Geleneksel Türk el sanatlarının renkli ve zengin örneklerinin belki en küçük,
ama en anlamlısının “oya” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Anadolu
kadınının
ve genç kızının duygu, düşünce ve hayal dünyasının bütün kıvrımlarını,
yaratıcılığını, zekasını, el ve göz zevkinin yüce noktalara ulaşmasını sadece
oyalarda bulmaktayız. Yüzlerce yıllık bir geleneği ısrarla, inatla günümüzde de
sürdüren genç kızlarımızın el emeği -göz nuru dökerek ortaya çıkardığı oyalar,
estetik bir yaratma sonunda oluşturulan birer sanat eseri olduğu kadar, aynı
zamanda, yapıldıkları yörenin doğasını, iklimini, ürünlerini, bitkilerinin
özelliklerini, o yörede kullanılan araçgereci ve hatta aile içinde veya
dışındaki sosyal hayatı kanıtlayan eserlerdir. Aynı motifin farklı bölgelerde
değişik adlarla tanınması, yöredeki egemen duyguyu, inancı ve düşünceyi de
ortaya koyması bakımından ilginçtir. Söz gelimi, Artvin’de “subay sırması” adı
verilen oyanın Konya’daki adı “yılan kemiği”, Balıkesir’deki adı ise “tren
yolu”dur.
Daha çok işleme tekniği, kullanılan araç-gereç ve malzemeler oya türlerinin
belirlenmesinde ayrımcı bir rol oynarlar. Bunlar; iğne, tığ, firkete, mekik,
boncuk oyaları ile yün, koza, mum ve dokuma oyalarıyla birlikte dikişli, kumaş
ve iplik artığı oyalar biçiminde ana gruplar içinde toplanırlar. Gelinlik çağına girmeden her genç kızın küçük yaşlardan başlayarak oyalı
tülbentler örtüler, yemeniler hazırlaması kaçınılmazdır.
Genç kızın yakın çevresindeki çiçekler, hayvanlar, ev içi araçlar,
organlarımız, gökyüzü yapılan oyalara ad olarak verilir. Gül, menekşe, papatya,
karanfil, sümbül, çiğdem, küpe çiçeklerinin yanı sıra bir çok sebze ve meyve,
evcil hayvanlar bu renkli dünyanın zenginliklerini oluşturur. Bütün bunlar
sitilize ve sembolize edilerek ortaya çıkarılır.
|