Müzelerin ülke tarih ve kültürünü anlatacak biçimde kronolojik bir sıraya göre sınıflandırılması pek yapılmış değildir. Aşağıda görüleceği üzere, yapılan bu çalışmayla kültür haritamız kaba hatlarıyla ortaya çıkmakta ve ülkemizde mevcut zengin uygarlıkların mozaik içindeki yerleri daha netleşmektedir. Osmanlı çağında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ülkemizde müzecilik, başlama aşamasındayken, bulunan ilk eserler önce İstanbul’daki tek müzeye taşınmaktaydı. Ankara’nın başkent olmasıyla beraber bu ilimizde Atatürk’ün teşvikiyle başlatılan müzecilik çalışmaları ve kazılar çok büyük bir hızla ilerlemiş, Anadolu’da yapılan diğer bazı kazı merkezlerinin buluntuları bu kez Ankara Müzesi’ne akmaya başlamıştır. Sonradan “Anadolu Medeniyetleri Müzesi” adını alan bu müze ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri, diğer müzelerden farklı ve zengin içerikleriyle, deyimi yerindeyse “Mega Müzeler” olarak bütün ülke kültürlerini temsil edecek seviyelere geldiler.
Dünya genelinde “Tarih Öncesi Çağlar” denilince Türkiye’nin önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. Çatalhöyük, Hacılar, Çayönü, Köşk Höyük, Truva, Alacahöyük, Can Hasan, Alişar, Karaz, Değirmentepe Beyce Sultan vb. gibi merkezler uzun süredir dünya arkeoloji literatüründe kendilerinden söz ettirmektedirler. Bunların ortak özelliği ilkel insanların kurdukları ilk uygar yerleşmeler ile tarım, konut ve çeşitli el becerileri konusunda eriştikleri seviye ve bunun ürünü olan üstün uygulamalar yani yarattıkları mimarî yapılar ve objelerdir. Dinsel inanışların, bir Ana Tanrıça kültü etrafında yoğunlaşması nedeniyle, bu tanrıçanın bolluk, bereket ve doğurganlık özelliklerini yansıtan idoller ve heykelcikler, buluntuların en dikkat çekici olanları arasında yer alır. Sözü edilen prehistorik (tarih öncesi) yerleşmelere ait eserler günümüzde elbette bu arkeolojik merkezlerin bağlı bulundukları illerin müzelerine konulmaktadırlar. Ancak yakın geçmişe kadar bu eserlerin en çok toplandığı merkez gene Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi olmuştur. Hâlen Anadolu’da Afyon, Burdur, Niğde, Kayseri, Diyarbakır, Elâzığ, Adana, Hatay müzelerinde de önemli prehistorik koleksiyonlar mevcuttur. Bunlara İstanbul’daki özel Sadberk Hanım Müzesi’ni de eklemek gerekir.
Hitit dönemi için gene önce iki büyük müzemiz olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinden söz etmek gerekir. Ancak anıtsal heykel ve kabartmalar kadar diğer küçük kazı buluntuları ile bunlar arasında bulunan heyecan verici ünik eserlerden dolayı Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin adının sık sık “Hitit Müzesi” olarak anıldığını hatırlatalım. Bu müzede Hititlere ait bütün dönemleri ayrıntılarıyla tanıma olanağı vardır. Kazı alanlarının bağlı olduğu illerde yeni müzeler inşa edildikten sonra Çorum, Maraş, Malatya, Adana, Hatay, Gaziantep, Kayseri ve Niğde müzelerinde de Hitit seksiyonları oluşmaya başlamıştır. Urartu uygarlığı Doğu Anadolu’da kurulduğu için bu döneme ait eserler de doğal olarak doğu illerimizdeki müzelerde toplanmıştır. Ancak Van’da yeterli bir müze oluşuncaya kadar çeşitli yollardan elde edilen Urartu eserlerinin uzun süre Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine taşındığını biliyoruz. Urartuların başkenti olan Van (Tuşba) ile diğer Urartu yerleşmelerinde yakın zamanlarda başlayan ve devam eden kazı buluntuları Van Müzesinde kalmaktadır. Burada ileride ayrı bir Urartu Müzesi oluşturulması gündeme gelebilir. Frig uygarlığı da sadece Anadolu’da görülür. İ.Ö. 750-500 arasında İç Batı Anadolu’nun büyük bir bölümünde Orta Anadolu’da yayılmıştır. Bu bakımdan ilk kazılardan elde edilen bütün Frig eserleri Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde toplanmıştır. Bunda Ankara çevresinde başta Gordion gibi önemli bir Frig merkezinin bulunmasının da elbette payı vardır. Ağaç işleme, maden ve tekstil gibi birçok sanat dalında ileri durumda olan Friglerin Anadolu’nun uygarlık mozayiğinde işgal ettiği yer dolayısıyla müzelerimizde yeterince temsil edilmesi, ülkemizin kültür tarihi bakımından önemlidir. Afyon, Eskişehir, Antalya müzelerinde de Frig buluntularına yer verilmeye başlanmıştır. İç Ege’de Lydia bölgesi ve onun merkezi Sardes, bize Lydia uygarlığını tanıtır. (İ.Ö. 700-300) Sardes kazısı buluntuları büyük
