SANATI ÖN PLANA ÇIKARAN PSİKOLOJİK ESERLER: BAĞIMSIZ YAZARLAR 1950 sonrasında bazı roman ve hikâye yazarlarımız, neredeyse bir akım haline
gelen toplumcu gerçekçi roman ve hikâyenin dışında kalarak kendilerine özgü bir
roman ve hikâyenin peşinde olmuşlardır. Bunlar genellikle bireyin iç dünyasına,
psikolojiye daha çok eğilmişler, bir sanat olarak romanın yapısı ve üslûbu
üzerinde de daha çok kafa yormuşlardır. Daha önceki bir bölümde, Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949)
ve Yalnızız (1951) romanlarında, romanın merkezine bir “bilinç aynası”, bir
“yansıtıcı merkez” yerleştirmek suretiyle yeni bir teknik denediğinden söz
etmiştik. Peyami Safa’yla aynı yıllarda eserlerini veren Ahmet Hamdi Tanpınar
(1901-1962) da romanı öncelikle bir sanat eseri olarak kabul eden bir anlayışla
karmaşık ve sanatkârane romanlar ve hikâyeler kaleme almıştır. Şiir ve deneme
alanlarında da Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının en orijinal eserlerini veren
Tanpınar, hikâyelerini Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943) ve Yaz Yağmuru (1955)
kitaplarında bir araya getirmiş, daha sonra romana geçerek Cumhuriyet romanının
zirve eserlerinden Huzur’u 1949’da, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü de 1954’te
(kitap halinde 1962’de) yayımlamıştır. Sahnenin Dışındakiler (1950, kitap
halinde 1973) romanından sonra onun Mahur Beste ve Aydaki Kadın adlı yarım
kalmış iki romanı daha vardır. Batı ve doğu kültürünü çok iyi tanıyan, romanın her şeyden önce kendisi
olmasını isteyen ve bu açıdan Marcel Proust, Aldoux Huxley ve James Joyce gibi
Fransız ve İngiliz yazarlarının roman tarzını üstün bulan Tanpınar’ın
hikâyeleri, görünenin ardında görünmeyeni araştıran, yer yer fantastik
özellikler taşıyan ve bu yönüyle gerçeküstücülüğe yaklaşan çok ilgi çekici
hikâyelerdir. Bir huzursuzluğun romanı olan ve otobiyografik bir özellik taşıyan
Huzur ise hayatı ve varlığı bir bütün olarak estetik bir açıdan algılamak
isteyen kahramanı Mümtaz’ın sanatçı kişiliği ile hayatın gerçekleri arasındaki
çatışmayı ve bu çatışmanın yarattığı bunalımı verir. Gerek Mümtaz’ın gerekse
diğer roman kişilerinin yaşadığı huzursuzlukta batılı ve doğulu değerler
arasındaki çatışma da önemli bir rol oynar. Batı müziği formlarına uygun bir
tempoda yazıldığı düşüncesiyle bazı eleştiricilerin bir “müzikal roman” olarak
nitelediği Huzur’dan sonra yazılan Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise çok başarılı
bir ironik eserdir. Roman, II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini
yaşayan kahramanı Hayri İrdal’ın anıları aracılığıyla iki uygarlık arasında
bocalayan Türk toplumu ve devlet kurumlarındaki yanlışlıkları, saçmalıkları ince
bir şekilde eleştirir ve alaya alır. Hikâye türünün büyük isimlerinden Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) da
eserlerinde toplumcu gerçekçi edebiyatın dışında kalarak bireye, bireyin iç
dünyasına eğilen yazarlardandır. Aslında o, hikâyeye 1930’lu yıllarda başlamış,
ilk hikâye kitabını Semaver adıyla 1936’da yayımlamıştı. Bu bakımdan onun
eserini, 1950 sonrası içinde düşünmek çok da doğru olmayacaktır. Ancak onun
hikâye kitaplarından çoğu 1948’den sonra yayımlanır ve bu tarihten sonraki
hikâyeleriyle daha güçlü bir etkiye sahip olur. Özellikle 1954’te çıkan
gerçeküstücü özellikler taşıyan Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabı Türk hikâyesine
yeni bir açılım getiren bir eser olmasıyla önemlidir. Bir İstanbul hikâyecisi olan Sait Faik, Orhan Veli ve Cahit Sıtkı’nın şiirde
yaptığı gibi gibi küçük ve sıradan insanların yaşama sevincini, ada ve deniz
insanlarını, tabiat güzelliklerini anlatmakla birlikte gerçekleri basit bir
şekilde yansıtmanın ötesine geçerek gerçeğin taşıdığı ruh ve anlamı keşfetmeye
çalışır. Güzel olanın peşinde koşan, konu ve olaydan çok yaşanan anları anlatan
hikâyeleri, çoğu zaman çağrışımdan çağrışıma atlayan şiirli bir üslûba sahiptir.
