DIŞAVURUMCU-SOYUT SANAT GELİŞMELERİ Dışavurumcu-soyut sanat anlayışı, 1951’de Nuri İyem çevresinde toplanan ve
kendilerini “Tavanarası Ressamları” olarak tanıtan bir grup amatör ressam
tarafından, akademik resme karşı bir tavır olarak ortaya konmuştur. Bu yönde, geometrik-soyut anlatımdan çok farklı bir yaklaşım ve içerik bulan
Türk sanatçısı, bilinçaltı verilerine dayalı olarak özgün anlatımlara
ulaşabilmiştir. Bunlardan Sabri Berkel, geleneksel Türk sanatları ve İslâm
kaligrafisinden hareketle üç tonda leke ile kaligrafik araştırmalarından sonra,
1970’e kadar “Leke Resim” çalışmalarında taşist anlatıma gitmiş, bu tarihten
sonra da, geometrik ve lirik-soyut anlayışların sentezini uygulamıştır. Adnan
Turani, 1950’lerde kaligrafik nitelikli ve lekesel; 1970’lerden sonra, geniş
fırça hareketleriyle oluşturduğu boya katları ve üzerlerindeki yazısal motifleri
kullanmıştır. Çalışmalarını lirik-soyut ve yarı-soyut anlayışla birlikte
sürdürmektedir. Adnan Çoker, 1957-1964 yılları arasında müzik eşliğinde
gerçekleştirdiği, çoğunluğu monokrom olan yapıtlarında, yüzeyde yarattığı
dokusal etkilerle, güçlü bir dinamizm ortaya koymuştur. Lütfü Günay, 1957’de
gazete ve afişlerle oluşturduğu kolaj yapıtlarını, bez ve madeni levhaları da
katarak (1971), daha sonra yağlıboya ile renklendirilmiş kum kullandığı
Matterizm yönündeki uygulamalarında, boya akıtma ve yazısal öğelerle anlatımını
zenginleştirmiştir. 1957’de lirik-soyut anlayışının ilk örneği olarak ortaya koyduğu “Sultan
Ahmet Camisi’nin Camları” adlı yapıtı, 1961’de New York Guggenheim Müzesi’nde
Türkiye birincisi olarak sergilenen Zeki Faik İzer, 1974-1975 yıllarında, kolaj
tekniğindeki form araştırmalarından sonra, 1976-1980 döneminde ritmik çizgiler
ve çalışmalarında, coşkulu fırça darbeleri ve saydam renklerle lirik-soyut
anlatımını ortaya koydu. 1960 sonrasında Abidin Elderoğlu, kalın, çizgisel
kaligrafik biçimlendirmelerle lirik anlatıma ulaştı. 1960’larda boyanın kalın ve
üst üste kullanıldığı tekstür araştırmalarına yönelen Ferruh Başağa, hızlı fırça
tuşları ile lekeci anlayışı benimsedi. 1960 başlarında Hasan Kaptan ise,
motifsel yorumları ile hocası Singier’in anlayışına koşut çalışmalar yapmış,
1963’te Paris’te Mayıs Salonu’na seçilen 162 sanatçı arasında yer almıştır.
Erdal Alantar, 1962’den sonra, fırçanın tek ve kararlı bir hareketi ile
oluşturduğu yazısal formlarla, aynı zamanda ritmik bir doku yaratmıştır. Güngör
Taner, düz fon üzerinde, içgüdüsel fırça vuruşlarıyla, renkli, ritmik yüzeyler
elde etmiştir. Hasan Kavruk (d.1919), 1953’ten sonra başladığı soyut anlayışını
1970 sonrasında çok renkli ve karmaşık düzenlemelerle sürdürdü. Arif Kaptan’ın
”Sırmalı Kompozisyon” (1956) adlı yapıtı ile Devlet Resim Heykel Sergisi’nde
ödül alması, bu yıllarda soyut sanatın Türk sanat ortamında benimsendiğini
göstermektedir. Burhan Doğançay (d.1929) ise, 1960’larda dekolaj tekniğinde düz,
parlak, renkli kağıtlardan oluşturduğu dışavurumcu-soyut düzenlemelerini,
1980’den sonra, pop ve kavramsal sanat anlayışları sentezinde ortaya
koymaktadır.
