma akşamından başlanır. Oğlan tarafının tuttuğu çalgıcılar Cuma günü akşamdan çalmaya başlarlar.
Cuma akşamına yörede “un akşamı” denmektedir. O gün toyda yenilen ekmeklerin unu elenir. Toyda yenilen ekmeklere”toy pitiği” denmektedir.
Un akşamı, hem oğlan evinde, hem de kız evinde yapılmaktadır. Hem kız tarafının, hem de oğlan tarafının yakın akrabaları herkes kendi evinde toplanarak eğlence düzenlerler. Türküler, maniler söylenir, halaylar çekilir; daha sonra da düğünde yenilecek ekmeğin unu elenir. En son olarak gelin ve damat adayı da un eleyerek eleği duvara asarlar. Bu artık bekarlığın sona erdiği anlamına gelmektedir.
Toy pitiğinin ununu yedi kız, yedi gelin eler. Akşamdan hamur yoğrulur. Sabah erkenden kadınların toplanmasıyla, en az dört beş tandırda ekmekler pişirilerek, en geç Cumartesi sabahı saat 9'a kadar hazır edilir. Artık bu uygulama da kalkmış durumdadır. Ekmekler fırınlara gönderilir; orada pişirilerek hazır olarak gelir. Geçmişte düğünler genellikle Çarşamba günü olduğu için un akşamı da Salı günü olurdu. Toy pitiği yapanlara para verilmez. Herkes Allah rızası için yapar.
Düğün yemeği: Düğünlerin vazgeçilmez yemeği, harse ve ufak sulu köftedir. Düğün yemeği Pazar günü sabah verilmeye başlandığı için, Cumartesi günü öğleden sonra düğün yemeği hazırlıkları başlar. Tandırlar yakılarak, harse küpleri tandırlara atılır. Her tandırın başında bir erkek bekler, özel karıştırma tahtalarıyla saat başı harse küpünü karıştırır.
Cumartesi gecesi kınadan dönüldükten sonra, oğlan evinde kadınlar köfteleri yuvarlayarak sabaha hazır ederler. Yemek işlerinden, yemekten anlayan, bu işi sürekli yapan bir kadın sorumludur. Bu işi yapan kadına, “keveni” denmektedir.
Toy yemeklerinin kazanlarının kapaklarını, düğün yemeğinin verildiği Pazar günü, keveniye bahşiş vererek toy beyi açar. İlk servis toy beyine yapıldıktan sonra düğün yemeği başlar.
Kına: Şerbet yapıldığı Cumartesi günün akşamında kına yapılır. Yörede hem kıza hem de oğlana kına yakılmaktadır. Şerbetten dönüldükten sonra halk, saat 6-7 dolaylarında oğlan evinde toplanmaya başlar. Oynayıp eğlendikten sonra, kadınlar kınayı karıp sağdıçlara verirler. Sağdıçlar damadın sağ serçe parmağını kınaya batırır ve sararlar. Sonra kına orada bulunan herkese dağıtılır, isteyen alır. Kınadan sonra şeker dağıtılır, şeker dağıtılırken damatla sağdıçlar önce babadan başlayarak orada bulunan herkesin elini öper.
El öpme tamamlandıktan sonra sağdıçlar damadı oynatır. Damat oynatılırken, davulcu zurnacı, damadın önünde çalarak bahşiş isterler. Bahşişi sağdıçlar verir. Bu bahşişe yörede, “sabaş” denmektedir.
Damat oynatıldıktan sonra, gençler yanlarına iki tane yaşlı alarak, çalarak oynayarak saat 10 sıralarında kız evine kına götürür. Kızın kınasını yenge koyar, kız kına konulurken elini açmaz, bunun üzerine yenge kızın avcuna para veya çeyrek altın koyarak, sağ avcunun içerisine üç kere salavat çekip kına yakar. Kına yakılırken kızlar mumla gelin kızın etrafında dolanarak, uzun hava söylerler. Çalıp oynadıktan sonra oğlan evi, kız evinden ayrılır.
Kız evinde kızın arkadaşları kalır. Kızlar tarafından gelinin iki eline ve parmak uçlarına, bir de sağ ayağının parmaklarına tamamen kına yakılır. Kız kınasından da isteyen herkese dağıtılır.
Kınadan sonra gelin de oynatılır. Kına türküleri ve uzun hava söylenerek gelin ağlatılır. Buna yörede, “gelin ağlatma” denmektedir. Gelin çok konuşursa, “yeter çok konuşma keçiler kotur (uyuza benzeyen bir tür keçi hastalığı) olacak” denir.
Eline kına yakılırken; avcuna konan para ve altın, sabah gelin hazırlanırken çorabının içerisine konur. Gelin, o parayı gerdek gecesi damat iki rekat namaz kılarken çorabından çıkararak, birkaç bozuk parayla birlikte damadın başına döker. Damat o altını ve paraları saklar.
Gelin alma; Geçmişte, kına sabahı kızlar toplanarak gelini hazırlarlardı. Günümüzde ise artık hazırlıklar kuaförde yapılmaktadır.