ölçüde Manisa Müzesinde görülebilir. Bazı farklı uygulamalar görülmesine rağmen güzel sanatların birçok dalında Lydialıların, Batı Anadolu’nun diğer uygarlıklarından olan İyonya, Lykia ve Karialılarla benzer yanları olduğunu, çok kez birbirlerini etkilediklerini biliyoruz. Yunan çağı öncesi olan bu dönem eserlerine, başta Manisa, İzmir ve Efes olmak üzere Milet, Didyma, Aydın, Bodrum (Halikarnasos), Uşak ve Burdur müzelerinde de rastlarız. Bu konuda İstanbul Arkeoloji Müzelerinin gene ilk sırayı aldığı söylenebilir. Arkaik çağdan başlayarak bütün Yunan (Helen) Dönemleri için İstanbul’dan sonra Batı Anadolu müzelerinde koleksiyonlar oluşmaya başlamıştır. Son yıllarda İyonya bölgesinde yapılan kazılar bu döneme ait eser sayısını artırmış, bu sayede özellikle İzmir Müzesi önemli kazanımlar elde etmiştir. Yeni buluntularla, Yunan Arkaik Çağı için Çanakkale Müzesi, özel bir konuma gelmiştir. Son yıllarda ortaya çıkarılan ve “Kız öldün” adıyla ünlenen lahit ile benzer buluntuların Arkaik Çağ için bu müzeye uluslararası bir ün kazandıracağı kesindir.
Perslerin Anadolu’daki egemenlik dönemlerine (İ.Ö. 545-333) ait buluntular çoğalmaya başlamıştır. Şimdilik İstanbul Arkeol
oji müzesinde yoğunlaşan bu dönem eserlerinin zamanla, başta Batı Anadolu olmak üzere antik yerleşme yerlerinde kazılarla ortaya çıkması olasılığı çok yüksektir. Bu dönem, uzun süre dikkate alınmamış olmasına karşın Anadolu’da bir Greko-Pers kültürel varlığının silinemeyecek izler bıraktığını kabul etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki Nemrut Dağı’ndaki Kommagene krallarının anıtsal heykelleri vb. bazı eserlerde de Pers izleri vardır.
İ.Ö. 300’de başlayan Helenistik Dönemde İskender’den sonra oluşan kozmopolit bir Helen sanatı görülür. Helenistik çağın sanat ve kültür merkezlerinden en önemlileri, Bergama, ve Antakya (Antiokheia), Halikarnassos Anadolu’dadır. Buralarda ele geçen buluntular dünya çapında üne sahip olmakla beraber ünlü Bergama sunağı kabartma ve heykellerinin, Berlinde; Halikarnassos (Bodrum) mezar anıtı parçalarının da Londra’daki müzelerde olduğunu hatırlatalım. Efes ve Magnesia Artemis tapınakları, Didyma ve Teos’daki bazı tapınaklar da Helenistik buluntular vermişler, böylece İzmir ve Aydın bölgesi müzeleri bu dönem eserleriyle zenginleşmişlerdir.
Roma çağı eserlerini Doğu Anadolu dışındaki bütün bölgelerde görmek mümkündür. Anadolu’nun Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti olduğunu hatırlamak gerekir. İ.Ö.1. yüzyıldan itibaren bütün Roma çağını Anadolu müzelerindeki sayısız buluntulardan izleme olanağı vardır. Ülkemizde eski Helen yerleşmelerinin üzerine yeniden inşa edilen veya ilk kez kurulan yüzlerce Roma kenti bulunmaktadır. Bunlar Akdeniz, Ege bölgesinde yoğun olmakla beraber Orta ve Kuzey (Karadeniz) Anadolu’da ve Trakya’da da vardır. Bütün bu antik Roma yerleşmelerinde çeşitli yollarla ortaya çıkarılan on binlerce Roma eseri müzelerimizi süsler. Bilindiği üzere Romalılar yalnız özgün eserler yaratmakla kalmamış, klâsik Yunan şaheserlerini de kopya etmişlerdir. Mimarî üstünlüklerinin kanıtı olan mimarî aksesuarları, mozaikleri, freskoları ve taş oymacılık eserleriyle ünlüdürler. Fresko konusunda Efes Müzesi, mozaikleriyle de Hatay ve Gaziantep müzeleri zengindir.