Zafer Gençaydın (d.1941), lirik-soyut anlayışında, egemen öğe
olarak seçtiği çizgiyi, atak fırça vuruşlarıyla dinamik yapıda değerlendirdi.
Siyah kontur ve lekeler içinde yer alan asal renklerin yarattığı gerilim ve
çelişki ile duygusal yoğunluk ve coşkusunu yansıttı. Yaşamın özünü, varlığın
“Parçalanma Süreci” olarak değerlendiren ve bunu “Varoluş” nedeni olarak gören
Bilal Erdoğan (1944-1998), yüzeyde yer verdiği parçalanmış oluşumlarla, güçlü
bir patlamanın yarattığı dinamik dokular elde etti. 1980 sonrasında, Nüzhet
Kutluğ (d.1932), yırtılmış ve oyulmuş izlenimi veren biomorfik formları,
özellikle kadın vücuduna ait parçalanmaları, geometrik-soyut bir fon üzerinde,
karşıtlık içinde dengeledi ve dramatik anlatıma ulaştı. Muharrem Pire (d.1944),
geniş lekesel yüzeyler üzerinde yer verdiği hırçın, çizgisel fırça vuruşları ile
coşkusunu, Nurtaç Özler (d.1944), kolaj tekniğindeki yapıtlarıyla anlatım
zenginliğini ortaya koydu. Yüksel Özen (d.1956)’in cesur çizgi ve lekelerle
gerçekleştirdiği dışavurumcu-soyut yapıtları son dönemde yerini,
organik-inorganik form karşıtlığına bıraktı. Gören Bulut (d.1945), birbiriyle
ilintisiz yoğun renk lekelerini, belli bir ritimle işledi. Mehmet Gün (1955),
içgüdüsel, atak çizgilerin, yüzeyde yarattığı güçlü dinamizmi, ton değerleriyle
etkisini artırarak, yüzeyde, büyük patlamaları yansıtan dışavurumcu anlatımını
1980’lerden sonra geliştirerek sürdürmektedir. Cumhuriyet ilk kuşak sanatçıları arasında yer almakla birlikte, sürekli
kendisini yenileyen sanatçı kişiliği ile Abidin Dino, 1960’larda yöneldiği soyut
ve simgesel anlatımına, lirik-soyut yapıtları ile yeniden döndü. Çizgi ve yüzey
arasındaki ilişkinin kaligrafik yapıdaki özgür devinimlerini, siyah fon üzerinde
oluşturdu. Son yapıtlarında, tablo yüzeyini kaplayan yazısal eğriler ve
noktalarla sonsuz mekân duygusunu anlatıma soktu. Röliyefli yüzey dokusunda
devinim ve değişme etkisi sağladı. Bu sanatçılarla birlikte, 1960 başlarında Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren
Eyüboğlu’nun çeşitli malzeme kullanarak, büyük boyutlu tuvallerde soyut
araştırmalara yöneldikleri; Refik Epikman ve Hamit Görele gibi bazı sanatçıların
da bir süre soyut çalışmalar yaptıkları görülmektedir. Türk dışavurumcu-soyut sanat gelişmesinde, sanatçıların eğilimleri, genelde
lirikkaligrafik ve dışavurumcu anlatımları içermektedir. Geleneksel sanat
verileri, İslâm hat sanatı ve ritmi, Doğulu kültür birikimi, soyut sanatın bu
yönünde ortak bir duyarlılığı ortaya çıkartmıştır. Türk resmi, başka hiçbir
dönemde olmadığı kadar güçlü ve özgün olmuştur.
|