Gelin alınacak günün sabahında, oğlan evinde de büyük bir telaş vardır. Damat tıraş edilip hazırlandıktan sonra, davul zurna eşliğinde oynar; şeker dağıtıldıktan sonra, damat, ev halkı ve orada bulunan herkesin elini öper. Giysilerini giyip hazırlandıktan sonra sağdıçlarıyla birlikte evde gelini bekler. Sabah oğlan evinde kahvaltı verilir. Kahvaltıda çay hazırlamak için özel düğün kahvecisi tutulmaktadır.
Gelin arabasını da Pazar sabahı sağdıçlar hazırlamaktadır. Geçmişte gelinler atla götürülürdü, daha sonra kağnı arabasıyla götürülmeye başlandı. Kağnı arabasının dört köşesine direk dikilir, etrafına cicim çekilir, içi oda gibi yapılarak süslenirdi. Arabayı taşıyan öküzler de süslenir, öküzlerin başına her renk iplerden örülen “gacık” denilen süsler takılırdı.
Günümüzde gelin almaya arabayla gidilmekte; gelin arabasına toy beyi ile yenge, damadın ablası veya kız kardeşi binmektedir. Damadın babası gelin almaya gider, ancak annesi kesinlikle gitmez.
Pazar günü sabah saat 11'de kız almaya gidilir. Yörede kız almaya, “gelin arkasına gitmek” denmektedir. Gelin arkasına herkes davet edilir.
Kız evine yaklaşıldığında kornalar çalmaya başlar, salavat getirilerek kız evine girilir. Gelin ağlamaya başlar. Bu sırada gelinin baş bağı, kemer bağı bağlanır. Kemer bağını gelinin erkek kardeşi bağlar. Üç kere bağlar açar, üçüncü de “Allah hayırlı etsin” diyerek bağlar. Yenge ona bahşiş verir. Bu uygulamaya “kemer bağı” denmektedir. Daha sonra salavat çekilerek duvağı yüzüne atılır. (Eskiden bağlanırdı, şimdi filkete ile tutturuluyor.) bu uygulamaya da, “baş bağı” denmektedir.
Gelini odadan damat gitmişse damat çıkarır; gitmemişse gelinin kardeşleri veya babası koluna girer, odadan çıkarır, toy beyine teslim eder. Toy beyiyle yenge arabaya bindirir. Kız evinden ayrılırken oğlan evi, “Allah'a ısmarladık. Kusurumuz varsa affedin.” diyerek kız evinden hatır ister. Gelin çıkarken oğlan evi kız evinden, birer tane çay tabağı, çay bardağı ve çay kaşığını alır. Gelin evden giderken, su gibi aksın gitsin, yolu açık olsun diye kız tarafı arkasından su döker; yenge, kızın başından şeker, üzüm, leblebi, vb. yiyecekler ve bozuk para atar.
Gelin götürülürken mümkünse gelinen yoldan dönülmez, farklı bir yoldan dönülür. Gelin oğlan evine götürülürken yolda yol kesmesi olur; kız tarafı bahşiş alır öyle bırakır.
Yöre halkının anlatısına göre, eskiden kız tarafı ile oğlan tarafından iki bekar erkek güreşe dururmuş; oğlan tarafı kız tarafını yıkarsa kız tarafı hiç sesini çıkarmadan geri dönermiş, eğer kız tarafı oğlan tarafını yıkarsa o zaman oğlan tarafı bir kız bularak o erkeği evlendirirmiş.
Yol kesilirken kimi koç çeker, kimi silah atar. Herkese verilen bahşiş farklıdır.
Gelin kız evinden çıkarken kız evi, gelin arabasının önüne iki metre ipekli bağlar. Gelinin geldiğini önden giderek kaynanaya ilk haber verene de, kaynana iki-üç metre ipekli vermektedir. Bu adet günümüzde de devam etmektedir.
Gelini arabadan yenge ile toy beyi indirir. Damadı sağdıçlar getirir, gelinin başından “saçı” dökülür, aynı anda gelin babasının evinden getirilen bardağı kırar; bu davranış, “babamın evindeki bütün kötü huylarımı ayağımın altında kırdım, öyle içeriye giriyorum” anlamına gelmektedir.
Damatla birlikte içeriye girerken, kapının üzerine parmağı ile bal sürer. Bu davranış, “Bu eve bu bal kadar tatlı olayım, bu ev de bana tatlı olsun.” anlamına gelmektedir.
Gelin geldi kapının önüne dayandı; davulcu zurnacı gelinin önüne geçer, gelini içeri koymaz. Toy beyi bahşiş verir, kapı öyle açılır.
İçeride üzerinde iki tane mum yanan bir masa hazırlanmıştır. Damat burada gelinin yüzünü açar ve yüz bağı olarak altın veya bilezik takar. Masada iki tane şerbet durmaktadır. Gelin ve damat o şerbeti içerler ve odadan çıkarlar. Gelin ve damat oynatıldıktan sonra sağdıçlar damadı alır götürür. Gelin otursun diye ortaya bir sandalye getirilir, gelin oturmaz. Bunun üzerine biri oradan bağırır: Gelin oturmuyor, halet istiyor.