Roma eserleri konusunda iddialı ve zengin müzelerden bazıları şunlardır: Antalya, Afrodisias, Efes, Bergama, İzmir, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Denizli Hierapolis, Manisa, Side. Denilebilir ki Türkiye müzelerinin en bol ve zengin koleksiyonları Roma çağından kalan objelerden oluşur. Helen ve Roma dönemlerine ait olmasına rağmen türü itibarıyla farklı olan ve küçük birer hazine niteliğindeki takılardan oluşan mezar buluntuları, bazı müzelerimizin ünlenmesine yol açmıştır. Samsun, Tekirdağ, Uşak bunlardan sadece birkaçıdır.
Hatay Müzesinin kurulma çalışmaları, Hatay henüz ayrı bir devletken, Fransız Arkeolog M. Prost'un önerisiyle 1934 yılında başladı. 1939 yılında Hatay'ın anavatana bağlanmasıyla müze de Türkiye'ye devredilmiştir. Hatay Müzesi zengin mozaik koleksiyonları ile ünlüdür.
İstanbul’un (Konstantinopolis), Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması, Bizans sanat ve mimarlığı konusunda, başta bu ilimiz olmak üzere bütün Türkiye’nin iddialı ve önemli kalıntılara sahip olması sonucunu getirmiştir. Bizans sanatı büyük ölçüde Hristiyanlıkla ilişkili olduğundan, taşınır ve taşınmaz kalıntılarının çoğunluğu dinî nitelik taşımaktadır. Özellikle dinî mimaride hiçbir ülkede Türkiye’dekiler ölçüsünde görkemli ve bol anıt bulunmaz. Nitekim ülkemizde de genellikle kilise örnekleriyle tanıdığımız bu yapılar, Anıt - Müze olarak halka açılmışlardır. Ayasofya bunların başında yer alır. Bizans’ın merkezi ve Hristiyanlık tarihinde önemli bir yeri olmasına rağmen Türkiye’de, özellikle İstanbul’da bu dönem sanatına ait bağımsız bir müze yoktur. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde mevcut bir seksiyon ile yeni açılması plânlanan Aya İrini Atriumundaki müzenin bu eksiği gidermesi beklenmektedir. Aya İrini Atriumunda, Ayasofya müzesi depolarında bulunan yakın tarihe ait ve Anadolu Hristiyan tarihiyle ilgili objelerin ve ikonaların sergilenmesi plânlanmaktadır. İzmir, Efes, Antalya, Antakya, Ankara, Çanakkale, Trabzon, Samsun, Bergama, İznik, Hierapolis müzelerinde Bizans döneminden ilginç objelerin bulunduğu vitrinler yer alır. Ülkemiz ve ulusal tarihimiz açısından çok önemli olmasına rağmen müzelerimizde Selçuklu Dönemine ait küçük buluntular yeterli nitelikte ve ölçüde sayılmaz. Bu durum Selçuklu yerleşmelerinde yapılan kazıların yetersiz oluşundan kaynaklanıyor olabilir. Doğal olarak Selçuklu eserleri bakımından en zengin müzelerimiz Konya’da bulunmaktadır. İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde de önemli buluntular vardır. Bu müzelerdeki taşınır objeler daha çok çini, keramik, taş ve maden eserlerden oluşur. Türk İslâm Eserleri Müzesinde ayrıca Selçuklu halılarından da önemli örnekler yer alır. Osmanlı eserleri de müzelerimizde yeterince temsil edilememektedir. Bunun tek sebebi Osmanlı Dönemi eserlerinin müzelere mal edilmesindeki gecikmedir. Bu konuda en zengin konumda bulunan müzemiz, Topkapı Sarayı’dır. Bu müzemiz, sarayın ata yadigârı eşyasını günümüze kadar korunarak ulaştıran bir misyon üstlenmiş gibidir. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Ankara Etnografya Müzesi ve Konya Müzesinde de Osmanlı sanatıyla ilgili önemli eserler vardır. Bunların dışında kalan müzelerimizdeki mevcut Osmanlı Dönemi eserleri, henüz yeterli bilimsel değerlendirme ve araştırmaya alınmış değildir. Kaldı ki, daha önce belirtildiği gibi İznik çinileri, bazı tekstil malzemeleri konusunda Avrupa müzeleri daha zengin gözükmektedir. Son dönem Osmanlı objelerinin henüz birkaç yıl önce Yıldız Sarayı’nda toplanarak müzeleştirilmesi bu sarayın tarihiyle uyumlu bir uygulama olmuştur. Osmanlı dönemi sanat eserleri, müzelerimizde etnografik eşya kapsamında küçük koleksiyonlar halinde ve folklorik nitelikli objelerle karışık bir halde sergilenmektedirler. Bazı eski tekke ve zaviyelerden gelen dinî nitelikli tarikat eşyası da bu koleksiyonlara katılmaktadır. Birçok müzemizde uzman eleman azlığı nedeniyle mevcut objelerin bilinçli ve bilimsel tasnifi ve değerlendirilmesinin tamamlandığını da iddia edemeyiz. Bursa, Edirne, Erzurum, İzmir, Bergama, Kütahya, Kocaeli, Sinop, Sivas, Yozgat, Tokat, Amasya, Söğüt (Bilecik), Burdur, Eskişehir, Çanakkale, Kayseri, Adana, Balıkesir, Samsun, Gaziantep’te de etnografik malzemeyle birlikte, ayrı müzeler halinde de olsa, sergilenen koleksiyonlar daha çok folklorik nitelikleriyle ön plâna çıkarlar. Bu müzelerimizin bazıları bölgenin farklı ve ilginç mimarisine ve iç dekorasyonuna sahip evleri restore edilmek suretiyle onların içinde kurulmuştur. Türk ve İslam sanatı eserlerini topluca karşılayan ilk müze olan Türk ve İslam Eserleri Müzesinin kuruluş çalışmaları 19. yüzyıl sonunda başlamış, 1913 yılında tamamlanmıştır. 1914 yılında Süleymaniye Camisi Külliyesi içindeki imaret binasında "Evkaf-ı İslamiye Müzesi" (İslam Vakıfları Müzesi) adıyla açılan müze, Cumhuriyet'in ilanından sonra Türk ve İslam Eserleri Müzesi adını almıştır. 1983 yılında, İbrahim Paşa Sarayı'na taşınan Müze 1984 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü'nü kazanmıştır. Koleksiyonlarında 40 bini aşkın parça bulunmaktadır. Vakıflara bağlı Teberrukât ambarlarından seçilen eserlerle oluşturulan Vakıf müzeleri, başlangıçta çok iyi bir düşünce olmakla beraber gereken desteği ve ilgiyi görmemiştir. Halen bu türden birçok nitelikli eser, depolarda bekletilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün İstanbul’da Halı - Kilim, İnşaat ve Ahşap sanatı (kapalı) ve Hat sanatları müzeleri bulunmaktadır. Özel müzelerden İstanbul’daki Sadberk Hanım, Konya’daki, Belediyeye bağlı Koyunoğlu Müzeleri yakın tarihimize ait sanat eserleri açısından zengindirler. Askerî nitelikli olmakla beraber İstanbul’daki Askerî Müze ve Deniz Müzesinde de Osmanlı sanatı eserleri açısından göz ardı edilmemesi gereken önemli koleksiyonlar bulunmaktadır. 1952 yılında açılan Kastamonu Arkeoloji Müzesi, Ulusal Mimarlık Akımının öncülerinden Mimar Kemalettin Bey tarafından 1910 yılında İttihat ve Terakki Kulübü olarak inşa edilen binada hizmet vermektedir. Müzede, Hitit, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli metal kaplar, cam, pişmiş toprak eserler, heykeller ve mezar stelleri sergilenmektedir. Çağdaş Türk şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır’da doğup büyüdüğü ev 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından müze haline getirilmiştir. Kitabesine göre 1733 yılında inşa edilen ev aynı zamanda yöresel plân özellikleri yansıtmaktadır. Günümüzde Pamukkale adıyla da bilinen antik Hierapolis kentinin Roma Hamamı, 1984 yılından bu yana Hierapolis Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermektedir. Denizli yöresini ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken müzede, Hierapolis kazılarının yanı sıra, Lykos (Çürüksu) vadisinde kurulmuş antik kentlerden ve Beycesultan kazılarından elde edilen buluntular müze koleksiyonlarında önemli yer tutmaktadır.
|