Sait Faik gibi hikâye ve romanlarında şiirli bir üslûp kullanan, denizi ve
denizin insanlarını anlatmayı daha çok tercih eden Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da
Halikarnas Balıkçısı’nın (1886-1973) eserleri de bu dönem içinde ele alınabilir.
Yazı hayatına çok önce başlamış olmakla birlikte onun eserleri de 1940’lı
yıllardan sonra kitap haline gelmiştir. Biraz savruk bir şekilde olmakla
birlikte, Ege ve Akdeniz’in denize tutkun insanlarını anlattığı hikâye ve
romanlarında çağrışımlarla yüklü lirik ve tutkulu bir dil daima dikkati çeker.
Bu eserlerde onun yakından tanıdığı eski Yunan ve Roma edebiyatından gelen
unsurların da önemli bir rolü vardır. 1950 sonrasında hikâye alanının önde gelen isimlerinden olan Haldun Taner
(1915- 1986) de gerçekçiliğe önem vermekle birlikte ideolojik perspektife
iltifat etmeyen hikâyeciler arasındadır. Tiyatro alanında da çok dikkate değer
eserler vermiş olan Taner’in hikâyeleri ironik bir nitelik taşır. Bunlarda
köyden şehre göçen saf insanlar, görgüsüz türedi zenginler, kenar mahallelerden
en zengin semtlere kadar çeşitli tipte görgüsüz ve bilgisiz kadınlar ironik ya
da mizahî bir dille anlatılır. On İkiye Bir Var (1954) ve Sancho’nun Sabah
Yürüyüşü (1969) adlı hikâye kitapları ulusal ve uluslararası ödüller alan
eserleri arasındadır.
Haldun Taner’le aynı kuşağa mensup olan Tarık Buğra (1918-1994) da 1950
sonrasının önde gelen bağımsız hikâye ve roman yazarlarındandır. Hikâye ve
romanda kurgusal yapıya ve üslûba çok önem veren yazar, hikâyelerinde daha çok
Türk entellektüelinin bunalımlarına, çelişkilerine yer verir. Buğra’nın özellikle 1963’te yayımlanan Küçük Ağa romanı getirdiği farklı
perspektifle Millî Mücadele romanları içinde ayrı bir yere sahiptir. Bu eserde,
Millî Mücadele sırasında halkın meşru otoritenin temsilcisi olan padişaha
bağlılığını sürdürmek göreviyle Akşehir’e gönderilen kültürlü ve seciyesi sağlam
bir medrese adamının, İstanbullu Hoca’nın, burada içten bir değişmeye uğrayarak
Kuva-yı Milliyeye katılışı ve gösterdiği büyük yararlıklar anlatılır. Roman, hiç
bir fikrî saplantıya yer vermeksizin büyük bir psikolojik değişimi tutarlı bir
çizgide sergiler. Eser sağlam kurgusal yapısı ve konusuna uygun üslûbuyla da bir
üstünlük gösterir. Tarık Buğra daha sonra yazdığı Dönemeçte (1980) ve Yağmur
Beklerken (1981) gibi romanlarda da Demokrat Partinin kuruluşu ve Serbest Fırka
olayı gibi yakın tarihin siyasî olaylarını farklı bir perspektiften ele almış ve
bu olayları roman kahramanlarının iç dünyalarına önem vererek anlatmıştır.
|