Kayınpeder gücüne göre bir hediye verir; gelin gene oturmaz. Bu defa kaynana gelir, hediyesini verir. En sonunda duvağı açmadan orada bulunan büyüklerden biri, salavat çeker; “Gelin üç defa otur kalk.” der. Gelin üçüncüde oturacağı zaman, “Gelin senden üç şey isterim. Bir ağır, bir uzun, bir kısa. Ağır devlet, uzun ömür, kısa dil.” der ve devam eder;
“Gelin eteği belinde,
Süpürgesi elinde,
Kapı kapı dolanıp,
Tambura çalan gelinlerden olmayasın.”
Kaynana da;
“Özüme gelin getirdim,
Başıma derdi getirdim,
Küli (külü) gözüme getirdim,
Gündüz yazan getirdim,
Gece okuyan getirdim,
Tedbiri bozan getirdim.” der.
Aile büyüğü, “Allah hayırlı uğurlu etsin.” diyerek gelini oturtur. Sonra duvağı açılır. Gelin oturtulduktan sonra, doğuracağı çocuklar sağlıklı olsun diye, kucağına sağlıklı bir çocuk verilir. Kucağa verilen çocuk genellikle erkek olur, bunun nedeni ise doğacak ilk çocuğun erkek olması içindir. Şerbete gelemeyen veya hediyesini veremeyen orada hediyesini verir. Eğer çeyiz o gün gelmişse, kızlar tarafından yerleştirilir; gelinin yatağı hazırlanır.
Gelin oğlan evine getirilip oturtulduğu yerde baş ucunda gerdeğe girene kadar lamba yakılır ki, gelin ve damat ömür boyu aydınlıkta olsunlar.
İmam nikahı: Kına gecesi veya düğün günü ikindi ile akşam arası “bağlanma” olmasın diye gizlice kıyılır. Kaynana bağlanma olmasın diye nikah esnasında herhangi bir şeye düğüm atar, nikah bittikten sonra düğümü açar. Bağlanan erkek; bağın bozulması için soğuk suda yıkanır.
Gerdek: Akşam evde sadece yenge kalır. Sağdıçlar tarafından yatırlara gezmeye götürülen damadı, akşam sağdıçları eve getirir. Gelin-damat yatağı olarak yere yatak açılır. Genç kızlar yatağın üzerinde takla atar. Damadı getiren sağdıçlar yenge ile konuşur; herşeyin hazır olup olmadığını sorarlar. Yenge, gelin ve damadın yiyeceklerine kadar her türlü ihtiyaçlarını düşünür ve onları hazır eder. Geçmişte damadı yumruklayarak gerdeğe sokma vardı. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. Yenge gelin ve damadı el ele tutuşturduktan sonra odadan çıkar, bu uygulamaya “el ele verme” denmektedir.
Damat gerdeğe girmeden önce iki rekat namaz kılar. O sırada gelin damadın başına altın ve bozuk para döker, damat onları saklar.
Namazdan sonra, gelinin konuşması için damat gücüne göre hediye verir. Buna, yörede “dil bağı” denmektedir.
Geçmişte, sabaha kadar işaret bekleme vardı. Oğlanın pencereden haber vermesiyle silah atılırdı. Ancak bu uygulama günümüzde tamamen kalkmış durumdadır.
Ertesi gün gelinin çarşafını yenge toplar. Damat, çarşafı toplayanın alması için yatağın altına para koyar. Yatağı toplayan o parayı alır. Ertesi gün gelin ev halkının hepsinin elini tek tek öper; getirdiği hediyelerin kime ait olduğunu yengeye söyler; yenge herkesin hediyesini dağıtır.
El öpme: Gelin ve damat düğünden bir hafta sonra anne ve babasının elini öpmeye gider. Buna, “el öpme” denir. El öpmede kız tarafı her ikisine de hediye verir. Kız el öpmeye geldikten yaklaşık bir hafta sonra; kız tarafı, kızlarının evde kalan eşyaları ve yaptıkları murtuvayı da alarak kızlarını ziyarete giderler.
Ahlat evlenme adetleri incelendiğinde; uygulamaların büyük çoğunluğunun dinsel ve büyüsel bir içerik taşıdığı gözlenmektedir. Mümkün olduğu kadar geçmiş ve günümüz uygulamaları kıyaslanarak verilmeye çalışılan Ahlat evlenme adetlerinde, hızlı değişimin olduğu görülmektedir. Değişen ekonomik ve kültürel yapının yanı sıra, gelişen teknolojiye bağlı olarak iletişim araçlarının etkisi bu değişimin doğal nedeni olmuştur; olmaya da devam edecektir.
Değişim dikkatli bir şekilde gözlendiğinde; maddi alandaki kültürel unsurların daha hızlı değiştiği veya yok olduğu ancak manevi alandaki kültürel unsurların büyük çoğunluğunun varlığını sürdürdüğü veya şekil değiştirerek, içeriği bozulmadan yaşamın içerisinde yer aldığı gözlenmektedir.
|