GEOMETRİK-SOYUT SANAT EĞİLİMİ Dışavurumcu-soyut sanatın batıda egemen akım olarak güncelliğini sürdürdüğü
1940’larda, bu akımın çeşitli yollarla Türkiye’de tanıtılmasına karşın, Türk
sanat ortamında öncelikle geometrik-soyut sanat araştırmalarının başladığı
görülüyor. 1946’da geometrik-soyut sanat araştırmalarını ortaya koyan Halil
Dikmen (1906- 1964), 1950’de bu yönde yapıtlar gerçekleştirdikten sonra, figür
ve obje soyutlamalarına yöneldi. Türk resminde soyut sanat akımlarının hızla
benimsenmiş olmasında, 1951’de Paris’ten dönen heykeltıraş Hadi Bara’nın, Batı
soyut sanat akımlarına ilişkin çevirileri etkili olduğu gibi, aynı yıl çevirisi
yapılan Jean Bazaine’in “Bugünkü Resim Üzerine Notlar”adlı kitabı da sanatçılar
ve öğrenciler için güdüleyici bir kaynak olmuştur. Diğer yandan resim sanatında
klâsik-modern karşıtlığında süren tartışmalar, artık figüratif-soyut
tartışmalarına dönüşmüştür. Geometrik-soyut sanatın, geleneksel Türk süsleme ve yazı sanatları ile
biçimsel ilgisinin kurulması, araştırmaların öncelikle bu yönde başlamasında
etkili olmuştur. Bunun nedeni Türk resminin buradan hareketle yaratılacağı
düşüncesi olup, birçok sanatçıyı soyut sanata katılma çabası içine sokmuş ve
coşkulu uygulamalara başlanmıştır. Ancak, geleneksel sanatın düşünsel ve estetik
yönlerinin yeterince özümsenememesi sonucu, sanatçılar evrensel düzeyde çağdaş
yorumlara gidememiş, yaratıcı olmayan ve Batılı örneklere bağımlı çalışmalar
ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte, Batı soyut sanatındaki düşünsel temeli
kavramaya çalışan Halil Dikmen’den sonra, Nuri İyem ve Ferruh Başağa, 1949’da;
Sabri Berkel ve Cemal Bingöl (1912-1993), 1950’de; Adnan Çoker (d.1928) 1951 ve
Lütfü Günay (d.1924) 1952’de geometrik-soyut sanat yönünde ve çağdaş sanata
katılma isteği ile araştırmalara başlamışlardır. 1951’de geometrik-soyut
çalışmalarıyla Türkiye’de ilk soyut sanat sergisini açan Ferruh Başağa aynı
zamanda taşist yapıtlarını da sergilemişti. Bu sergiyi 1952’de Hakkı Anlı’nın
(1906-1992), Paris’te yaptığı sergisi izlemiştir. 1953’te Adnan Çoker ve Lütfü
Günay’ın birlikte açtıkları sergi ile aynı yıl Cemal Bingöl’ün kolaj
tekniğindeki sergisi, geometrik-soyut sanatın ilk sergileri olmuştur. Bu
yıllarda soyut sanat sergileri ilgiyi bu yöne çekerken, diğer yandan İstanbul’da
“Ressamlar Derneği” (1950), “Türk Sanat Tarihi Enstitüsü” (1951) ve “Sanat
Eleştirmenleri Derneği” (1953)nin kurulması ile, sanat gelişmelerini olumlu
yönde etkileyecek yeni kurumlaşmalar oluşuyordu. Yine İstanbul’da ”Doğu-Batı
İlişkisi” konulu V. Uluslar arası Sanat Eleştirmenleri Kongresi (AİCA-1954),
aralarında Lionelle Venturi ve Herbert Read gibi eleştirmenlerin de bulunduğu on
bir yabancı ülke temsilcisinin katılımıyla açılmış, kongre nedeni ile düzenlenen
sergilerle ilgili olarak yabancı eleştirmenler, Fransız resminin Türk resmi
üzerindeki etkisini dile getirmişlerdir. Buna karşılık, Ankara’da “Vilâyet
Tabloları” (1955) ve İstanbul’da “100 Senelik Türk Resmi” sergileri,
sanatçıların özeleştiri yapabilmelerine olanak tanıyan büyük ve etkili sergi
etkinlikleri olarak görülüyor. 1954‘te çağdaş Türk resminin geometrik-soyut eğilimde usta sanatçısı olan
Adnan Çoker, ilk araştırmalarından sonra, 1954’te yazısal eğrilerle, düzlemlerin
karşıtlığında espas ve ritm sorununu irdelemeye başladı. Resimlerindeki
geometrik yüzeyleri, zamanla simetrik formlara dönüştürdü ve içlerini lekesel
olarak dokuladı. Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden esinlendiği kubbe, sütun,
kemer gibi mimari öğelerle, koyu fon üzerinde biçim ve renk dengesinde ulaştığı
yalınlığı, günümüze kadar geliştirerek, minimalist bir anlayışa yöneldi. Cemal
Bingöl, biçemini geometrik biçimler, yüzey bölüntüleri ve çizgi ile ortaya çıkan
düz renkli geometrik yüzeylerin, yatay-dikey doğrularla yaptığı dengesinde ve
hat sanatının tanınmış ustası Ahmet Karahisari gibi, elini kaldırmadan çizme
yöntemi ile oluşturdu. Şemsi Arel ise, tek rengin tonlamalarıyla geometrik yüzey
bölüntülerinin üzerine uyguladığı yazısal eğrilerle, yüzey-çizgi karşıtlığında
biçimleri dengeli olarak yerleştirdi. 1949’da Paris’te öğrenim gören Mübin Orhon
(1921-1981), geometriksoyut anlayışını az renk ve arık biçim ile minimalist
anlayışa vardırdı. Sanatçı, 1950 başlarında Mark Rotko, Barnet Newman ve Nicolas
de Stael’in yapıtlarının etkisiyle birlikte, Josef Albers’in “Kareye Saygı” adlı
dizi resimlerini çağrıştıran, tek rengin tonlarıyla ya da ara renklerin
bireşimlerini, kareye yakın iç içe düzenlediği dikdörtgen biçimli yüzeylerle ve
tablonun ortasında fırça darbesiyle oluşturduğu çizgi ya da figürü, bazan bir
ışık bazan da koyu lekeli işleyişle anlatımına gizem katmıştır. Mübin Orhon’un evreni ve insanı düşündüren yapıtlarından sonra,
geometrik-soyut sanatın, 1980 sonrasında gösterdiği gelişim içinde Bekir Sami
Çimen (d.1940), tuvali tamamen kaplayan değişik renkteki şeritlerin düşey,
akışkan yapısı ile yaşam isteminin sürekliliğini, yaşam ritminin dinamiğini
verme kaygısında oldu. İnsandoğa- kültür bütünlüğünde, çevre faktörünü
irdeleyen, geçmiş kültür dönemlerini inceleyen Halil Akdeniz (d.1944), asal
geometrik formlarla ortaya koyduğu yeni mekân önerilerinde, geometrik ölçü
araçları, harflerle yapıtlarında ölçülebilirlik içinde, izleyeni anlam üretimine
yöneltiyor. Adem Genç (d.1944), ”Tasarım Gerçekliği” olarak tanımladığı
anlayışını, soyut-somut imge taşıyan yüzeyler karşıtlığında dengeledi.
Resimlerinde uzaysal boşluk, soyut geometrik ve somut dinamik lekeler karşıtlık
yaratırken, simgesel görüntülerle de epik kurguya ulaştı. İsmail Ateş (d.1960),
geometrik anlatım plânları ve simetrik renk yüzeyleriyle uzaysal bir mekân
etkisine ulaşırken madde ötesi gerçeği duyuran soyut kurgulara yer verdi. İlk
Çağ kültür ve sanatını kendine kaynak seçen İhsan Çakıcı (d.1944), geometrik ve
lirik-soyut anlayışları, figür soyutlamalarıyla birlikte ve çok boyutlu bir
anlatım içinde, kavramsal sanata uzanan bir yaklaşımla ortaya koymaktadır.
Hüseyin Bilişik (d.1923), 1989’dan sonra pop sanatı ve kavramsal sanat eğilimli
soyut düzenlemelerini; yüzeyde geometrik bölüntüler içinde, lirik-soyut,
geometriksoyut ve düz yüzey-figür karşıtlığında yorumladı. Böylece geometrik-soyut sanatta 1980’lerde yeni yaklaşımlar; anlatım plânları
ile mekânı zenginleştirme, simgesel motif ve biçimlerle anlamı derinleştirme,
farklı düşünsel boyutlara ulaşma çabalarını göstermekte; metafizikle kurulan
ilişki, güçlü anlatımlar yaratmaktadır. Şadan Bezeyiş, dışavurumcu figür
soyutlamaları yanında, dışavurumcu-soyut anlayıştaki yapıtlarında da coşkusunu
dile getirmektedir. Bu yönde Kemal Bilensoy ve Veysel Erüstün diğer tanınmış
sanatçılardır.
|